BERCESTE / NİSBET İNSİCAMI -1- FAZİLET VE MARİFET
Taç Mahal; sabahları pembe, akşamları süt beyaz ve ay ışığı altında altın renginde görünürmüş. Bu beşeri eser, Türk kültürünün değerleri ile İslam erdemlerini temsil ettiği gibi kadın varlığında tezahür eden, çok katmanlı cazibeli güzelliklerin de temsilcisidir. Bu harikulade beşeri eserin ortaya çıkmasına vesile olan kadim Türk tarihimiz, aynı zamanda Sultan Abdulhamit Han şahsında aziz Türk milletinin tasfiye edilmesi gibi benzeri acı hüzünleri, dramatik sahneleri ve yastığımızı tuzlu sulara gark edecek melodramları da barındırır.
Sultan Abdulhamit’in tahtından indirildiği andan itibaren, Türk çocuklarını erk makamından uzaklaştırmakla yetinmeyerek, sürgün, zulüm, işkenceyi reva gören ve bu ülkeyi ele geçiren örgütlü güç, artık kanser haline geldi. Haddini aşan ve cani cürümlerin müsebbibi olan bu örgütlü gücü, Mavi Bayrağın gölgesi hariç, artık hiçbir ilaç tedavisi iyileştiremez ve hiçbir kimyasal tedavi yöntemi, bu cani gücün kararlarını sorgulayamaz ve yönetme şeklinden vazgeçmelerini caydıramaz.
Takdir edersiniz ki çehresi kırışan ve yüzü buruşanlar, aynaları suçluyor. Aziz Türk çocuklarının sürgün edilmesinin ve işkence yapılmasının emrini veren sütü bozuk politikacılar ile bürokratik oligarşinin ‘’Dış Güçler’’ palavrası gibi. Fırıldakların, sahtekârların ve sütü bozukların mesleği olan politika ile bu mesleği icra eden politik oligarşinin martavallarını izlemek, palavralarını dinlemek ve yalanlarını işitmek, sarhoş kusmuğundan daha iğrendirici ve çok daha tiksindirici. Bu sütü bozuk, renksiz, şahsiyetsiz ve karaktersiz mahlûklara ‘’Gri’ diyebiliriz.
GRİ, BİR RENK DEĞİLDİR
Malumunuz olduğu üzere gri, bir renk olmadığı gibi ara renk bile değildir.
Gri, küfre, kâfire ve batılın bakış açısına yakın olduğu halde Nötr gözükme yanıltması ile müminleri aldatma topacıdır. Gri olmanın verdiği güdü ile hareket eden politik çeteler ve bürokratik oligarşi ile birlikte insanlarımızın kanını ve ceplerini emen sermaye vampirleri, milli ve yerli düşünmekten ziyade fesat ekici ve bölücü, iman ehlinden ziyade küfür ehlinin emrine amadedirler. Evet, bulanık bir çağ, lekeli bilgiler ve hastalıklı malumatların dönemindeyiz. Hani demem o ki yaşadığımız bu karanlık çağda siyah ile beyazın, sağ ile solun, mazlum ile zalimin, mümin ile kâfirin, medeni ile bedevinin ve iman ile küfrün iç içe geçtiğini ve keskin çizgileri körelmiştir. Keçi yolundan-kestirme ve daha kısa yoldan söylemem gerekirse içinde yaşadığımız bu çağda izbelerde ve tenhalarda gizlenseler de ferdi olarak seçkin ve cazibeli müminlerin bulunmasına mukabil, bütün fertleri seçkin ve cazibeli müminlerden müteşekkil bir topluluğun bulunmadığını görmek, ağlanacak, sızlanacak ve acı ağıtlar yakılacak hakikatimizdir.
Mamafih, hasım- küfür sahasına göz gezdirdiğimiz de ise bir tane gerçek kâfire rastlamanın samanlıkta iğne bulmaktan çok daha zor olduğunu görmeliyiz. Evet, ferdi olarak gerçek bir kâfire denk gelmenin, hemen hemen imkânsız olduğu bu çağda, gerçek bir Hristiyan kaldı mı? Diye düşünmeye bile gerek olmadığını söyleyebilirim. Evet, günümüzde şahıs noktasında gerçek bir kâfir bulunmasa da, kâfirliğe-küfür orijinine en yakın batıl topluluğun, Yahudi ulusu olduğunu söyleyebilirim.
HAKİKAT BİR BÜTÜNDÜR PARÇALANAMAZ
Malumunuzdur ki mutlaka giden yollar, Allah ve Resulüne giden yollar, bu modern çağda bedevi ve bedevi kültürlü haramilerin işgali altındadır. Hasta doktor dediğimiz anda o kişi doktor değil, artık hastadır. Bir körün başka bir köre yol göstermesi, nasıl ki eşyanın tabiatına aykırı ise ruhen ve fikren hasta olan birinin de başka bir hastaya yol öğretmesi, kimyasal tepkimeye aykırıdır. Evet, bugünün çağdaş laikleri ile izdüşümü olan selefi halefleri, kelamı kadim/Kuran kerimin erdemlerini ve değerlerini örtmek, ötelemek ve ertelemekle meşguller. Merhamet mahkûm, şefkat firari ve ahlak izbelerde canını kurtarmanın derdinde. Bizler ise cüzlerin yani ilkelerin tefsiri ve meali ile parçalanmaz bir bütün olan hakikate, pencere açmanın derdindeyiz. İlahi ve beşeri tarih şahittir ki insanların çoğu, insanlara kul olmayı seçmiştir. Bu halin istisnaları toplumlarda çok az bir yekûn tutar. Zihin ve akılların iğfal, kalplerin de çöplük haline geldiği günümüzde batıl görüşler moda, yanlış hükümler oldukça yaygındır.
Bildiğiniz üzere, araziyi tesviye etmeden ve tarlayı-zemini uygun hale getirmeden fide ekilemez ve yeni tohum saçılamaz. Evet, bir insanın iki kalbi olamayacağı gibi bir insanın da iki kıblesi olamaz. Güvelerin yiyip bitiremeyeceği, pasın çürütemeyeceği ve rutubetin asla ve kata işlemeyeceği amellerden biri, belki de en kıymetlisi kötüye, çirkine, harama karşı infialimizle birlikte hakikate, güzele ve helal olana sevgimizi göstermekten geçtiğine inanıyorum. Hakikatin bir bütün olduğu ve parçalanamayacağına göre gelin, hep birlikte araziyi tesviye ve tarlayı-zemini, Mutlak Fikre mutabık İBDA ideolocyasına uygun hale getirme çabamızla birlikte fide ekmeye ve tohum saçmalıyız.
İmdi, müsaadenizle bir mola verelim. Lütfen, ceketimizin tüm düğmelerini ilikleyelim ve hikmetin membaına, saygı ve ihtiramla varalım. Bir direğin ardına saklanarak, dinleyelim. Olur ya belki bir şifa buluruz, kulağımızdan zehirlenen bünyemize. Olur ya belki bir rahmet tecellisinin nuruyla arınır, günah denizinde yüzen şuurumuz. Olur ya belki kardeşlerim der tebessüm eder, biz mutlu oluruz. Evet, hikmetin kapısına varalım, edeple dinleyelim.
BİR DAMLA HİKMET
Bir gün, Allah Resulünün yanında bulunan Ashabı Kiram-sahabelerden biri, şunu sordu: Hayvanlara yapılan iyiliğin sevabı olacak mı?
Yürüyen Kelamı Kadim/ kuranı kerim ve ayetlerin canlı hali olan Allah Resulü: ‘’Evet, kalp taşıyan her canlıya verilen, her damla suyun, bir mükâfatı olacak, indallahda.’’ Buyurdu.
FAZİLET VE MARİFET
İslam tarihi şaşkın olmadığı gibi Türk örf ve ananeleri de kof kütük değildir. Bizler, bizlerden çok daha asil ve soylu, insanlığın şahikası olan Allah Resulünün ümmeti, bizlerden çok daha cesur olan İslam’ın ilk kadın şehidi olan Hz Sümeyye (r.a) gibi Türk sahabenin nesli… Bizler, bizlerden daha âlim olan İmam Maturidi anlayışının takipçileri ve aziz varlığımızın atası Oğuz Han soyu… Bizler, bizlerden daha cevval olan Hazreti Yavuz Sultan Selim han ile Emir Timur Han ahfadı… Bizler, bizlerden çok daha basiretli, ferasetli ve fazilet sahibi olan ve adım adım Müessir Eser/Allah Resulünün ayak izlerini takip eden Salih MİRZABEYOĞLU’NUN varisleri isek, bugünkü şuur seviyemiz ve amellerimizle, Vahdaniyet silsilesinin şahikası ile varisleri olan bu Allah kulları karşısında pigmeleriz ve başımız önde yürümek zorundayız.
Bilginin hatıra pulu cinsinden biriktirilmesinde bir fazilet bulunmamaktadır.Bizler, üstümüze vazife olmayan hüsnü kuruntularımızı bilgi zannedersek hakikati öğrenemeyiz. Gerçi, bu çağın insanları, ruhen ve bedenen ihtiyaç duydukları nesnelere ve muhtaç oldukları ilkelere mesafe koymayı ve uzaklaşmak şıkkını tercih etseler de bizler, ilkelerimize sadık, sözümüze vefalı ve ihtiyaç duyduğumuz gerçek nesnelere yakın olmak için fazilet ve marifet ile hareket etmeye mecburuz ve mahkûmuz. Unutmayalım ki zalimlerin gücü, haklıların faziletsiz ve marifetsiz olmasındandır.
Hülasayı kelam, mümin (kalp gözü açık) ferasetiyle gri içindeki beyazı ve siyahı ayrıştıran mütefekkir kumandanımız, ebedi âleme göç ettiğine göre Ülkemizi rehin alan örgütlü güce ve gri olan uşaklarına karşı zafer kazanmak ve haşmetli atalarımızın karşısında başımızı kaldırabilmemiz için çalışmaktan ve kendimizi inşa etmekten başka seçeneğimiz yok.
Kâfir ve Türk düşmanı alçaklar karşısında detant (korku karşılığı barış yapmak) durumuna düşmemek için çaba göstermekten ve kendimizi inşa etmek dışında hiçbir tercih hakkımız yok.
Evet, başımızı yerden kaldırabilmek ve dik yürüyebilmemiz için Allah ve Resulüne karşı ahdimize sadık ve atalarımıza layık olmalıyız. Layık olmak için varlığımızı inşa etmekle başlayacağımız bu çabamızı bir kısım hususi kavram ve terkibi hükümleri, ayrıntılı ve detaylı bir şekilde idrak etmekle başlatmak gerektiğine inanıyorum. Büyük Doğu – İBDA külliyatına ait bütün eserlerde teorisi ve pratiği bulunan ‘’Nisbet’’ anlayışı ile fazilet, ‘’İslam, zıt kutuplar arası üstün muvazenenin nizamıdır’’ terkibinin anlayışı ile marifet kazanmak gibi.
Burhan Halit KOŞAN
Not: Bu çalakalem çalışma, aklını kalbinde, kalbini aklında taşıyan kıymetli gönüldaşımız Halis TURAN beye bir kehribar tanesi, baharatlı bir şiir kıvamında çam sakızı, çoban armağanımız olsun.