BİRLİKTE OLMAK
“Ne yağmur ama!” diye başlanır söze… Bir diğeri, “en son 25 sene önce böyle bir yağmur yağdığını hatırlıyorum!” der… Daha diğeri, “evet evet, 1991’de! Sel götürmüştü ortalığı!” diyerek katılır…
Ve, böylece sudan bir birliktelik doğuverir, bir ânda otobüs durağına üşüşen insanların arasında.
Nedir şu “birliktelik”?
Sağanak bir yağmurdan kaçanların, aynı sunağın altında toplanmaları mı?
Sayıları yüzbinleri bulan stadlarda, hiç tanımadığı insanlarla omuz omuza zıplayan insanların tribündaşlığı mı?
Kaza geçiren bir otobüste olmanın verdiği “felâket yakınlığı” mı?
Aynı bölükte, şu kadar zaman askerlik yapanların devreciliği mi?
Okey masasına “dördüncü” olarak ilişmiş bir yabancının, “okey masası” bütünlüğü içine dahil olarak elde ettiği mi?
Aynı fabrikada çalışan işçi olmanın getirdiği mi?
Aynı hastane odasında inleyenlerin ortak noktaları…
Aynı sınıfta okumanın getirdiği arkadaşlık…
Aynı zaman ve mekânı paylaşmak mıdır birliktelik?
Şüphesiz, bu tabiî birliktelikler, gerçek birlikteliği işaret etmesi yönüyle dikkate değer.
“İnsan sosyal bir varlıktır” sözünü olur olmaz tekrarlamak yerine, insanın sosyal birlikteliğinin ne kadar tabiî bir diyalektik süreç olduğuna hiç dikkat ettiniz mi?
İnsan, şu veya bu tesirler altında birlik ve beraberlik içinde “birleşmek” için yaratılmış bir fıtratın şuurlu/şuursuz sahibi.
Allah’ın, insan fıtratında yaratıp da Hakikati’ni işaret edip, mesul kılmadığı ne var?
Birliktelik, Allah için ve Allah adına “Topluluk Hakikatini gerçekleştirmek” içindir, her şeyden öte.
Allah’ın yarattığı bu fıtrî duyguyu hakikatiyle yaşayan ve yaşatan tek topluluk olarak Sahabîler, öyle bir BERABERLİK içinde BİR olmayı temsil ediyorlardı ki, günlük hayatın içindeki “tabiî birliktelikler” bile, onlarda bir başka yaşanıyordu.
Yoksa, içinde bulunulan zaman ve mekânın şuurunda olunmadan kurulan birliktelikler, boş ve mânâsız bir ömür tüketmek değil de nedir?..
BERABERLİK “NASIL?” VE “NİÇİN?”
“Birlikte” olmak, “Bir” olmak demek.
Şu veya bu vesile içerisinde, oluşmuş birliktelikler bir yana, üstün bir gâye ve hedef için kurulan birlikteliği elde etmek, korumak ve kollamak…
İslâm’a bağlı Fikir, Kültür ve içinde yaşadığımız çağın karakteristiği olarak, çok daha önemlisi Siyasî birlik ve beraberlik bütünlüğü içerisinde olmak.
Birlik ve beraberlik kavramları, anlaşıldığı gibi “hangi gaye etrafında” ve “hangi hedefe yönelik?” sorularına verilen cevapta mahiyetini ele vermekte…
Herhâlde işin özü İBDA Mimarı Sayın Salih MİRZABEYOĞLU’nun Kökler isimli eserindeki şu hikmette:
Dedi ki: –“Bir insanda zekâ kıymeti, bu taifenin hakikatlerini anladığı nisbettedir!”
Bu hikmet, her türlü müsbet kavramı içerisinde genelleştirebileceğimiz bir işaret taşı kabul edilebilir. Ve bu çerçevede, insana dair her türlü müsbet hasletin hakikatini, aslını ve kıymet derecesini işaret edicidir de;
Yukarıdaki ölçü içerisinde geçen “zekâ”nın yerine “ahlâk”, “hassasiyet”, “cesaret”, “dayanışma ruhu”, “fedakârlık”, “cömertlik”, “dava adamlığı”… hangi hasleti koyarsanız koyun, hikmetin işaret ettiği “Nisbet” zorunluluğu içerisinde özünü bulur.
İslâm’a Muhatap Anlayış’ın dünya görüşüne nisbeti kurulamayan “müsbet” ahlâki hasletlerin, İslâm Milleti açısından verimliliği son derece tartışmalıdır.
Toplumda hangi fonksiyonu icra ettiğine dikkat edilmesi gereken “beraberlikler” de bu çerçevede…
Allah’ın, “Allah ve Resûlü için”, “Allah ve Resûlü adına” insanda yarattığı bu “BİRLİKTELİK” ruhunun dışındaki bütün birliktelikler, şuurlu veya şuursuz, bu hikmetin karşısında oluşurlar.
“İslâm gâyesi etrafında” söylemde bulunup, pratikte İslâm’ın içeriden dağıtan her türlü birliktelik de bu sınıftan olarak, gerçek birlikteliğin önünü kesici.
“Biri nur, biri kir” şeklinde ve üçüncüsü olmayan bir kutuplaşmaya doğru topluluklar hızla bütünleşmekteyken, İBDA’nın, “ilklerden (Sahabîlerden!) başka örnek tanınmaksızın” şiârıyla, İslâm’a Muhatap Anlayış hâlinde davacısı olduğu birlikteliğe kast etmek, ne türlü bir cinâyet, varın siz düşünün.