HİKEMİYAT – “ASLOLAN İMÂNDIR!”
Son olarak hikemiyat;
Aslolan imândır. Düşünce imândan doğar. Bilgi düşünceden doğar. Teknik bilgiden doğar. Üretim teknikten doğar. Her şey bir imândan gelmiştir.
Bu zincirin mutlak antitezi yoktur. Yani tam bir imânsızlık. Zincirin en altından başlandığını düşünün:
Üretime inanıp da onu meydana getiren tekniğe inanmamak, bir imân zaafıdır, ama yine imân; üretime imân. Tekniğe inanıp da bilgiye inanmamak, aynı. Bilgiye inanıp da düşünceye inanmamak ve düşünceye inanıp da inanmaya inanmamak; hep imân zaafıdır; postmodern kaosun sebebi.
İnsan yönünden alınca: Her şeyden önce imân vardı. İslâm tarihi, bütün insanlık tarihinin özeti gibidir. Her şeyden önce imân vardı (Mutlak Muhatap Anlayış); bütün ilimler, sanatlar, fenler, kısacası büyük bir medeniyeti meydana getiren bütün ürünler ondan doğdu.
İnsanoğlunun bütün çağlar boyunca en büyük meselesi olan ahlâk, imândan doğdu. Aksiyon (amel) de ahlâktan… (N. Topçu yanlış biçimde aksiyonu hareket diye Türkçeleştirir.)
Başlangıçta hiçbir ilim yoktu. Tüm ilimler ve sanatlar bir kenara bırakılmış, sadece saf bir imân!
Bu bakımdan tüm düşünce, bilgi, teknik, ürün zinciri imândan birer zaaftır. Dinî ilimler, tefsir, hadis, fıkıh da buna dahil… (Hazret-i Ali der: İlim bir noktaydı, onu cahiller çoğalttı!) Hiçbir düşünce, bilgi, sanat; hâl ve amelle sahabinin imânına ulaşılamaz. İmân o nokta!
Ama size birisi, bizim bu “imândan zaaf” dediğimiz beşeriyet tarihi ile ilgili derse ki, “bütün ilimler ve sanatlar bidattir”; veya onunla aynı kapıya çıkan, “ben yalnız Kur’ân’a bakarım, başka bir şeye bakmam”; işte asıl bidat budur. Kur’ân’a bakan zaten böyle konuşmaz; orada böyle bir hüküm de bulamaz. İmân kendisi için değildir (kendinde’dir); her şeyi bilmek, anlamak, yapmak içindir.
Yine derse ki Asr-ı Saadette tasavvuf yoktu; ona deyin ki: Asr-ı Saadette dinî ilimler de yoktu. Tefsir hadis, fıkıh, kelâm, bunların usûliyatı hep “bidat”!
Bunların Asr-ı Saadette müesses olarak değil nüve halinde bulunduğunu söylerlerse; işte biz de bunu kastediyoruz zaten. Bu tam da Hikemiyatın cümle kapısıdır.
Her şey için bu böyledir. İmân bir tohumdur ki, içinde insan marifetine dair her şeyi saklar; örnek alınacak ölçüleri (paradigmayı) verir; neyin yapılıp neyin yapılamayacağını gösterir.
Ve hikemiyat, çağın bütün bilgileri ve marifetleri arasında, işte bu bilgidir; neyin paradigmaya uyup neyin uymadığının bilgisi.
Onun ilkel ve çizgidışı bir versiyonu fetvacılıktır; sanki geştalt psikolojisinin uygun olup olmadığı, Weber sosyolojisinin ne yönden dikkate değer olduğu, Das Kapital’de Müslümânları ilgilendiren ne olduğu hakkında fetva verilebilir ve alınabilirmiş gibi… Küçük şeylerle uğraşır bu yüzden; işte borsaya girsem caiz midir falan…
Tüm bunlar tefekküre dair, fikri muhasebeye dairdir. Bu muhasebeyi ancak Hikemiyatla yapabilirsin. Çünkü Hikemiyat, imâna dayalı düşüncenin ve düşünce ölçülerinin İslâm aleminde -bilinen- ilk ve tek örneğidir. Bütün felsefeyi, bütün sanatları, her şeyi değerlendirme mihrakı!
Hikemiyat sadece Batı düşüncesine bakar, onu muhasebe eder diye de bilmemek lâzım. Bütün düşünce tarihine bakar; ki o yönden Batı düşüncesi hâlâ küçük sayılır.
Harflerin hikmetleri, sayıların hikmetleri, günlerin, haftaların, ayların, yılların hikmetleri, güneşin, ayın yıldızların, burçların hikmetleri. Yaratılan her şey bir hikmetle yaratılmıştır. Mesele Hint düşüncesinde, insan vücudunun enerji akışlarına dair acaip tespitler vardır. Çin düşüncesinde tedavi usûlleri, spor ve beden eğitimi usûlleri. Kızılderili kültüründe bir şey, Afrika, Okyanusya kabilelerinde, en akla hayale gelmedik, çok eski çağlardan kalma bir hikmet. Hikemiyat, kısacası, Allah Resûlü’nün diğer peygamberlerden üstünlük alâmetlerinden olan “kelâm ve mânâ toplayıcılığı” vasfından vücuda gelmiş tefekkür usûlüdür.
Selim GÜRSELGİL