“YERLİ VE MİLLİ” SÖMÜRGE EKONOMİSİ

“YERLİ VE MİLLİ” SÖMÜRGE EKONOMİSİ

“YERLİ VE MİLLİ” SÖMÜRGE EKONOMİSİ
Ali ÖZSOY

Üretim ekonomisi dedikleri sömürü ekonomisi

Doların yükselmesidaha doğrusu ülkenin mili para biriminin değerinin düşmesi bir ülkeninekonomiden sorumlu bakanını neden mutlu eder?

Birinci neden şu:Doların yükselmesi Türkiye ekonomisi için kötü olsa bile kendi aile ekonomisiaçısından çok iyi. Çünkü kendi servetleri de değer kazanmış oluyor. Bu açıdanen büyük “dolar baronu” olarak gevrek gevrek gülmesi mantıklı.

İkinci neden isedamadın savunduğu “İyi oluyor TLrekabetçi kur rejimine geçmiş oluyor” tezindesaklı. Bu tezi geçen sayıda da inceledik. “Rekabetçi kur tezi”ndenkastettikleri TL’nin değerinin düşmesiyle birlikte Türkiye’de üretimmaliyetlerinin düşmesi. Çünkü esas olarak emeğin sermayeye maliyeti dolarbazında düşmüş oluyor. Ayrıca Türkiye’nin ürettiği ürünlerin de maliyeti düşmüşoluyor. Böylelikle ihracatımız da artıyor. Çünkü ucuz ürün daha çok talepedilir. İhracat artınca da Damat’a ve kayınpederi Tayyip’e göre Türkiye “uçuşa geçiyor.” “Peak yapıyor.” Sanayi üretimi artıyor. Yabancı sermaye de geliyor. Türkiye “üretim ekonomisine geçiyor.” Cari açık, bütçe açığı hepsi kapanıyor.

Oysa son 7 yıldaTL’nin %400 değer kaybetmiş olmasına rağmen ihracatta sadece %3’lük bir artışolmuş. Yani hemen hemen hiçbir artış olmamış. AKP son 7 yılda gerçekten de “rekabetçi kur rejimi” ile yani TL’yi değersizleştirerek Türkiye’yi emperyalistler içinucuzlatmış. Kişi başına gelir %40 düşmüş, ürünlerimizin değeri de sürekliazalmış. Ama ne ihracat patlamış ne sanayi coşmuş ne de yabancı sermaye akmış.İşin kötü yani gerçekten bir tür “üretimekonomisine” geçmişiz. İhracatta 7 yılda tonajolarak tam 1,5 kat fazla üretim ve satış yapmışız ama kazandığımız para aynı.Yani AKP’nin kastettiği “üretim” artışı beraberinde ekonomik yoksullaşma vedaralma getirmiş. Çünkü Türkiye “rekabetçikur” adı altında Dördüncü Dünya maliyetleriyleüretmeye başlamış. Katma değeri düşük, emek sömürüsü yüksek “üretim ekonomisi.”

Damat ile liberal ahkâmcılar çok da zıt noktalarda değil

Ortada ekonomik birbaşarısızlıktan öte bir çöküş olduğu kesin. Herkes sarayın ekonomiden sorumludamadı Albayrak’ın demeçleri ile dalga geçiyor.

Oysa Albayrak’ın tezikendisini eleştiren liberallerin Türkiye için temel “çözüm”üyle pek çok açıdanörtüşüyor. Bu çözüm Britanya sömürgeciliğinin ekonomik işleyişini hem açıklayanhem aklayan David Ricardo’nun dış ticarette “mukayeseliüstünlükler teorisinin” çok kaba bir karikatürü.

Ricardo’ya göre dış ticarette açık liberal rejim sadece Britanya gibizengin bir sanayi ülkesine değil Britanya’nın tüm yoksul sömürgelerine deyaramaktadır. Çünkü dış ticaret olmasa Britanya gıda ve hammadde üretmekzorunda kalacaktır. Oysa ülke bu açıdan kıt kaynaklara sahiptir. Bu yüzdenBritanya sanayisi gerektiği gibi gelişemeyecektir. Ancak serbest ticaretrejiminde Britanya sadece sanayi ürünlerine odaklanırken, sanayisi gelişmemişolan ülkeler yoğun emek ve hammadde kaynaklarına odaklanırsa toplamda hemBritanya hem de diğer ülkeler daha çok üretim yapabilir. Bu yüzden yoksul ülkedahi zengin ülkeyle ticarette kârlı çıkacaktır.

Bu kuram hemliberaller tarafından geliştirildi hem de sol iktisat tarafından eleştirildi vekendi bakış açısından çürütüldü. Ancak kuramın bir varsayımı ezilen dünyadayabancı sermaye işbirlikçisi her türden liberalin ağzında adeta bir “tunç kanunu”,“vahiy” ya da bayat bir slogan olarak 200 yıldır aynı kaldı. “Bizim de dış ticarette mukayeseli üstünlüğümüzvar. Ucuz emek ve bol hammadde kaynaklarımız ilk itişi sağlayacak ve biz deyabancı sermaye ile birlikte ülkeyi kalkındıracağız.”

200 yıldır bir türlüsonuç vermeyen ve hemen hemen hiçbir sömürge veya yarı sömürgeyikalkındıramayan bu parlak (!) liberal çözümü eleştiren, çürüten çok isim oldu.Burada sadece bu kuramın “TL değerkaybederse, Türkiye’nin ihracatı artar ve sanayisi büyür” tezini ele alacağız.

Aslında Damat,liberallerin ve Avrasyacıların iddia etiği gibi “yerli ve milli” ve hatta“devletçi” bir tez öne sürmüyor. Tam tersine en kaba ve karikatürize edilmişhaliyle 3. Dünya liberalizmini savunuyor. Ricardo’nun sömürgeler içinönerdiğini.

AKP’nin tezi ne?TL’nin değeri düşerse hem Türk ürünlerinin maliyeti hem de Türkiye’ye yatırımyapmanın maliyeti yabancı sermaye için düşer. Bu hem ihracatı arttırır hem deülke içindeki yatırımları.

Bu tez sermaye içinmaliyet unsurunu ve karlılık oranını esas alıyor. Maliyetin düşmesiyle yanikısacası Türk insanın emeğinin değerinin düşük olmasıyla kapitalist merkezleraçısından Türkiye bir yatırım seçeneği olarak öne çıkacak. Peki bu “maliyet disiplini” nasıl sağlanacak? Perinçek diyor ya. “Türkiye’ninüretim devrimine geçmesi için otoriter bir rejime ihtiyacı var.”

Burada “yerlilik ve millilik” devreye giriyor. Üretim tamamen sömürge tipi ucuz emek sömürüsünedayalı ve dışa bağımlı olacak ama rejim eli sopalı. “Güvenlikçi” söylem burada aslındamilli değil tam tersine liberal. Çin tipi ekonomik liberalizm.

Şimdi diğer kutuptaduran ikinci liberal cenaha bakalım. Bu kesim muhalefette ve hatta sol kesimdeideolojik hegemonyayı sağlamış görünüyor.

Kılıçdaroğlu’ndan Ali Babacan’a, Mahfi Eğilmez gibi klasik iktisatçılardan Acemoğlu gibi vulgar neo-liberallerekadar savunucusu çok farklı çevrelerden gelen çok güçlü bir tez var: EğerTürkiye’ye demokrasi ve özgürlükler tekrar gelirse; ekonomi yeniden canlanır.Sermaye demokrasinin olmadığı, istikrarsız ülkelere gelmez. Otoriter değil esasliberal bir siyasi rejimde yabancı sermaye yatırımı artar, ekonomi canlanır.

Bu tezin en simge ikisloganını Ali Babacan sıklıkla dile getiriyor. “AKP’nin ilk dönemi özgürlükçüydü, ekonomi de çok iyiydi. Yine odöneme dönelim ekonomi yine düzelsin.”

İkinci slogan: “Aslında dünyada likidite bolluğu var amaTürkiye’de istikrar ve demokrasi olmadığı için kredi gelmiyor. AKP’nin ilkdönemine dönsek birden yabancı sermaye ülkeye akacak.”

Kısacası Damat Albayrak ve Perinçek gibi“üretimci”ler sermayenin maliyet unsuruna vurgu yapıyor. Ülkeyi ucuzlat,yabancı sermaye gelir ve üretim artar. Sömürgeci dönemden miras 200 yıllık kababir liberalizm.

Muhalefet isesermayenin sadece maliyete değil aynı zamanda risk oranına ve toplam olarakrisk primine baktığını savunuyor.

Yani Türkiye risklibir ülke olduğu için maliyetler düşük olsa bile sermaye gelmez. Çünkü riskinistikrarsızlığın da bir maliyeti vardır.

Bağımsız yargı,girişim özgürlüğü, mülkiyet ve patent haklarının korunması, uluslararasıtahkime ve kuruluşlara uyulacağı güvencesi, yabancı sermaye ile kişiler değilkurumlar üzerinden kurulan ilişki, sermaye hareketlerinin kısıtlanmaması,siyasi iklimin istikrarlı ve liberal olması…

Tüm bunlarınsağlanması risk oranını düşürecek ve yabancı sermaye için Türkiye’ye gelmeninmarjinal faydası yükselecek. Bu yeni sömürgeci dönemin 100 yıllık marjinalistliberalizmi. Ve yine en vulgar haliyle. 

Yani Damat’ınifadesiyle “anlatılan hikâye” iki tane. AKP sermayenin maliyet unsuruna odaklanıyor hatta Çintipi diktatörlüğgün gerekçesi bu oluyor.

Eski AKP’li yeniliberal muhalefet ise sermayenin risk unsuruna odaklanıyor. Risk oranı yüksekoldukça, maliyet düşse bile sermaye gelmez diyorlar,

Örneğin kayınpeder Tayyip’in TÜSİADkonuşmasındaki cümlesini ele alalım: “Hiçbir zaman grevlerin olmadığı bir iklim yarattık.” Bu maliyet unsuruna vurgudur.

Kılıçdaroğlu ve Davutoğlu’nun “bağımsız yargıolmazsa ekonomik gelişme de olmaz” vurgusu iserisk unsurunadır.

Bu yazıda sadece “ülkenin maliyetini düşürelim üretim artsın” tezini yanı AKP’nin şu anki yoksullaşmamızı ve dikta sürecini “olumlu bir atılım” gibi sunan tezini ele alacağım. Ne mukayeseli üstünlükler teorisinieleştireceğim ne de devrimcilerin eşitsiz değişim kurumanı savunacağım.

Sadece liberal sistemin işleyişinde içkin olarak bulunan arz ve talep mekanizmasını ele alacağım. Ve Damat’ın tezinin tersine; TL’nin değersizleşmesi, Türk emeğinin ve ürünlerinin ucuzlaması neden Türkiye’ye ve bize benzer diğer Üçüncü Dünya ülkelerine kazançtan çok kayıp getirir göstermeye çalışacağım.

Türkiye’nin sattığı esnek ürün kumaş

Damat TL ucuzladıkçaihracatımız artacak derken liberal kuramın talep yasasını basitçe yorumluyor.Ne kastediyor?

Birinci grafikte bunugörebiliriz. Kumaşın fiyatı ucuzlarsa talep artacaktır. Bu basit bir mantık.Örneğin TL %100 değer kaybetti. Artık Türkiye’nin ürettiği birim başına kumaşAlmanya açısından 100 euro değil 50 euro oldu. Dolayısıyla Almanya iki katkumaş isteyecek. Eskiden 100 euroya sadece 100 birim kumaş alırken şimdi 50euroya 200 birim kumaş alacak. Bu tabii bir varsayım. Çünkü Almanya talepdoygunluğu yaşıyor olabilir. Yine de doğru kabul edelim. Talep yasası budur.Bir ürünün fiyatı düşünce talep artar. Mantıksız değil.

Bu durum Damat ve Perinçek’e göreTürkiye’nin üretim ekonomisine geçmesi oluyor. Çünkü eskiden Türkiye’de tekstilsanayi 100 birim kumaş üretirken şimdi 200 birim kumaş üretmiş oluyor.

Geçen hafta bununüretim devrimi değil sömürü devrimi olduğunu açıklamıştık. Neden?

Türkiye’nin ihraçürünü kumaştan miktar olarak daha çok satması daha çok gelir elde etmesi demekdeğildir. Çünkü gelirin denklemi fiyat çarpı miktardır.

Gelir = Fiyat *Miktar

İlk durumda bir birimkumaş 100 euro idi. Satılan miktar da 100.

Birinci gelir = 100 *100 = 10000 euro.

İkinci durumda TL%100 değer kaybedince bir birim kumaş 50 euro oldu. Satılan miktar da 200.

İkinci gelir = 50 *200 = 10000 euro.

Yukarıdaki grafiktebu 1. noktan 2. noktaya geçiş demektir.

Görüldüğü gibiAlmanya’dan talep iki kat arttığında bizim tekstil sanayisi hemen iki katüretmeye başlasa bile aslında gelirimizde artışımız 0 euro’dur. Yani iki katmasraf , iki kat emek, iki kat sömürü ama kazanan sadece Almanya. Daha ucuzakumaş almış.  Türkiye’nin ihracatgelirinde de hiçbir artış olmamış.

TL düştükçe ihracat gelirimiz artmıyor, düşüyor

Şimdi arz kısmını dadevreye sokalım ve aslında durumun Türkiye için daha da vahim olduğunugösterelim. Piyasa modelinde sadece talep değil bir de arz eğrisi vardır. Bu daüreticinin eğilimini gösterir. Örneğin kumaş üreteceksiniz. Piyasada fiyatartarsa daha çok üretmek istersiniz. Fiyat düşerse daha az. Yani arz yasası,talep yasasının tam tersi. Talep aşağıya doğru inen bir çizgiyken arz yükselenbir çizgidir. Hemen kumaş örneğine geri dönelim ve grafik 2’ye bakalım.

Aşağıya inen maviçizgi talep çizgisiyken. Yukarı çıkan kırmızı çizgi arz çizgisidir. TL’nindeğeri düşmeden önceki durumda bu iki çizgi birim başına 75 euro fiyat ve 150miktar kumaşta kesişiyor. Bu kesişme Türkiye ve Almanya’nın kumaş ticaretindekendi açılarından en uygun bulduğu miktar ve fiyattır.  İkisi de burada anlaşır. Arz ve talebinkesiştiği noktada fiyat çıkar. Piyasa modelinin varsayımı bu. Yani aslındakumaşın birim fiyatı ilk durumda 100 euro değil 75’miş.

Biraz önce TL’nindeğerinin %100 düştüğünde kumaşın değerinin de euro bazında iki kat düşeceğinive Almanya tarafından talep edilen miktarın da iki kat artacağını belirtmiştik.

Ama şu anda modelimizdaha gerçekçi. Almanya istiyor diye Türkiye hemen iki kat kumaş üretecek değil.Kapasitesi yetmeyebilir veya tekstilciler zarar edebilir. Bu yüzdenTürkiye’deki arz eğrisini yani Türkiye ne kadar ihraç edebilecek ona bakmamızgerekiyor. Grafik 3 bunu gösteriyor.

Burada yeşil renklegösterilen ikinci bir arz eğrisi ortaya çıkmış. Talep eğrisi değişmiyor çünküAlmanya’daki talep aynı. Euro’nun TL karşısında değeri iki kat arttığı içinTürkiye’deki arz eğrisi sağa kayıyor. Yani eskiden 50 euro için 100 birim kumaşüretmeye hazır olan Türk tekstil sanayi artık euro o kadar değerli ki 50 euroiçin 200 birim üretmeye hazır.

Eskiden Türkiye’ninkumaş arzı ile Almanya’nın kumaş talebi 75 euro miktar ve 150 birim kumaştakesişiyordu. Bu ilk dengeydi. Bu ilk dengenin geliri;

Gelir 1 = 75 Euro *150 Birim = 11.250 euro.

İkinci denge ise TLiki kat değer kaybedince tekstil ihracatçısının arz eğrisinin sağa kaymasıylaoluştu. Buradaki denge fiyatı 50 euro ve 200 birim kumaş. Bunun geliri;

Gelir 2 = 50 Euro *200 Birim = 10.000 euro.

Çok açık bir şekildegörüyoruz ki Damat’ın iddiasının tersine TL değer kaybedince toplamdakazanmadık kaybettik. Türkiye daha çok kumaş üretmesine rağmen ihracatgelirlerinde 1250 euro kaybetmiş.

Kumaş satan neden araba motoru satana karşı hep kaybeder?

Burada bir püfnoktasını vurgulayalım. Türkiye Almanya’ya kumaş satıyor. Peki, karşılığındaAlmanya’dan ne alıyor? Araba ya da araba motoru.

Bu klasik iktisatiçin çok önemli bir olgudur. Yani illa liberal olacaksak, ülkeler birbiriyleticarete girsin karşılıklı kazansın diyorsak bile; iki ülkenin ürünlerinin niteliğinimutlaka ve mutlaka dikkate almalıyız. Burada hiç eşitsiz değişime, ucuzhammadde pahalı sanayi ürünü mübadelesinin yoksul ülke için sakıncalarınagirmiyorum. Tamamen klasik modelin arz ve talep eğrilerinden devam ediyoruz.

Klasik modele göreürünün talep eğrisi aşağıya doğrudur ancak bir kısmı çok keskin bir şekildeaşağıya iner bir kısmı daha yataydır ve yumaşak iner. Buna esneklik denir.

Türkiye gibi “gelişmemiş” veya “gelişmekte olan”  kategorisinde olan ülkeler dış piyasalaragenellikle esnek ürünler satar.

Nedir esnek ürün?Muadili çok olan üründür. Örneğin kumaş. Dünyada sadece Türkiye değil belki 100ülke daha kumaş satıyor. Hatta isterse Almanya bile üretebilir. Pamuklununfiyatı artarsa sentetik kumaş alırsın, onunki artarsa yün. Bunlara ikame üründenir. Eğer bir ürünün ikamesi çoksa ve özellikle o ürün yüksek teknolojiyleüretilmiyorsa bu ürünün satılan miktarı fiyat değişikliğinden çok sertetkilenir. Bu yüzden talep eğrisi yataydır. Esnektir, fiyat artsa talep edilenmiktar hemen düşer, fiyat düşse miktar hemen artar.

İstisnası olabilirancak talebi esnek olan ürünlerin genellikle arzı da esnektir. Çünkü bunlarileri teknoloji ürünü değildir. Fiyat biraz artsa üretimi hemen ek emek vehammaddeyle arttırabilirsin.

Esnek olmayan ürün: Araba motoru

Almanya gibi ilerisanayili emperyalist ülkelerin dünyaya sattığı ürünlerin ise ikamesi yoktur. Buyüzden fiyat esnekliği çok daha azdır. Kumaşın talep eğrisi epey yatayken arabamotorunun ki çok diktir. Çünkü araba motorunun fiyatı arttığında miktar çokkısılamaz. O motoru almazsan senin ekonominden darbe yer.

Dünyada kumaş üreten100 ülke varken araba motoru üreten belki 10 ülke vardır. TL’nin değeridüştüğünde araba motoru bizim için daha pahalı olduğu için otomotiv sanayimizveya araba tüketicilerimiz satın aldıkları araba motoru miktarını kıssalarbile, kumaştaki gibi keskin bir miktar düşüşü olmaz bu.

İşte bu yüzdenTürkiye gibi ülkelerin para birimi düşünce ihracatta elde ettiği bir kazançolsa bile ithalata olan gideri aynı oranda düşmez hatta artabilir bile.

 Şimdi araba motoru örneğinden devam ediyoruz.Bu sefer grafikte arz eğrisi yok. Çünkü araba motorunu Almanya arz ediyor.Türkiye’deki kur değişikliği Almanya fabrikalarındaki arzı etkilemez. AmaTürkiye’nin arabaya olan talep eğrisinde yukarı doğru yöne yani daha pahalıyadoğru çıkarız.

Bu sefer TL üzerindengidiyoruz çünkü arabayı biz alıyoruz. TL’nin %100 değer kaybetmesi fiyatta TLbazında %100’lük bir artışa denk geliyor.

Grafik 4’teki talepeğrisinde ilk noktamızda bir araba moturu 50 TL iken Türkiye 125 birim arabaalmaya hazır. Ancak TL’nin “rekabetçi kur” adı altında %100 değer kaybetmesiylebir araba motoru 100 TL oldu ve bu yeni fiyat Türkiye’de satılan miktarı 100birime düşürdü.

Damat’a göre “TL’nin rekabetçi kura geçmesi” yani değer kaybetmesi ithalatı da kısacak ve cari açıkkapanacaktır. Duruma göz atalım.

Bir araba motoru 50TL iken Türkiye’nin ithalat gideri, Almanya’nın ihracat geliri aşağıda:

Gelir 1 = 50 TL * 125miktar = 6.250 TL

TL %100 değerkaybettiğinde yeni araba motoru 100 TL olduğundaki duruma bakalım.

Gelir 2 = 100 TL *100 miktar = 10.000 TL

Yani araba motorununfiyatının artması miktarı kumaştaki gibi düşürmemiş. Çok daha az düşürmüş.Çünkü Türkiye bu motoru almak zorunda. Tüketimi kıssa bile çok kısamaz. Vearaba motorunun fiyatı TL bazında iki kat artsa bile araba satışının toplamgideri Türkiye açısından 3750 TL (10.000-6.250) artmış.

Almanya açısından 1euro 1 TL iken; TL %100 değer kaybettiği zaman 1 euro 2 TL olacağı için; TLbazında gelir artsa bile euro olarak kaybı var.

Euro olarak 1. Gelir6.250 ile iken 2. Gelir 5.000 euro. Yani bu Türkiye’nin araba motoruithalatında 1.250 euroluk düşüş demektir.

Farkındaysınız TL%100 değer kaybedince ihracatımız olan kumaş satışı da 1.250 euro düşmüştü. YaniTL “rekabetçi” (değersizleşti diye okuyun) oldu diye dış ticarette hiçbirkazancımız olduğu gibi milli gelirimiz erimiş oldu. Ülke olarak daha dayoksullaştık.

Hiçbir şey “patlamıyor” sadece her yıl yoksullaşıyoruz

Kısacası kurduğumuzmodelde TL %100 değer kaybedince ihracatımız da 1250 euro daralmış, ithalatımızda.

Yani TL değeriniyitirince, Türkiye’nin emek gücü ve maliyetleri kuşa dönünce Türkiye’de sanayive üretim “patlayacak” tezi doğru değildir. Tam tersine hem ithalat hem ihracatküçülebilir ve bir bütün olarak ülke ekonomisi daralır. Üstüne üstlük TL’nindeğer kaybı  ve Türk halkınınyoksullaşması baki kalır.

Elbetteki modelimizfarazi bir model. Kumaş esnektir. Onun eğimini eksi 1/2 seçtik. Araba motoruesnek değildir, talebi çok kısamazsın. Onun eğimini eksi 2 seçtik.

Böylelikle kumaşeğrisi ne kadar yataysa araba motoru eğrisi de o kadar dik dedik ve ikisinde dedaralma 1.250 euro çıktı.

Ancak bir de uçakmotoru var. Araba motorunu 10 ülke üretiyorsa, uçak motorunu sadece 5 ülkeüretir. Onun talep eğrisi daha da diktir. TL değer kaybedince bize çok dahamaliyetli olur. Diğer yandan Türkiye de beyaz eşya satıyor. Ne çok esnek ne çokkatı bir fiyatı var.

Yani bir ülkenin parabirimi ucuz tutulursa ve hatta kasıtlı olarak ucuzlatılırsa belki dış ticarettekazançlı çıkabilir ancak bu o ülkenin ikamesi az ileri sanayi ürünleriüretebilmesine bağlıdır.

Türkiye ise esasolarak kg başına katma değeri düşük ürünlere odaklandığı için bu oyundan neyaparsa yapsın kazançlı çıkamamaktadır. İlk verdiğimiz örneğe uygun birşekilde, TL’nin değer kaybetmesiyle Türkiye sadece daha yoksullaşmakta,ihracatı ve ithalatı da artmamaktadır. Çünkü Türkiye dünya ekonomisinde ikamesibol ucuz ürünler üreten ve kendini sömürüye açarak sermaye çekmeye çalışan birülke konumundadır. AKP döneminde bundan bile geri düşmüştür. YoksullaşmaTürkiye’yi 4. Dünya’ya yakınlaştırmıştır.

Halkın sırtına binilerek kalkınma olmaz

Şimdi kuramsal  örnekleri, araba motorunu, kumaşı vediğerlerini  bırakıp hemen gerçekverilere bakıyoruz.

TL 2013’ten beridolar ve euro karşısında son 7 yılda tam 5 kat değer kaybetmiş. Grafik 5 AKPyönetiminde TL’nin engellenemez değer kaybını gösteriyor.

Peki TL’deki bu aşırıdeğersizleşme dış ticareti arttırmış mı? Hemen Grafik 6’ya bakıyoruz.

2013’ten itibarenTürkiye’de TL’nin değerinin düşmesine rağmen toplam dış ticaret ne artmış neazalmış hatta bazı dönemler ihracat ile ithalat birlikte düşmüş. Tam olarakkumaş ve araba motoru örneğinde verdiğimiz gibi.

 Ve son olarak. Paramızı bunca değersizleşirkenaynı miktarda ihracat yapmak için 1,5 kat daha fazla çalışmamız gerekmesinerağmen Türkiye’de kişi başına %40, ülke olarak ise toplam %21 yoksullaşmışız.Grafik 7 Türkiye’nin son 7 yılda ne kadar yoksullaştığını gösteriyor.

“Yerli ve Milli” sömürge kahyaları

Kısacası AKP’ninekonomi modeli Türkiye’yi Dördüncü Dünya ülkesi gelir seviyesine çekmektenbaşka bir işe yaramamış.

“Emeğive maliyetleri ucuzlat, sömürü oranını yükselt, ihracat ve üretim patlasın” tezi tutmamış, Türkiye sadece yoksullaşmış. Üretim miktar olarak,tonaj düzeyinde artmış, ancak bundan sadece Türkiye’nin ürünlerini ucuzakapatan yabancı kapitalistler kâr sağlamış. Çünkü artan miktara karşıürünlerimiz ucuzladığı için daha da az kazanmışız.

Kaldı ki yabancısermaye de Türkiye’ye yatırım yapmaya veya Türkiye’yi üretim üssü olarakgörmeye tenezzül etmemişler.

Ellerinde kırbaçlahalkın üstüne çöken saray ailesi ise “yerli ve milli” sömürge kahyaları gibisemirmiş.

AliBabacan’dan Kemal Kılıçdaroğlu’na tüm“muhalif”ler ise şunu söylüyor. Türkiye demokrasiye, parlamenter rejime geçsin,sermaye için riskli olmasın, o zaman biz bu uçağı havalandırır, Türkiye’yiuçuşa geçiririz.

Yani Damat elindekırbaçla maliyetleri ve Türk insanın yabancı sermayeye “maliyetini” düşürmeyeçalışırken; muhalefet yabancı sermaye ve genel olarak sermaye için risk oranınıdüşürelim diyor.

Bu yeni ve daha“demokratik” gözüken liberal vaade göre risk düştüğünde sermaye hemen akacakülkemize. Örtük olarak şunu diyorlar. Sermayenin Türkiye’nin yoksullaşması veemek maliyetinin düşmesinden elde ettiği risk primi sabit kalacağı ancak riskolasılığı düşeceği için birden bire yabancı sermaye için Türkiye cazipolacaktır.

Yani aslında otorkratliberal AKP ile “demokrat” liberal muhalefetin ortak noktaları aslında epeyçok. Damat’a da eski prens Babacan’a göre de Türkiye’nin mukayeseli üstünlüğü “maliyet ucuzluğu.”

Türkiye’yi kg başınasadece 1,14 dolar düzey kazanabilen bir 4. Dünya ülkesi olmasına itirazınız varmı? Yoksa bu sizce “maliyetavantajı” mı?

Damat elde sopa bumaliyeti daha da ucuzlatıp halkı iyice yoksullaştırma derdinde. Babacan cephesi isemaliyetler artık daha çok düşemez, yabancı sermaye için maliyeti değil riskoranını düşürmeliyiz diyor.

Farkındaysınız kimseAKP’nin özellikle son 7 yılda halkı %40 yoksullaştırmasından bahsetmiyor.Asgari ücretin 250 dolara düştüğü ülkede, bir de “risk” oranı da düşürülürse, “sermaye cenneti”oluruz tabii. Ancak o ülkeyi sayın Babacan gibi mülayim biri bile mecburendiktayla yönetmek zorunda kalabilir. “Parlamenter Demokrasi”ye geridöndüğünde liberallerimiz işçi ücretlerini hala nasıl bu düzeyde tutacaklaracaba? Çünkü yineliyoruz: Biri yer biri bakarsa, ya kıyamet kopar ya da kırbaçdaha da şaklar.

Yine farkındaysınızliberal muhalefet de yukarıda bahsettiğimiz kumaş ve araba motoru ticaretindekaybedenin -TL’nin değeri ne olursa olsun- Türkiye olduğunu görmezden geliyor.

AliBabacan’a sorsak “katma değeri yüksek ürünlere dayalı sanayiye geçeceğiz.” İyi ama Damat da bunu diyor.

Babacan’ın kendi ifadesiyle “likiditebolluğunun” dünya tarihinde en yüksek olduğu 10yılda AKP “ekonomik mucizesini” yöneten kişiydi.

Acaba neden aklına o10 yıl boyunca “katma değeri yükseksanayi modeline geçmek” gelmedi? Beton çetesiçok güçlü ve rant ekonomisi çok tatlıydı değil mi?

Kısacası solda dasağda da olsa muhaliflerin “demokrasigelince sermaye de gelecek ve Türkiye coşacak”masalını bırakması lazım.

Demokrasi kazaya uğradığı için değil liberalizm çöktüğü için dikta geldi

Demokrasi gittiğiiçin sermaye gitmedi. AKP Türkiye’yi sermayenin talanına açtığı için demokrasigitti.

Türkiye’nin bugünküiçler acısı durumu Tayyip’in birden yoldan çıkmasıyla ortaya çıkan bir yol kazası değildir.

Sadece Türkiye değiltüm dünyada bizzat neo-liberalizmin ve küreselleşmenin kaçınılmaz sonucudur.Yoksullaşmanın ve sömürünün olduğu yerde demokrasi olmaz.

Sömürü ve yoksuluk dabirden bire bu denli üst düzeye çıkmadı. Bizzat “demokrat” liberaller eliyle butoplumsal çöküş hazınrlandı. Yine aynı kişiler eliyle dünyanın pek çokülkesinde diktatörlükler kuruldu.

Yani birden birekafası çatlak bir sürü diktatör başa geldiği için dünya ekonomisi veya Türkiyekrizde değil. Tersine 2008 Dünya Ekonomik Krizi aşılamadığı için, bizzatliberalizmin yarattığı yıkımdan dolayı diktatörler başa geldi. 

Yoksa yine aynı “hikâye” mi?

Önce demokrasigelsin, sonra yabancı sermaye. Sonra da yine “ucuz emek” işlesin. bu sefer trenikaçırmayıp katma değeri yüksek ürün üreteceğiz.

Bugünkü diktatörlüğün nedeni asıl bu hikâye. Yoksa masal mı desek?

Kaynak: TürkSolu Dergisi / Sayı: 594

Not: Bu iktibastaki fikirler yazara ait olup,
Adımlar’ın ideolojik ve siyasi anlayışına zıt görüşler sitemizi bağlamaz.

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: