ESATİR VE MİTOLOJİ’YE DAİR: 11 – SÜLEYMAN PEYGAMBER

ESATİR VE MİTOLOJİ’YE DAİR: 11 – SÜLEYMAN PEYGAMBER

SÜLEYMAN PEYGAMBER

Esatir ve Mitoloji’nin dokuzuncu bölümü “Kuş Dili” ana başlığıyla başlıyor. Bölümün ara başlıkları: Sayı, Dört Sayısı, Varlıkta Dört, Dört Kuş, Anka, Harfler ve Hakikatler, Heba, Boşluk ve Heba, Heba ve Şekil, Heba – Heyulâ, Güvercin, Güvercin – İbda, Karga, Kartal, Birkaç Tamamlayıcı Kelime, Hüdhüd Kuşu, Süleyman Aleyhisselâm, Cemşasb…

Altay mitolojisinde şaman ile Ülgen arasında aracı rolü oynayan `Utkıcı‘`dan bahisle başlayan konu, -rastgele bir seçme yapacak olursak- şöyle devam ediyor:

 

ANKA

“ANKA NEDİR DİYE SORULURSA

HEBA’DIR – NE VAR NE YOKTUR

VAKIADA ORTAYA ÇIKAR:

“ben mevcut bir hakikat olmayanım

ben yoksun bir hikmet olmayanım

ANKA – zikredildiğinde anlaşılır örf yoluyla

varlık kapısı ise kapalıdır…’

hakikati olmayan bir mahiyettir ANKA kuşu.

 

HEBA CEVHERİ – görünen varlığa benzemez:

-“kendisine verilmiş ismi de Hazret-i Ali’den

bizler onu ANKA diye isimlendirmekteyiz

çünkü o – zikredilmekle hissedilir ve anlaşılır

harici varlığı yoktur

bilinişi ancak verilen misâllerle…

(…)

 

HEBA

(…)

HEBA – içinde âlemin suretleri yaratılan

sonradan var olmuş madde

HEBA – âlemin cisimlerinin suretlerini

kabul etmiş karanlık bir cevher

(…)

 

BOŞLUK VE HEBA

Âlemdeki yalnızlığın kaynağı

âlemin doldurduğu HALÂ’dır

yâni BOŞLUK

onu ilk dolduran Heba’dır

halâ’yı varlığıyla doldurmuş

karanlık cevher

ardından – HAK NUR ismiyle

ona tecelli etmiş

bu cevher O’nunla boyanmış

böylece hebâ varlık ile nitelenmiş

KARANLIK YOKLUK kaybolmuştur

Böylece Heba varlık ile nitelenmiş

boyandığı nurla kendini izhâr etmiştir…

 

HEBA – HEYULÂ

HEBA HEYULÂ’dır

–EŞYANIN ASLI VE GERÇEK KISMI–

FAKAT KÜLLİ CİSİM DEĞİLDİR

HEBA’DIR – ZÂTLARININ

KÜLLİ CİSİM’DE ORTAYA ÇIKIŞINDAN ÖNCE

maddenin ortaya çıkışından önce

KEŞİF SAHİBİNİN GÖRDÜĞÜ

ÂLEMİN SURETLERİNİN İLİMİ VARDIR…

(…)

 

GÜVERCİN

GÜVERCİN İlk Akıl ve Yüce Kalem’i

temsil eden KARTAL KARŞITIDIR

ve İKİNCİ VARLIK MERTEBESİ…

 

İlk Akıl karşıtı – KÜLLİ NEFS

Yüce Kalem’in karşıtı – KORUNMUŞ LEVHA

Adem’in karşıtı – HAVVA

mertebesidir GÜVERCİN

*

Güvercin – Külli Nefs – Korunmuş Levha’dır

(…)

 

KARGA

GURAB – karga demek

böyle isimlendirilmesinin sebebi

SİYAH olmasından:

“Fatr Suresi 27. âyette geçen

garabib-i sud 

yâni kuzgunî siyahlar ifâdesi

buradan gelir

bunlar aynı anlamdaki iki kelimedir!”

 

Siyah – ululuk rengidir

siyah – kara

siyaha – suyun akması – oruç tutmak

KARGA – KÜLLİ CİSİM’in sembolüdür…

(…)

 

KARTAL

UKAB – KARTAL demektir

iki köktür

birincisi – bir şeyin geciktirilmesi

ikincisi – yükseklik

şiddet ve güçlük

KARTAL mânâsındaki UKAB

ikinci kökten gelir

KARTAL – yırtıcı kuşlardandır…

(…)

 

HÜD HÜD KUŞU

(…)

Süleyman AleyhisselÂm kuş dilini bilir

ve kuşlarla konuşurdu…

(…)

 

CEMŞASB

Hazret-i Süleyman’ın bir LÂkabı

Cemş – parmaklarının ucuyla celbetmek

(…)

Asb – sarık 

imâme – bağlamak

sarmaşık…

30 Mart 2013

 

 

MÜHR-Ü SÜLEYMAN

Günümüzde bazı İsrail severler tarafından bu figür istismar ediliyor. Şimdi eskiden bunu Karamanlı Beyliği, İsfendiyarlı Beyliği gibi beylikler, bir kısım Selçuklular, hattâ Osmanlılar kullanmışlar; meselâ Barbaros‘un sancağında vesaire görünür… Anlamı şudur:

İslâm’ın dünya hakimiyeti!

Ama bugün bu anlamlar kalmamış bu sembolde, İsrail devletinin bayrağı olmuş, bütün dünya da öyle bilirken, kalkıp illâ geçmiş bağlantısıyla gündeme getirenlerin bir kısmı, en hafif deyimiyle, birer istismarcıdır. Asıl amaçları da; Türklere İsrail’i sevdirmek, Türkler’in geçmişiyle bugünkü İsrail arasında müştereklik vehmettirmektir. “Bugün Türkler’in dünya hakimiyeti mefkûresi İsrail’de dile geliyor!”

Böyle bir şey olabilir mi? Olamaz. Bazı şeylerin geçmişteki anlamlarıyla bugünkü anlamları arasında taban tabana farklılıklar olabilir. Mesela boşandığın eşin, artık senin eşin değildir, herhangi bir kadındır, belki de artık başkasının eşidir. Ne der Mecelle: “Zamanın değişmesiyle hükümler değişir.” Daha doğrusu şöyle ifade edilebilir:

-“Mânânın değişmesiyle hükümler de değişir!

Diğer taraftan Türklere ait bir sembol de değil; bazı Müslüman Türklerin kullandığı, İslâm’a ait, Peygamberler tarihine ait bir sembol… Bunu özellikle vurgulamamın sebebi, bugün bunu gündeme getiren istismarcıların çoğunlukla İslâm düşmanı neo-şamist İsrailciler olması… Ve işin aslında ortada onları ilgilendiren bir şey olmaması!

İslâm düşmanı ve İsrail aşıkı neo-şamanistlere buradan piyaz çıkmaz. Barbaros Hayreddin Paşa‘nın sancağına bakın. En üstte fetih âyeti yazıyor. Dört köşedeki dört hilâl içinde Dört Halife‘nin ismi. Ortadaki kılıç Hazret-i Ali‘nin zülfikârı. Onun üstündeki el işareti, Ehl-i Beyt‘i temsil ediyor. En altta da “Mühr-ü Süleyman“… Türkler’in dünya hakimiyeti ideali, İslâm’ın dünya hakimiyeti düsturundan gelir.  

Diğer taraftan İslâm’ın anlattığı Hazret-i Süleyman ile İsrailiyyatın bahsettiği King Solomon da aynı şey değildir. İslâm’a göre Hazret-i Süleyman, “Doğu’nun ve Batı’nın hükümdarıdır” ve bütün Allah inanmışlarının lideri… İsrailiyyata göre ise, Filistin’de küçük bir beldede hüküm sürmüş bir İsrail kralı… İsrail bayrağının iki mavi çizgisi “Nil ve Fırat arası” hâkimiyeti temsil ettiğine göre -aslında bu bile başlı başına suçtur ve yayılmacılık alametidir-, belki de Mezopotamya hükümdarı… Ama ne kronoloji, ne tarihi bilgi bakımından, dünya hükümdarı olamaz. Zaten sözkonusu sembolü de ona nisbet etmezler, “Davud Yıldızı” diyerek, onun selefi Davud Peygamber‘e nisbet ederler.

Açıkçası Torah’tan Batılılara geçen Peygamberler tarihine bakış, çarpık ve Yahudileştirilmiş bir bakıştır. Bu bakışın gerek mânâları, gerekse kronolojisi tahrif edilmiştir. Düne kadar Torah Hititler’i Filistin’de yaşamış küçük bir kabile olarak anlatıyordu ve öyle biliniyordu; oysa 1920’lerde Hititler’in Anadolu ve Suriye’ye hâkim büyük bir medeniyet olduğu ortaya çıktı. Binaenaleyh Torah, tarih bilgisi verecek bir kaynak değildir.

30 Nisan 2012

 

 

BELDETUN TAYYİBETUN

Sebe Sûresinin 15’inci âyetinin meali şöyle:

-“Andolsun ki, Sebe kavminin yaşadığı yerde bir âyet vardır. Sağdan ve soldan iki bahçe. Rabbinizin verdiği nimetlerden yiyin ve şükredin. İşte güzel bir şehir ve bağışlayıcı bir Rabb!

Akşemseddin  (veya Molla Cami) bu âyetin son kısmındaki “güzel bir şehir” (beldetün tayyibetün) ifadesinden İstanbul’un fetih tarihini buluyor. Ebced hesabına göre, “beldetün” 436 ediyor, “tayyibetün” de 421… İkisinin toplamı 857… Yani, 1453’ün Hicrî yılda karşılığı!

Neden başka bir âyet veya başka bir kavram değil? Onu bilmiyoruz. Ama şunu biliyoruz ki, o dönemde devlet ileri gelenleri bu keşfe yürekten inanıyorlar. Fatih başa geçince, Bizans dışındaki düşmanlarıyla 3 yıllık barış yapıyor; “bu 3 yıl fetih hazırlığı için bana yeter” hesabı… 1452’de topladığı büyük divanda fetih kararını açıklıyor ve açıkça şöyle diyor:

– (Kur’an’da) Beldetün tayyibetün (diye geçen şehir), Konstantiniyye’dir.

Pekâlâ, madem öyle, “beldetün tayyibetün” ifadesi İstanbul’a işaret ediyor ve İstanbul’un müslümanlar tarafından fethedileceği tarihi veriyor; o halde Sebe halkının neden Yemen taraflarında yaşadığı düşünülüyor?.. Âyette “Sebe halkının yaşadığı yer” diye bahsedilmiyor mu oradan? “İki yanında iki bahçesi” diye -belki de- bir boğazın ikiye böldüğü şehir zikredilmiyor mu? Şu halde Saba melikesi Belkıs‘ın, Yemen’de değil de, İstanbul’da yaşamış olduğu düşünülemez mi?

Ben pekâlâ düşünüyorum bunu. Bir mâni mi var? Sebe halkının Yemen’de yaşadığı eğer bir rivayete dayanıyorsa, bu da pekâlâ tevil gerektiren, müteşabih (sembolik) bir ifade olamaz mı?

Herkes, eski anlayışların geleneğine uyarak “Yemen” diyor. Halbuki ortada İstanbul’un fethi gibi apaçık bir durum var!..

Netice itibariyle bu bir spekülasyon; gerçekte öyle olup olmadığını bilmiyoruz. Birtakım izlerden yürüyerek, acaba bu şekilde düşünülebilir mi diye bir merak belirtiyorum.

Bunu izhar ederken en korktuğum şey ise ortalıkta bol miktarda gördüğümüz fasaryacıların işleriyle benzeştirilmesi. Hani “Hazret-i İbrahim Türk’tü”, “İskender uzayda dolaştı”, “Nuh Tufanı cep telefonunun şarzı bitince başladı” türünden, ilgi çekmeye yönelik fasaryalar var ya…

Onlar da olacak, onları engelleyemeyiz. Ancak benim “spekülasyon” dediğim şey, reyting toplamaya mahsus bir şey değil, bir tevil metodudur. 

30 Ocak 2012

 

 

BAYKUŞ

Baykuş bir kült… Çok eski bir kült… Halk arasında var olan “baykuş ötmesi uğursuzluktur” şeklindeki inancın, şamanlık döneminden kalma olduğu düşünülebilir.

Cahiliye devrinde Arablar arasında da varmış bu inanç. Arablar arasında öldürülen kişinin intikamını almak zorunluymuş; eğer alınmazsa, hem maktülün ruhu azab çeker, hem de büyük uğursuzluklar olurmuş. Baykuş ötmesi bu uğursuzlukların habercisi sayılırmış. Öldürülen kişinin intikamının alınmadığını, onun kanı yerde olduğu sürece de uğursuzluğun gitmeyeceğini haber verirmiş. Bu yüzden kan davaları, tabiatın dengesini sağlayıcı, uğursuzluğu giderici bir töre olarak yaygınmış.

Geçenlerde bir arkadaşım da bir ortama şöyle yazmıştı:

– Baykuş, hayvanlar arasında insanlar gibi mimikleri olan tek canlıdır. Evrime teorisine inansaydım, baykuştan geldiğimize inanırdım!

Bu örneklerden de anlıyoruz ki, inançlar ne kadar bâtıl olursa olsun ciddi şeylerdir. Önünde durmaya gelmez…

2 Aralık 2011

 

Selim Gürselgil

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: