HANGİ “DÜNYA GÖRÜŞÜ”NÜN AKTÖRÜ?

HANGİ “DÜNYA GÖRÜŞÜ”NÜN AKTÖRÜ?

Uzun bir aradan sonra çok şükür kendisine ulaşabilmiştim.

En son ki görüşmemizde “Ben bir kaç ay buralarda olmayacağım. Tam olarak ne vakit dönerim bilmiyorum ama şu zamandan sonra arada bir ararsınız.” demişti.

Telefonun sadece iki kez çalmasından sonra “Alo” sesini duymaktan büyük sevinç yaşamıştım.

“Hoşgeldiniz efendim! Afiyettesiniz inşallah?”

“Hoş bulduk! Sağol. Çakı gibiyim. Sıcak bir memlekette iyice dinlenmek ve toparlanmak nasip oldu. Sizse buralarda bayağı üşümüş gibisiniz.”

“Evet efendim.”

“Ne var ne yok, Sizler nasılsınız? Bir yaramazlık yok dimi?”

“Hamd olsun bir yaramazlık yok. Bildiğiniz gibiyiz.”

“İyi. Bende bulunduğum ülkeden gelişen olayları takip etmeye çalıştım. Gündem vızır vızır değişiyor ve hadiseler pek seri. Her şeyin hayırlısı… Ee, ne yapıyoruz?”

Belli ki “Hür Savaşçı” da bizimle konuşmayı özlemiş. Bunun rahatlığı ile akşama yanına uğrayabileceğimizi söyleyip, bir emri olup olmadığını sordum.

“Estağfirullah! Çayımı özlemişsiniz anlaşılan. Saat 21’de bekliyorum, görüşmek üzere, hoşçakal.”

Telefonu kapatır kapatmaz arkadaşlara haber verdim. Fakat herkesin bir programı olduğundan bu sefer yalnız gidecektim yanına.

İşten sonra kısa bir eve uğrar, birşeyler atıştırdıktan sonra yola koyulurum demiştim ki, “paydos”la birlikte dışarı çıktığımda yağmurun ıslattığı yolların ve kaldırımların eksi bilmem kaç derece havanın etkisi altında buz tutmuş olduğunu gördüm. Diğer insanlar gibi yürürken zorluk çekiyor ve düşmemek için bayağı bir mücadele veriyordum. Böyle durumlarda yapılması gereken şey kısa adımlarla yürümek, fakat bu tempoyla imkânı yok trene yetişemezdim. Öyle de oldu. Almanya gibi bir ülkede böyle hava koşullarında hayat felç oluyor. Bir sonraki tren 45 dakika gecikmeli gelmiş, malum “güvenlik” dolayısı ile 25 dakikalık mesafeyi bir saatte zor kat etti.

 

“Vakit Dakiktir!”

Zaten ne zaman bir şeye çok sevinsem ve acele etmem gerekse hep böyle şeyler gelir başıma.

Eve girişimle çıkışım bir oldu.

Bereket bu sefer nasipliydim ve “Hür Savaşçı”ya doğru giden tramvay, hemen ardından metro peşi sıra gelmişti.

Fakat buna rağmen zile bastığımda saat 21.15’i gösteriyordu.

Kapıda hafif kaşları çatık karşılamıştı beni;

“Demek İhtilâl olsa yetişemeyeceksin? Bir daha olmasın lütfen. “Vakit nakittir” derler ya hani; o öyle değil, “Vakit dakiktir”. Bunu kendinize hazmettirin ve ciddiye alın.”

Aslında genel olarak bu konuları dert edinen benim gibi biri için dahi bir tokat mahiyetindeydi bu sözler.

“Peki efendim” diyerek mahcubiyetimi ifâde etmeye çalıştım, mazeret tedariki ucuzluğuna girmedim.

Ses tonunu biraz daha yumuşatarak;

“Bu işin şakası yok. Samimiyet ne kadar ciddi bir iş ise, ciddi bir işi vaktinde yapmak da o derece samimiyetle alâkalıdır. Samimiyet ucuz birşey değil. Geç gelen samimiyet ise daima topallayarak gelir, daha sonra toparlaması da ihtimâl dahilindedir fakat, ne zaman öleceğimiz meçhul, değil mi?”

“Tabiî efendim!”

Böylece “Savaşçı” bir insanın ne derece farklı bir dünyası olduğunu gayet net bir şekilde hissettirmiş oldu.

Morali ve motivasyonu gayet yerindeydi.

“Hayırdır yalnız gelmişsin! Kalk kendine bir çay hazırla, için ısınsın.”

Çayımı alıp yerime kuruldum.

“Mâlum, bayağı oldu görüşmeyeli. Sen kilomu aldın?”

“Doğrudur efendim. Fakat spora başladım. Sanırım çabuk eritebilirim.”

Gülümseyerek “Hareket iyidir.” dedi ve devam etti;

“En son Kore’den ve Kıbrıs’tan bahsetmiştik dimi? Hoş, bayağı bir kısa olmuştu sohbetimiz. Fazla derinleştirmeyelim bunları dilersen. Herkes tarafından biliniyor ki, Batı için Türk askeri ancak “mayın eşeği”nden ibaret. Bu bakış açısının dahi Batı tarafından bize ne büyük bir saldırı olduğu görülmeli. Bunu anlayıp buna göre hamle yapacak gerçek Devlet Adamı nerede?.. Şimdiden Suriye’ye girilmesinin pişmanlığı etrafında açıklamalar yapılıyor, farkındasınız dimi? Peki neye fayda bu? Dünyanın en büyük terör örgütü Amerika hâlâ İncirlik’teyken, yapılan her türlü sözde “milli” açıklama, ancak acziyetini gizlemenin bir ifâdesi… Bu tutum dahi kimin politikalarının selâmeti için “kalkan” olunduğuna dair şüpheleri kendiliğinden arttırmıyor mu?”

“Öyle efendim. Bunları dile getirince de tehlikeli, hatta hain gözüyle bakılıyor!’”

“Ne gözle bakılırsa bakılsın. Bu bakış şaşı bakıştır. Sen Mehmetçiği ateşe atarken, ben burda niye ateşe attığını sorgulamazsam, işte o zaman hain olurum. Sorgulamazsam tehlikeli duruma asıl o zaman düşülür. Memlekette bombalar patlıyor, asker, polis ve sivil insanlar katlediliyor. Yabancı ülkelerin elçileri suikaste uğruyor. Sen orada toz pembe hayâllerdesin. Stat açıyorsun bilmem ne. Arap işadamı mıdır nedir, onun kocaman resmini Karadeniz insanının gözüme sokuyorsun. Ayıp yahu! Boğazına kadar güvensizliğe batmış bir dönemde şirincilik oynamak. Öyle mi? Marifet sanıyorlar. “Başkanlık” ve saire, bütün bunlar algılarla oynamak, zaman kazanmak, gerçeklerden uzaklaştırmaktan ibaret. Müslüman Türk’ün gözünü boyamaktan ibaret. Ama bunların seçmenleri, şuursuz bağlıları bilmelidirler ki müslüman için siyesette “ben Müslümanım” denilince akan sular durmaz! Herhangi bir yanlışta kılıç çekilir. Yalanlar, yanlışlar almış başını. Bazıları hariç, kılıçlar hâlâ kınında.”

 

Batı’nın Düşmanlığı

“Aman efendim siz Kılıç deyince aklıma “darbe” geldi.”

“Ne darbesi? Hz. Ömer’e kılıç gösteren darbeci mi? Yanlışa “dur!” demek darbecilik mi? Doğru’nun kestiği parmak ile yanlışın kestiği parmak bir olur mu? Yarın Hakikat gelse darbecilik diye karşı mı durulur? “Darbe” zatıyla kötü değil, hizmet ettiği gayeye göre değerlendirilir bir hamle işi. Kaldı ki Hakikat daima darb ederek hükmünü hâkim kılmıştır. Değil mi?”

“Peki efendim, bize göre bunca yanlışın üzerine meselâ bir de gittikçe çoğalan bir Recep Tayyip Erdoğan düşmanlığı var Almanya’da. Alman medyası, neredeyse her gün Erdoğan’ın açıklamalarını, yapılan tutuklamaları, politikaları ağır bir şekilde eleştiriyor, hatta bel altından vuruyor. Artık Alman ailelerin içerisinde bile belki de bizden çok kendisi konuşuluyor. Hangi Almanla konuşsak hemen Erdoğan’dan lafı açıyor. Bu konuda birşeyler söylemek ister misiniz?”

“Güzel… Üzerinde düşündüğüm bir durum bu. Neyden kaynaklanıyor? Almanya’nın Erdoğan ile ne alıp veremediği var? Bunca mitingler gerçekleşti. Almanya’ya en çok gelen lider sanırım. Seçim dönemlerinde Almanya sokaklarında afişler bile asıldı. Ticaret hat safhada. Hele hele ilk defa Alman askeri Erdoğan’ın imzaladığı kararnamelerle Anadolu’ya yerleşmeye başlamışken. Bunca karşılıklı imkânların ve tavizlerin verildiği bir dönemde neden bu karşılıklı “ortalığı kızıştırma” hamleleri? Bir bakıyorsun Ermeni Soykırım Yasası Alman Meclisinden geçiyor. Ardından Merkel “bu siyasi bir karardır” diyerek destek vermediğini ifâde edip, aradan sıyrılıvermiş oluyor. Üstelik AKP çevresi de bir nevi “tamam o zaman, Merkel’le alakası yokmuş, yola devam” tesellisiyle bunu kabul buyuruyor. Dikkat et bunu daha kimse konuşmuyor bile. Oysa hükümet vekillerinin de desteği altında bu yasa ile Türk’e “soykırımcı” damgası vurulmuş oldu. Bir bakıyorsun Almanya hem İncirlik’te ve hem İzmir’de Alman Askeri için yerleşim konutları inşâ ediyor. Bir bakıyorsun Erdoğan, milyonlarca Türk’ün yaşadığı Almanya için “Terör Ülkesi” gibi bir laf ediyor. Hemen ardından Alman Dışişleri Bakanı Türkiye’ye geliyor ve hiçbir şey olmamış gibi tatlı tatlı açıklamalar da bulunuyor… Batı’nın gerçekten düşman kabul ettiği Doğu’lu liderlere yaptıkları ortada. Biz Irak’ta Şehid Saddam’a, Libya’da Şehid Kaddafi’ye karşı yapılan saldırıyı hatırlıyor ve Batı medyasının gerçekten düşman olarak hedefine koyduğu liderler hakkındaki yayınlarıyla yakından tanıyoruz. Hasılı genel olarak Batı özelde Alman medyasının Doğu’lu liderlere karşı gösterdiği tavır eğer Hükümetin resmi tavrıyla örtüşmüyorsa, bunu Alman iç kamuoyuna dönük olarak düşünmek lazım. Hasılı Alman hükümetiyle AKP Hükümeti arasında “çetin anlaşmazlıklar” olabilir, fakat asıl meselelerde hiçbir anlaşmazlıklarının bulunmadığını uygulanmaya devam eden politikalarda görüyoruz.”

“Anlıyorum… Şu 3 milyar avro ve “Ermeni Soykırımı” yasası etrafında AKP hükümetinin ortaya koyduğu tavır bir müddet Alman vekillerinin İncirlik’e girişlerini engellemekten öteye gitmedi. Yoksa Batı’nın İslâm beldelerine karşı düzenledikleri saldırılar gibi esas meselede temelde bir anlaşmazlıkları yok.”

“Bittabiî!.. Dolayısıyla Erdoğan’ın ne kadar Doğu’lu bir lider olduğu da tartışılır… Saddam ve Kaddafi dedik… Ne Irak’ta ne Libya’da hiçbir zaman bir tane bile NATO ve ABD üssünün bulunmamış olması unutulmamalı. Vatanlarını asla Batı sömürgesine açmamış gerçek Doğu’lu Liderler bunlardır. Uzun lafın kısası, Erdoğan’a karşı Batı medyasında sürdürülen bu propaganda Alman iç politikasını şekillendiren bir şey. Bu AKP hükümeti için tehlikeli bir durum olmayıp, bilakis, Türkiye’deki hükümet medyasının Anadolu insanına “bak, liderimize saldırıyor Batılılar” algısıyla devşirdikleri bir desteğe yol açıyor ki, Erdoğan başta olmak üzere Yalancı Medya bundan oldukça memnun.”

“Seçimlerde durup dururken İngiliz gazetelerinin “AKP’ye oy vermeyin!” başlıkları atmasının Yalancı medyayı ne denli sevindirdiğini ve bu başlıkları nasıl da tepe tepe kullandıklarını hatırlıyorum efendim!”

“Bunları bir komplo teorisi olarak görmediğimi belirtmek isterim. Neticede sizin de ifade ettiğiniz gibi yıllardır ve gördüğüm kadarı ile her kesimden insanların vurguladığı birşey bu. Kıvam meselesi iyi anlaşılmalı. 60 senedir uygulanan baskı ve politikaların bugün getirdiği pozisyon gibi.”

“Anlıyorum efendim.”

“Bir de şöyle anlatayım; Tarih boyunca hiç hak etmediği hâlde sultan ve kral olan veya modern tabiriyle iktidara gelen olmuştur. “Olunmaz” diye bir durum yok. Tarih’te Firavunlar, Nemrutlar, Neronlar yanında günümüzde de bunun daha nice örnekleri var.

Ama biz Türkler olarak, çok nadir böyle tip yöneticilere sahip olmuşuzdur. Bizde öyle gerçek anlamda zevk-ü sefa delisi, halkına gerçek anlamda yamuk davrananına, zulüm edenine çok az rastlanır. Bugüne kısaca bakacak olursak; bugün mesele, Gerçek’in iktidarını ele geçiren Sahte’yi, hakikatin ırzına geçen düşünceleriyle birlikte memleketten söküp atabilmekte! Aynı şey “muhalefet” cephesi için de geçerli. Öyle bir düzen ki bu, her türlü “kötü”ye yol açıkken, “iyi”nin köküne kibrit suyu dökülüyor… Korkunç!

Herşey bu yüzden sekteye uğruyor. Anlayışlar körkütük, sakat… Zamanımızın hastalıklarından olsa gerek “şu konu hakkında şuncacık bilgisi yok ama fikri(!) var” meselesi.

Bu işin reçetesi, mevcut bu dehşet tabloyu sahiden hisseden, hissetmekle kalmayıp gerçek bir çözüm getirebilenlere bulaşmadan, ahkâm kesmeden, engel olmadan oturursun oturduğun yerde, kesersin sesini.

Adetâ “benim bugün şuculuğum tuttu, buculuğum tuttu” diye kafana göre saçmalamazsın! Ya gerçekten kafana takarsın meseleyi yada takılır kalırsın… Bu böyle”

“Efendim dilerseniz  çayları tazeleyeyim.”

“Lütfen.”

 

“Hangi Senaryonun Aktörüsün?”

Ben çayları tazelerken “Kulağın bende olsun” diyerek devam etti;

“Bu iş sistematik bir anlayış olmadan düzelmez. Ne Devlet ne de Millet. “Bütün insanlığa ve tek tek her insana hitâbedebilen” bir Dünya Görüşü olmalı ki, yama yapar gibi bir sorunu kapatırken, öte yandan yırtılmasın. Veya bir makinenin bir tarafındaki çiviyi sıkarken, öte taraftan başka bir çiviyi yerinden oynatıp boşlamasın. Sen de bilirsin, bir yazılım güncellemesinde bile Script’te yapılacak bir virgül hatası çökmeye sebep olabilir. Script’in türkçesi “senaryo” ya. Senaryo kelimesi garip karşılanabilir ama neticede her tiyatro eserinin veya sinema filminin olduğu gibi her fikrin, her işin, her projenin, her müsabakanın, her eğitimin, her yönetimin, her savaşın ve saire bir ön hazırlığı, senaryosu vardır. Ve bunu davet eden “aktör”leri.”

“Tersinden bir örnek olacak ama, işgâl saldırılarında olduğu gibi?”

“Denilebilir… Ama burada şununla veya bununla sınırlandırmadan mücerret mânâda anlamanı istiyorum.

Bütün senaryolar iş “aktör”ün omzuna bindiğinde onun şahsiyetine bitişik bir inisiyatif kullanma da söz konusu olabilir. İnisiyatif kullanma, aktörün kendi kafasına göre davranması değil, tamamen Bütün’e bağlı olarak hazırlanmış mevzuundaki senaryoya bağlı ve sadık kalarak yaptığı bir aksiyondur. Şimdi Batılı anlayışta “aktör bir tarafta, düşünce-senaryo bir tarafta”. Anlaşılıyor ki bizim “aktör”lükten anladığımız, senaryo ve senaryo sahibinin hürriyetine yakınlık kurarak “rol”ünü oynamak. E, bahsetmeye çalıştığım gibi, esere râm olan aktör, şahsiyetiyle “kendi rolünü” oynar ki, bu da onu bir “eser” yapar.”

“Sanırım iş, “hangi büyük senaryonun (Dünya Görüşü’nün) aktörlüğüne soyunduğumuz”la alâkalı bir noktaya geldi.”

“Bunun sizin örneğini verdiğiniz Batı medeniyeti “işgal senaryosu”nun aktörlüğünü sürdürenleri yanında, bu senaryoya karşı olanların oynadıkları rolleri var. Varsın işgale direnenler hangi Büyük Senaryo’nun aktörü olduğunun şuurunda olmasınlar. Biz ise tek tek ve toplu olarak mevzuumuzda şuurlu “oyuncu”-“aktör” olmakla mükellefiz. Bu Büyük Senaryo’nun, Fikrin Kahramanı Baş Aktör’ün adımlarına adım uydurmakla… Hatalarımız olabilir. Fakar “hata etmemek” için sahneye çıkmaktan kaçmak ne büyük bir ihanettir… “Neyse hâlin çıksın fâlin!” hesabı, biz kendimizi, hattâ bize dahi meçhul olan yanlarıyla birlikte niyetlerimizi, ciğerimizi, gören Göz’e değerlendirebileceği veya değerlendirme dışı tutup reddedebileceği bir unsur, âlet olarak sahnede arzetmekle yükümlüyüz…”

“Demek ki asıl şuurlu bir risk alanlar “oyuncu”lar. İyi niyet ve gerçek bir samimiyet yoksa, mahvolur insan.”

“İnsanın yaratılış gayesi bu değil mi: “Eşya ve hadiseleri teshir etmek!”… Kös kös oturmak ve seyircilik de bir “rol”dür, fakat bir Müslüman için kabul edilebilir bir şey değil…

Niyet, samimiyet elbette ideal anlayışı ile ilişkili. İyi niyet, samimiyet ve doğru ideal mutlaka hep bir arada olması gereken şeyler. Bugünlük son olarak ne anlatmak istediğimi bir örnekle açıklayayım.”

 

Sultangaliyev Etrafında

“Eğer yorgunsanız bir dahaki sefere bırakabiliriz efendim.”

“Şunu da anlatayım kalkarsın. Bir daha ki buluşmamız da yine dilediğimiz gibi sohbet ederiz.”

“Peki nasıl isterseniz.”

“İyi niyet dedik, güzel samimiyet ve doğru ideal dedik. Rus Komünist İhtilâli hakkında herkes az çok bir bilgiye sahiptir.

Ancak İhtilâlin mimarları Lenin’in, Stalin’in ve Troçki’nin öncülüğü yanında bir kişi daha var ki biz Türkleri yakından ilgilendiriyor.

Mirsaid Sultangaliyev’den bahsediyorum.”

“Evet Efendim. Afedersiniz, böyle sözünüzü kesen heyecanımı mazur görün, çünkü son günlerde benimde üzerinde durduğum ve biyografisini incelediğim birisi Sultangaliyev. Hatta öyle bir noktaya geliyorum ki, Türk İhtilâli çerçevesinde şu ân “Türk Birliği”, “Turan” meselesinde kuru Türkçülük ve hamaset edebiyatı dışında “acaba, böyle sahici şahsiyetler veya örgütler var mı?” diye düşünmekten kendimi alamıyorum.”

“Bayağı bir heyecanlanmışsın. Güzel bir tevafuk diyelim. Vardığın noktaya doğru bağlayacaktım zaten, şimdi daha rahat konuşabilirim.

Mirsaid Sultangaliyev bir Tatar Türkü. Kendini eğitmeyi başarmış, hatta kendi memleketinin bazı bölgelerinde öğretmenlik yapmış biri. Artık o dönem milletinin, yâni yaşadığı bölgedeki Türklerin perişanlığından mı yoksa kendi içinde gelişen ideolojik tavırdan mıdır tam bilinmez, kendisini doğru bulduğu Sosyalizm mücadelesine veriyor.

Kim bilir, belki de Türkî devletlerinin Sovyetlere katılmasında büyük bir rolü de olmuş olabilir. Fakat bir fikir ve dünya görüşü olmadan devrim yapabilmenin mümkün olmadığını göstermesi açısından da iyi bir örnek olduğunu vurgulamak gerekiyor.

1917’de Rus Komünist Partisi’ne giriyor ve yaptığı işlerle parti hiyerarşisi içinde en yüksek dereceli Müslüman Türk hâline geliyor.

Devrim sürecinde birçok Türk Devletini dolaşıp, buralarda örgütlenmeler meydana getirirken millî hassasiyetleri de karşılamaya çalışan yeni bir sosyalist düşünce, yeni bir akım geliştiriyor. Bütün bunları yaparken ömrünü Sovyetler bünyesindeki mazlum Müslüman ve Türklerin haklarının aranmasına adıyor.

Öyle ki, Komünist Parti içinde mırıldanmalar başlıyor ve hapis yatmak zorunda kalıyor. Ancak Devrim için yaptıkları göz önünde bulundurarak serbest bırakılıyor.

Bolşevik İhtilâli’nden sonra liderler arasında zaten var olan kapışma Lenin’in hastalanmasından sonra iyice hız alıyor. Ve o öldükten sonra Stalin iktidara geçince temizliğe başlıyor ve İslâm-Türk davasını güttüğü suçlamasıyla Sultangaliyev’i Stalingrad’da kurşuna dizdirerek katlediyor.

“Hakkındaki bir biyografide şöyle geçiyor efendim: Sağcı ve Solcu Vatanseverlerin ortak noktasıdır Mirsaid Sultangaliyev.”

“Evet öyledir aslında. Birçok “Türkçüyüm” geçinen tanımaz, hatırlamaz hatta özellikle dile getirmez falan. Aynı şekilde Solcular da böyle yapar. İzninle notlarımdan devam edeyim:

Milli Sosyalizm kavramının kurucusudur. Galiyevizm olarak geçer ama ben bu tabiri pek sevmem. Mirsaid Sultangaliyev’in temel motivasyonu Milliyetçilik, Vatanseverlik, Türkçülük, Turancılık ve elbette fikrî kalıp hâlinde Sosyalizmdir.

SSCB döneminde din karşıtı propaganda yapılmasına karşı çıkmıştır. Bir Müslüman olarak Sovyet Komünist Partisi’nde sürekli Müslüman kitlelere özgü görev alması “İslamcı” olduğu zannına neden olmuştur.

Müslüman kesim diye belirttiği ve haklarını savunduğu sınıf ise dönemin SSCB’de yaşayan Türkler’dir. İnancına sıkı sıkıya bağlı halkının haklarını savunmalarının tek yolu olarak İslam’ı görmektedir. Bu çerçevede “Galiyevizm yani Ulusal Sosyalizm dinlere karşı çıkmamaktadır” şeklinde ifâde edilegelmiştir. Türk Milliyetçiliğini savunmaktadır. Galiyev’e göre “kurtuluş milliyetçiliğin ve sosyalizmin birleşmesiyle olabilir”. Yani milliyetçilik sosyalizmi, sosyalizm ise milliyetçiliği tamamlayacaktı. Bu mücadeleler sonunda tüm halklar emperyalizmin etkisinden kurtulacaktı. Sultan Galiyev, İslam Milleti’ne mensup Orta Asya halkı üzerinden İslâm düşmanlığını sürdüren bir propagandayı reddediyordu. Bu yüzden Türkistan’da sosyalist propaganda yaparken “din düşmanlığının yapılmaması gerektiğini hatta İslam ile sosyalizmin aynı emelleri paylaştığının savunulmasını” öneriyordu.

Böylesi muvazaacı bakış açısını bugünden bakarak eleştirme kolaylığına girmeden içinde yaşadığı dönemde bir “aktör” olarak mücâdele vermiş Sultangaliyev’in durumu bana şu soruları sorduruyor;

1) Şu an Müslüman Türk Devletlerinin tam bağımsızlık uğruna asıl sahip olmak zorunda oldukları Fikir-İdeoloji nasıl olmalı? Böyle bir İdeolocya mevcut mu?

2) Mirsaid Sultangaliyev eğer o dönem Büyük Doğu-İBDA İdeolocyasından haberdar olsaydı Sosyalizme gerek duyar mıydı?

3) Şu ân Türk Devletleri arasında gerçek anlamda (Kırgızistan Taza-Din Hareketi dışında) İhtilâlci bir mücadele yürüten şahıslar (aktörler) veya Örgütler var mı?

Bunlar üzerinde kafa yorun bence.

Bugünlük bu kadar. Ayağına sağlık çok sevindim tekrar görüştüğümüze.”

“Ben de. İnşallah yakında diğer arkadaşlarla birlikte görüşmek dileğiyle.”

“Memnuniyetle. Allah heyecanınızı daim etsin.”

 

Nihan ÖZTÜRK

 

timthumb (1) timthumb

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: