İSLÂMİYET ve TÜRKLÜK
Oğuz Ata’nın evlâtları olarak, İslâmiyet’i seçtiğimiz günden beri bu mukaddes dine en büyük hizmetleri yapmış, savaşçı ruhumuz ile Müslüman coğrafyasını kanatlarımız altına almış ve mazlumlara umut, zalimlere korku salmış bir milletiz.
Gerileme devrimizle birlikte ortaya çıkan Üstad Necip Fazıl’ın tabiriyle “kaba softa ham yobaz” tipi, zaman içerisinde kendi zıddının doğmasına yol açmış, küfür cephesinde de yobaz tipinin vücut bulmasına sebep olmuştur. Küfür yobazı, gerileyişimizin sebebini bu İslâm yobazının şahsında dinde görerek, Anadolu’yu “Anadolu” yapan temel değerlerimiz yerine Batı kaynaklı beşerî ideolojileri ikâme etmeye kalkmıştır.
Gelinen süreçte her kesim içerisinde yer alan bu yobaz tipi, devlet başkanı, politikacı, vekil, akademisyen, düzenbaz, yazar, sahtekâr hoca, vaiz kılıklarında arzı endam ederek bu yangının kızgın ateşini körüklemiştir.
Tüm bunların dışında İslâmcı ve Türkçü düşünceyi yanlış anladıklarına bakmadan sözde savunanlar ise birbirinden ayrılmaz bir BÜTÜN olarak İslâm ve Türklüğü ayırmışlar, hatta birbirine zıtmış gibi sunmaya da çalışmışlardır. Bu yanlışa delil olarak da Kurtuluş Savaşı yıllarında Araplar içerisinde İngiliz ajanları tarafından kışkırtılan bazı aşiretlerin -Şerif Hüseyin gibi- arkasında bizleri sırtımızdan hançerledikleri bilgisini genelleme ile bütün Arap milletini ihanetle suçlayıp düşmanlaştırma yoluna gitmişlerdir. Lâkin bunu tüm Arap kavmine mâl etmek yanlış bir düşüncedir. Çünkü bakıldığı zaman o “hepsi bizim düşmanımızdır, hepsi bizi sırtımızdan vurmuştur” denilen Arap kavminin verdiği destek ile Kut-ül Amare zaferi de kazanılmıştır. Aynı şekilde Trablus cephesinde omuz omuza savaştığımız Arap ve Afrika kabilelerinden bir tek ihanet görmüş değiliz. Bu çerçevede Şerif Hüseyin’in isyanı da bütün Araplar arasında destek bulamadığından dolayı, kışkırtıcısı İngilizler tarafından hüsran olarak nitelenerek Şerif Hüseyin Kıbrıs’a sürülmüştür.
Yakın zamana gelecek olursak, Arap liderlerinden biri olan Kaddafi, Kıbrıs harekâtında ülkemize yardım etmek için elinden geleni yapmıştır. Bütün bunlar olurken, bugün özünde tamamı Amerikancı olan her kesim içerisindeki “yobaz” insan tipinin o çok güvendiği emperyalist Batı güçleri ise, bize ambargo uygulamakta tereddüt etmemiştir.
Bunun yanında sırtımızdaki hançer izlerini inkâr ediyor değiliz. Doğru bir kısım Araplar, Arnavutlar vs. bizleri sırtımızdan vurmuştur, fakat Viyana kuşatmasında öz ve halis Türk olan Kırım Hanı nasıl bizi arkamızdan vurduysa, şu ân şeklen Türk olan birçok insan da bu milleti para, makam, mevki gibi dünyevi şeyler uğruna satmış ve sırtımızdaki kimi Arapların vurduğu hançerden daha derin bir yara izi bırakmışlardır. Üstelik, “Türk’ü arkadan vuran hain Arap” edebiyatını, 1991 Irak işgaliyle başlayan süreçte Amerika ve İsrail başta olmak üzere Türk düşmanı Batılı güçlere destek vererek “Arap’ı arkadan vuran hain Türk” gibi aşağılık bir lekeyi bizim üzerimize bulaştırmak gibi bir cinayete girmişlerdir.
Bir başka kafa karıştıran durum da şudur ki; Hıristiyan Türk’ü, Müslüman Arap ile kıyaslayarak, ‘’Tabiî ki Hıristiyan Türk, Arapla ne işimiz olur!’’ diyebilen özünde Türk düşmanı bir zihniyet söz konusu… Peki, soruyorum size; kaç Hıristiyan Türk sizinle birlikte üzülüp, sizinle birlikte gülüyor? Kaçı Türk olduğunu iddia ediyor? Nerede o balkanlardaki Türklüğünü yitirmiş Hıristiyan Türkler? Mesele besbelli ki, Türk’ü Büyük Doğu coğrafyasına lider yapan ve onun bütün ruh terbiyesini devşirdiği İslâm’a düşmanlık.
Şu artık anlaşılmalı; Türkçü, milli değerlerini savunan Türk’e denir ve bizim millî değerlerimizi belirleyen de tek kelime ile İslâmiyettir. Bu idrak edildiği gün, Anadolu insanını zehirleyen sinsi bir zehrin tesiri ortadan kalkacaktır. Batı’da, Osmanlı zamanında Müslüman olan herkese Türk denildiği ve bu anlayışın halen geçerli olduğu unutulmamalı. Bizler, yüce Türk milleti olarak ancak Yüce İslâm dinine lâyık olabilmek şeklinde memuriyetimizi idrak edebiliriz. Bizim gibi tarihi, başarıları, kudreti ile anılan bir millete ancak Müslümanlık yakışır. Ehl-i Sünnet Vel Cemaat… Zaten öyle olduğu için, hakikat bu olduğu için atalarımız bu kutlu dini seçmişler ve İslâm Millet bütünlüğünün şerefli bir üyesi olarak liderlik etmişlerdir. Din elbette her insanın vicdanî kararıdır. Fakat bir Fatih Sultan Mehmet Han’ın mirasına sahip çıkma iddiasında olan insanların Türklük ve İslâmı ayırıcı sözler söyleyip fitnelere sebebiyet vermesindeki korkunç tezat ve kötü niyet nasıl olur da anlaşılmaz. Hepimiz Türk olmanın gururunu damarımızda akan kanda yaşıyoruz ve bu Allah’ın (c.c.) bize bir armağanıdır. Başka bir millete mensup da olabilirdik. Bu çerçevede “Ne mutlu Türküm diyene!” demek yanlış bir şey değildir. Esas yanlış olan mesele, “Türküm!” diyebilip de “Elhamdülillah Müslümanım!” diyememektir!
Bölünmez bir bütün olan İslâmiyet ve Türklüğü yıllardır birbirinden ayırmaya çalışıyorlarken, bunu göremeyip hâlâ bu yozlaştırıcı fitnelere kapılan bir millet olmak, “millet” yaşama hakkını kaybetmektir. Şahsiyeti, o şahsiyeti şekillendiren inancı, inancının verdiği kuvvetle insanlık tarihini şekillendirmiş bir millet, böylece bir efsane olarak kalır ve artık tarih sahnesinden de silinir…
Dünyaya hükmeden Müslüman Türk olarak, Yavuz gibi, Fatih gibi, Kanuni gibi olmalıyız. İşte o gün geldiğinde bir zamanlar sancağımızın dalgalandığı topraklara değil, daha ötesine hâkim olabiliriz. Türk milleti titreyip özüne dönmelidir ve özü de tam mânâsıyla İslâmiyettir.
Çeçen mücahit şehid Dudayev’in ve Batı karşısında mücadele veren bir çok Kurtuluş Savaşçısının dediği gibi;
“Müslümanların umudu Türk milletidir!”
Ebubekir İkiz / Öğrenci
Adımlar Maraş