“UYUŞTURUCUDA PATLAMA” HABERİ AYNASINDA HÂL MUHASEBESİ
CHP Grup Başkanvekili Levent Gök’ün soru önergesini cevaplandıran Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun verdiği bilgiye göre 2007-2013 arasında tedavi alan hasta sayısını bakıldığında müthiş bir patlama yaşandı. 2007 yılında 38 bin 61 hasta tedavi olurken bu rakam daha sonra şöyle gerçekleşti: 67.293 (2008), 108.687 (2009), 137.187 (2010), 157.216 (2011), 227.298 (2012) ve 258.441 (2013).
Alkol Madde Bağımlılığı Tedavi ve Eğitim Merkezlerinin (Amatem) kapatılacağı yönündeki iddiaları yalanlayan Müezzinoğlu, Türkiye genelinde 2’si ayaktan hizmet veren toplam 33 tedavi merkezi bulunduğunu belirterek, “Bakanlığımızca, 24 yeni tedavi merkezi (Amatem, Çocuk ve Ergen Madde Bağımlılığı Tedavi Merkezi- Çematem) planlaması yapılmıştır. Dolayısıyla mevcut merkezlerin kapatılması söz konusu değildir” bilgisini verdi.
Gençliğin uyuşturucuya bağımlılığı nasıl engellenecek?
Her öğrenciye bir tablet vererek mi, yoksa her sınıfa akıllı tahta yaparak mı?
İktidarda olduğu 13 yıl süresince her Milli Eğitim Bakanı değişiminde eğitim sistemini de değiştiren bir iktidarın bu uygulaması da gösteriyor ki, ne yapacaklarını bilmiyorlar. Oysa AKP iktidara geldiğinde 6 yaşında anaokul çağında olan bir çocuk, bu gün artık üniversiteli oldu ve bu müddet yepyeni bir altın neslin yetiştirilmesi için yeterli bir süre.
Gezi Parkı hadiselerini, gençliğin kendi hâlini ortaya döktüğü ve mevcut olana karşı bir tepkisi olarak değerlendireceği yerde, siyasi itiş-kakış içerisinde, “birileri kışkırttı” demek, gençliğin içinde bulunduğu buhrana çözüm bulmaktan uzak bir anlayışın itirafıdır.
Gençliğin ihtiyacı olan ruh açlığını nasıl giderilecek?
İmam Hatip Okulları açmanın buna kâfi gelmediği de ortaya çıkıyor. Meselenin, okulun adının İmam Hatip olmasında olmadığı ortada… Yani, kuru kuru ölçülerin öğretimi ile olmuyor. Ki, dünya üzerinde şu kadar Müslüman var ve Pakistan gibi ülkelerde dini eğitim gayet ağırlıklı olmasına mukabil bu gün İslâm ülkelerinin içinde bulunduğu durum da ortada. Meselenin “İslama Muhatap Anlayış davasının dünya görüşünü hâkim kılma” ve nesilleri bu ruh ve ahlâk üzerinde yetiştirme meselesi olduğunun kaç kişi farkında? Bu husus fark edilmeden, Başkanlık Sistemi’ne geçilse ne olur, geçilmese ne olur? Meselenin şekilde değil ruhta, özde olduğu, şayet o ruh ve öz temin edilebilmiş olsaydı, mevcut sistem içinde dahi durumun menfiye değil müsbete doğru bir tekâmül belirtecek şekilde seyretmesi gerektiği bedahet değil mi?
Gençliğin ruhunu doyuracak sistem ve anlayıştan ne haber?
Kuru kuru, “İslâm” demekle olmadığı da bunca yıllık tecrübe ile ortaya çıktı. Bir şeyin yanlışının müntehasında ortaya çıkması hikmetine mebni olarak, “İslâma Muhatap Anlayış”ın tatbik vasıta sistemi olmadan bu işlerin olmayacağını da artık bizzat hadiseler haykırmaya başlamış bulunuyor; hadiseler karşısında kuru kuruya İslâm diyenlerin acziyetini de.
Ruhundaki açlık doyuralamayan genç, bu açlığı uyuşturucu kullanarak bastırmaya çalışıyor. İnsanın derdi karnı doyunca başlar; asıl dert, yani var olma derdi. İşte Üstad’ın hükmü:
“Çözdük her müşkülü derlerse, de ki:
Sonunda var olma müşkülü kaldı.”
“Var olma” ve “varolma” müşkülünün çözümü için, kuru kuruya “İslâm” demekten başka bir teklifiniz var mı? Ölçünüz ne? Teklif ettiğiniz sistem ne? Başkanlık sistemi, kendisinin de bağlanacağı bir ruh sistemine muhtaç, o ruh sistemi olmadan Başkanlık sisteminin de içi boşaltılır.
“Ölçü” olmadan, “istikamet” olmaz, tekâmül olmaz. Ne aradığını bilmeyen, bulduğunu da bilemez. Bu süreçte de işler kuru kuru siyasî itiş kakışlara kalır. İşler, hamasetle idare edilmeye çalışılır. Ama gerçekte bir çözüm getirilemediği için de çözümü bulunamayan problemler karşımıza heyula gibi dikilmeye başlar ve o problemlerin altında ezilmeye başlanır. Problemlere çözüm bulunamadıkça da hamaset ve sahte kutuplaşmaya dair argümanlar daha da keskin bir şekilde kullanılmaya başlanır ve bu da problemi daha da derinleştirmekten başka bir işe yaramaz. Bu kısır döngüden çıkabilmek de yeni bir anlayışı gerekli kılar, dayatır. Burada insan hürriyeti ve zorunluluğun idrakine dair de bir tavır vardır. Yeni anlayışın idraki ve şuurun her değişimde değişen gerçeklik seviyesinde o seviyenin gereğini yapabilmek, hürriyetin kendisi olarak yansırken, hürriyetin bilgilenme süreciyle eş olduğunu göz önüne alırsak, “ilim” iddiasının da gülünçlüğü ortaya çıkar. Bilinmesi gerekeni bilmek, bilmeyi bilmek olarak ilimle, kuru kuru malumat sahibi olmak arasındaki fark. Bu noktada Üstad Necip Fazıl’ın, “dünyaya geliş gayem” diyerek takdim ettiği iki eseri tedai ediyor, biri “İdeolocya Örgüsü” ve diğeri de “İman ve İslâm Atlası”. Biri “fert”e diğeri de “toplum”a hitap eden iki “ilm-i hâl”…
Bu gün bu iki “ilm-i hâl”i, içtimaî ve ferdî hayatın merkezine oturtmadan, yaşadığımız problemlere sahici çözümler bulabileceğini zanneden Müslüman geçinenler, o zaman otursunlar da AKP iktidarının ülkeyi getirdiği yukarıdaki tablonun hesabını versinler her şeyden önce. Meselelerimizi bütün olarak ele almadan, iyi niyetle de olsa günübirlik, el yordamıyla yapılmaya çalışılan işlerin neticesi hiç de iyiye çıkmaz; çıkar gibi olanlar da aslı yanlış olan tesadüfî doğrular cümlesinden olarak damgalanması gerekenlerdir.
İnsan, en küçük çaplar içinde bile Mutlak Fikre muhtaç. Ve, “parça bütünün habercisidir” buyuran da Hazreti Ali… Uyuşturucudaki bu patlama, bu dehşet tablosu, fert ve toplum olarak hayatımızın bütün sahalarındaki felâket tablosunun yansımasıdır ancak. Hadiseler nasıl ki Türkiye’yi tarihî misyonunu ifaya zorluyorsa, tarih Türkiye’yi eteklerinden çekiyorsa, yine aynı hadiseler, İbda’yı da tek çare olarak iktidara zorluyor. Ya İbda ruh ve fikir sistemiyle şahlanacağız veya taklitleriyle avunarak çözülmeye ve yok olmaya doğru yol almaya devam edeceğiz. Lâkin, “zamanı gelmiş bir fikri engelleyebilecek hiçbir güç yoktur!”, o halde bu zaman kaybı, bu israf niye? Allah ve Resulü’ne teslimiyetin pazarlıksız olmamasından ileri gelen nefsanî iktidar hırsından başka mevcut durumu ne ile izâh edebiliriz ki? Her geçen saniye, gençliğimizden, istikbâlimizden bir şeyler götürmeye devam ederken, bu rahatlık, bu pişkinlik, bu vurdumduymazlıktan kimler mesul?
“Allah nurunu tamamlayacaktır, kâfirler istemese de!” ölçüsündeki “küfür” hükmü, zamanı gelmiş fikri engellemeye dair aktif veya pasif tavır sergileyen dost görünümlü münafıkları da kapsar. Allah korusun, eksikliklerimiz de bu cümleden değerlendirilebilecek bir mesuliyet yükü de yüklemektedir bizlere. Dışımızı hesaba çekerken içimizden habersizlik ve kuru bir nefs emniyeti veya, içini hesaba çekerken, dışa karşı aksiyon tavrı içinde olmamak, dünya çapında bir idealin bağlılık iddiasında olanların bu iddiaları ile çeliştiklerine aynadır.
Dünyayı kurtaracak reçetenin bağlılık iddiasında olarak, elbette bunun tatbikine karşı kimden ve nereden bir engelleyici tavır geliyorsa, o, kendisini tepelenmek üzere ayaklarımızın altına atmış demektir. Suç tepeleyende değil, tepelenmeyi isteyende.
Son söz olarak: İnsan ve toplum meselelerini çözmeye dair bir ruh ve ahlâk sisteminiz, bir teklifiniz varsa ortaya koyunuz, yoksa işte İbda. Aydın olmak, hakikat namusu ile çağından mesul olmak, fikir namusunu başa almayı gerektirir. İslâm, samimiyet ve teslimiyet demektir. İşin işe, adamın adama bağlılığı ölçüsünce, zaman, samimiyetlerin gösterilmesi zamanıdır. Fikir namusuna sahip çıkmanın zamanıdır. Zira zaman,İslâm ihtilâl ve inkılâbının zamanıdır.