BOMBA, SAMİMİYET VE SİYASET

BOMBA, SAMİMİYET VE SİYASET

Ankara’da patlayan bomba, benzerleri arasında Türkiye tarihinin en büyük eylemiymiş. Eylemin büyüklüğü ile orantılı olarak, siyaset arenasındakilerin samimiyetsizliğini ortaya koyması bakımından da büyük bir hadise aslında.

Davutoğlu, bombanın patladığı gün (10 Ekim) yaptığı açıklamada ve 12 Ekim’de NTV’de katıldığı programda kendisine yöneltilen suâllere verdiği cevaplarda, bizi, yaşananlara ne kadar üzüldüğüne ikna etmeye çalışıyor.

Bir de artık alıştığımız ezbere bir “terör” edebiyatı.

Bu satırları yazmak için o konuşmaları dinlemeye de gerek yoktu aslında. Zira, o kadar ezbere ve klişe cümlelerle konuşuluyor ki:

– “Kötü teröre karşı birlik ve beraberliğimizi korumalıyız!

Tabi, samimiyetsiz olan sadece Davutoğlu değil, mesele üzerine konuşan her kim varsa, neredeyse tamamı aynı durumda.

Patlama malûm, “barış” yürüyüşünde yaşandı.

İnsanlar barış istiyor ve terör, “barış isteyen insanlar”ı katlediyor.

Medyanın bize göstermek istediği manzara bu…

Peki sivil hedefleri askeri hedef yerine koyarak onlara saldırıları kim, hangi güç başlattı?

Hem ülke içinde, hem de ülke içi politikayı etkileyen uluslararası arenada bu sorunun cevabını vermeden konu hakkında serdedilecek her söz timsah gözyaşından öte bir mânâ ifâde etmeyecektir.

Ve bütün bunların üzerine ortak nutuklar: “Terör kimden ve nereden gelirse gelsin karşı çıkılmalı, teröre karşı ortak tavır alınmalı!

İşte, yüzlerdeki maskeler burada yırtılmaya başlıyor.

Ortada bir terör var evet; bu terörün de asıl kaynağı, başını Amerika’nın çektiği, Haçlı-Yahudi Batı Terörüdür. Uluslar arası Terör Örgütü Amerika’yı ağzına almadan ve bölgemiz dâhil dünya üzerindeki terörün asıl kaynağının, dünyaya hâkim Batı medeniyeti ve onun silâhlı terör gücü Amerika ve yandaşları olduğunu tesbit etmeden, söylenecek sözler, işte bu Amerika Terör Örgütü’nü gizlemek maksadına hizmet eder.

Ortada bir terör var evet; önce 1991, sonrasında 2003 senelerindeki saldırılarla bölgemizde milyonlarca insanı katleden, binlercesine tecavüz ve işkence eden bir terör var. Davutoğlu, konuşmasında, Ebu Garip’ten de bahsetmek zorunda kaldı ama Amerika’yı suçlamak vs. için bunu dile getirmediğini de ifâde etti.

Suçlayacaksın Davutoğlu!

Amerika’yı suçlayacak, katil, cani, tecavüzcü sapık terör şebekesini hedefe oturtacaksın ki, yaptığın birlik ve beraberlik çağrısında samimi olduğun ortaya çıksın.

“Teröre karşı birlik ve beraberlik”, Amerikan Terörü’nü hedef almakla mümkün olur.

Amerikan terörünü hedef almayan bir birlik ve beraberlik çağrısı, gerçekte birlik ve beraberliğe değil, o çağrıyı yapanların şahsi emellerini gerçekleştirmelerine, iktidarda kalmaya devam etme gayelerine hizmet eder.

Teröre karşı, yani Amerika’ya karşı anti-emperyalist cepheyi birlik olmaya çağırması mümkün müdür Davutoğlu’nun?

Değildir!

Zaten kendisi de emperyalist efendilerine sesleniyor, onları –“Uluslararası toplum”u– Türkiye ile dayanışmaya davet ediyor. “Demokrasi” edebiyatı yapıyor.

Düşmanının, katilinin merhametine sığınıyor.

İş o kadar iğrençleşiyor ki, daha birkaç saat önce Filistin’de çocukları katleden İsrail-Yahudi Terör Örgütü, AKP ile teröre karşı dayanışma içinde olduklarını beyan ediyor. Yıllardır insanları katleden ve katletmeye devam eden bütün sabıkalı caniler, Amerikası, İngilteresi, Fransası, Almanyası, İtalyası vs, hep beraber teröre karşı AKP ile dayanışma içinde olduklarını duyuruyorlar.

Bu vampir sürüsü ne oldu da birdenbire bu topraklarda akan kandan dolayı böyle tepki vermeye başladılar koro halinde?

Emperyalizm ve yerli işbirlikçileri yine iş başında, yine pis emellerini hak suretinde perdeleyerek iğrençliklerini sergilemeye devam ediyorlar. Kavramların içini boşaltarak, yanlışları “doğru” olarak göstermeye çalışıyorlar.

“Barış” diyorlar…

Katiller ve işbirlikçileri “barış”tan söz ediyorlarsa, bunda bir iş var demektir; savaş geliyordur, yine birçok cana kıyacaklar, buna hazırlanıyorlar demektir. Özgürlük diyorlarsa, yine birilerini köleleştirecekler, esaret boyunduruğunu birilerinin boynuna geçirecekler demektir.

“Barış” ve “özgürlük” dedikleri, kendi zulümlerini kabul etmek, buna karşı çıkmamak ve kendi melânetlerine ses çıkarmadan, zillet içinde, onların çizdiği sınırlar dâhilinde yaşamayı kabul etmek demektir.

“Uluslararası toplum”, bizden, “rab”liklerini tasdik etmemizi istemekte aslında…

Buna karşı çıkmak da barışa ve özgürlüğe karşı olmak…

İşte, AKP de bu dile sarılıyor, Davutoğlu bu dili konuşuyor.

O da “barış” ve “özgürlük” derken, aslında Haçlı hegemonyasına boyun eğmeyi anlıyor.

Dikkat edin; birbirlerini bu konuda, niyetleri konusunda eleştirmiyorlar. Birbirlerini, bu niyetleri deklare etmelerine rağmen, gereğini yeteri kadar ifâ etmedikleri üzerinden eleştiriyorlar. Bu noktada yeterince samimi olmadıkları konusunda eleştiriyorlar.

“Hadi oradan, ben daha özgürlükçüyüm, ben daha barışseverim!”

“Yok, asıl barışsever ve özgürlükçü benim, senin yaptıkların buna sığmaz!”

Aralarındaki kavga, “ben ondanım” – “yok, asıl ondan olan benim!” kavgası…

Bölüşemedikleri, efendilerine en iyi hizmet etme makâmının kime ait olduğu.

Anlaşmazlık, kimin daha çok Batılı değerlere, katil terörist Batının değerlerine daha sıkı bağlı olup olmadığı, bu değerleri kimin daha iyi gerçekleştireceği zaviyesinde…

Davutoğlu, kendi samimiyetine muhataplarını ikna edebilmek için onları telefonla aramış, bir araya gelmeyi teklif etmiş ki, onlar da kendilerini ve kendisi de onları anlayabilsinmiş. “Onlar” dedikleri de daha düne kadar “üst akıl” için ülkeyi karıştırmakla suçladıkları Tabipler Odası vs.

Demek şimdiye kadarki zıtlaşma tutumları oyunmuş.

Demek onca suçlama ve itham aldatmacaymış.

Şimdi burada kim haklı, kim haksız diye bir şeye girmiyoruz, sadece samimiyetsizliğe dikkat çekiyoruz.

Yani, “bir araya gelinmesin” değil, ama kim neye hizmet etme gayesi gütmekte; asıl mesele bir araya gelmede değil, bu hizmet gayesinde. Emperyalizme hizmet etme gayesinde olanların bir araya gelmesinden hayır değil, şer doğar.

Bir tarafta İncirlik’i emperyalizme tahsis edenler, diğer yanda, İncirlikten kalkan uçakların attığı bombalara alkış tutanlar.

İncirliğin emperyalizme peşkeş çekilmesinde tarafların bir fikir ayrılığı olmaması, Haçlıların bu eylemi kınamasını da izah etmeye yetmiyor mu?

İşte, aralarında her ne kadar kan var gibi gözükse de efendilerinin menfaatleri söz konusu olduğunda taraflar arasında fikir birliği, tavır birliği sağlanıveriyor.

“Barış”, gerçek barış cesaret ister. Çünkü gerçek barış, gerçek düşmanla, emperyalist düşmanla hesaplaşmayı gerektirir. Emperyalist düşmanla hesaplaşmayı göze alamayanlar da sahte kutuplaşmalar üzerinden bir sahte “kurtuluş” savaşı yürütürler. Cesaret, emperyalizme kafa tutabilmededir; lafta değil, bilfiîl icraatta.

İşte Haçlı Terör Örgütü Amerika ve işbirlikçileri bölgemize gelmişken, namluyu işgalci düşmana değil de birbirine, hele emperyalist düşmana karşı savaşana çeviren sahtekârların “barış” sözünü ağızlarına almaya hakları yoktur.

Barış istiyorsan, namluyu emperyalist işgalci ve işbirlikçilerine çevireceksin!

Özgürlük istiyorsan, namluyu emperyalist düşman ve işbirlikçilerine çevireceksin!

Esas Düşmanın üzerine gidemiyorsan, barış ve özgürlüğü hak etmemektesin! Köle olmaya, köle kalmaya mahkûmsun. Yaşama arzun, köleliğe mahkûm ediyor seni! Lider bellediklerinin arkasında, düşmana peşkeş çekilmektesin.

Lider, düşmana karşı önde giden demektir, düşmanın önünde kırıtan ve düşmanla işbirlikçiliğe seni iknâ etmeye çalışan değil! Savaştan kaçmanın yoluna inciler döşeyen değil.

Kumandan Mirabeyoğlu, “Zafer dediğin savaşan için!” diyordu. Savaşmayıp, yan gelip yatana zafer de yok, özgürlük de. Esas düşmana, emperyalist Haçlı işgalcilere karşı savaşmak…

Seni savaşmaktan alıkoyacak her bir söz, senin köleliğini isteyen hak suretli şeytanlıktan başka bir şey değil, bunu unutma!

Bu hangi kesimden olursa olsun tüm insanımız için geçerlidir.

Aramıza savaşı sokmaya çalışanla savaşmayı göze almadan, barışı tesis edemeyiz.

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: