İSLÂM’A MUHATAP ANLAYIŞ – “BÜYÜK AKIL AYNASI”
Faruk Şevki
İslâm; Allah’ın, Resûlüne bildirdikleri, Resûlünün söyledikleri ve Sahâbîler’in açarak yaydığı BÜTÜN…
Ve müslümanlar… Onlar ise İslâm’a kendi seviyeleri, akılları, şuurları ve nihayetinde ruh aynalarında bakıp kendilerini oluşturması gereken, yola imân etmiş insanlar… Bu noktada müctehidler de temel destek.
Öyleyse İslâm, islâmdır ve müslüman da İslâm isimli hutbeyi bu hatiplerden dinleyen muhatap hükmündedir.
Müctehidlerin, İslâm’ı herkesten doğru bilmeleri akabinde yaptıkları şey; -kendilerinin yapıp ettikleri- Mezhep Binasıdır. Öyleyse onlar Mezhep Mimarıdır. Bununla beraber onların yaptıkları mezhep, İslâm’ın muradıdır ve bu sebeple olması gereken doğrudur. Öyleyse Mezhep, İslâm’a Muhatap olan müslümanların, İslâm’a nasıl bakılması gerektiğini söyleyen, müçtehidlerin kendi yapıp ettikleri işlerdir. Bununla beraber Sahabelerden sonra hiç bir kimsenin yaptığı İslâm değil, İslâm’a Muhatap olması zorunluluğu içerisinde kendi yapıp etmesidir. Öyleyse mezhepin oluşmasına sebebiyet veren şartlar karşısında ilâhî bir refleksle bina kurmaya girişen ve bunu tamamlayan müçtehid gibi, yine ilâhî bir refleksle fikir binasını kurup veren mütefekkirin mahiyeti…
Madem ki her müslüman İslâm’a muhatap olma zorunluluğunda olan bir varlıktır, öyleyse bu zorunluluğun açılımı halinde bir ANLAYIŞ BÜTÜNÜ ortaya koymalıdır ki bu anlayış, İslâm’ı eksiksiz olarak şahsın kendi varlığına anlatsın, varlığını korusun. Bununla beraber “Fikir Binası” – “İslâm’a Muhatap Anlayış Bütünü” – “İdeoloji”; İslâm değil; hem Allah-u Tealâ’ın “Mukadder Oluş” yasasının zaman içinde bir açılımı, hem de onun dini içerisinden fışkırtacağı kuluna nasibi ve muradı hükmünde olan İslâmî şeydir.
Müçtehidler, üstün melekeleriyle çeşitli meseleler hakkında içtihat etmeseydi o meselelerin çözüm sorumluluğu her müslümanın mesûliyeti olurdu. Öyleyse müctehid, sırtında gökdelen taşıyan ve büyük bir tepeden müslümanlara bakan, alnındaki damla damla terin sakallarını ıslattığı ve yüzünden tamamen cefâ okunan ıstırap dolu kutsal fânî’nin resmidir.
Ah, büyük resim ve ilmin sanatkârları…
Madem ki günümüz meseleleri hakkında, müslümanların müslüman olmalarından dolayı İslâm’a uyarak bu meseleleri doğru bir anlayış ile halletme zorunluluğu vardır öyleyse bu zorunluluğun bir yansıması hâlinde mevzû ve meseleleri halledecek bir küllî-sistem çpında fikir binasına ihtiyaç vardır. İş böyle olunca İslâm Müctehidi’nin herkesin önünde yapıp ettiklerine nazaran İslâm Mütefekkiri de Fikir Binasını kurma zorunluluğu içerisindedir…
Öyleyse Salih MİRZABEYOĞLU, her müslümanın İslâm’a Muhatap olmasının akabinde doğru bir anlayış sahibi olma zorunluluğu içerisinde olarak, bu zorunluluğun üstün seviyeli bir açılımı hâlinde İBDA Vasıta Sistem Anlayışı’nı ortaya koyan, bunu yaptığı için de MÜTEFEKKİR olandır.
Öyleyse O, içtihad sahibi müçtehidlerin; içtihad kahramanı olmasına nazaran, insan ve toplum meselelerini “Bütün Fikir, Mutlak Fikir – İslâm”a nisbetle çözen fikir kahramanı hükmündedir.
Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun “İslâm’a Muhatap Anlayış” isimli müstakil eseri ise “İslâm’a Nasıl Bakmalıyız?” terkîbi sorusunun cevabını, İBDA Külliyatı’nın bütününe nisbetle tahlili olarak verişinin bir kalıp hali, bütünü çerçeveleyecek bir fotoğrafıdır.
Misâl olarak, her eserinde olması gereken anlayışı verirken, olmaması gereken anlayışı da iptâl etmesi yanında “sahabîlere nasıl bakmalıyız?” sorusunun cevabını “Sahâbîlerin Rolü ve Mânâsı” isimli eserinde veriyor.
Hani dedik ya, İslâm’a Muhatap olabilecek “Doğru Anlayış” olmazsa yerini anlayışsızlık alır diye…
Sahabîler hakkındaki doğru anlayışı özümseyememenin, doğru anlayışa erememenin sefaleti halinde ELÎM BİR YANLIŞ örnek gösterelim.
Ebubekir Sifil’in “Tahavi Akidesi Şerhi” isimli akaid şerhi kitabının, “yöneticilere itaat” başlıklı bölümünden:
“Bir zalim yöneticiyi devirmek için ayaklandığımız zaman, tarihî tecrübeler de onu gösteriyor ki daha büyük ve daha sürekli KIRILMALARa yol açıyoruz. Yani Ehl-i Beyt’in Emevî ve Abbasîlere karşı ayaklanmalarına bakın. İmam Zeyd ve İmam Yahya’nın ya da diğerlerinin ayaklanmaları PROBLEM ÇÖZMEKTEN ÇOK PROBLEM oluşturmuş. Hz. Hüseyin kendisine gönderilen bey’atlara bel bağlayarak huruç hareketine kalkışıyor. Ama sahabeden hemen hemen hiç kimse onu desteklemiyor, hatta ona engel olmaya çalışıyorlar.”
Hz. Hüseyin’in hüviyetine dair bir bakış yapalım:
Râşid Halifeler elinde yürütülen İslâm, ilk kez İslâmî devletten yoksun kalma pozisyonuna uğradı.
İslâmî yönetim olarak kendini adlandıran Yezid isimli şahıs ve kadrosu, kurdukları İslâmî (!) yönetimi daha hâkim hâle getirmek istedi… İslâmî devletin olmadığı ilk devir böylece nutuklar ve boğuşmalarla kendisini gösterdi.
Hz. Hüseyin; İslâm tarihi boyunca İslâmî devlet eksikliği içerisinde ilk kez kendi kendine düşünen ve büyük feraset nuruyla diğer sahabîlerin de önüne geçen, KENDİNDEN ZUHUR ilkesinin ilk ve en samimi tatbikçisi-uygulayıcısı rolünde…
İBDA’nın KENDİNDEN ZUHUR ilkesi; Hz. Hüseyin Efendimiz ile başlar!.. İlk öncümüz!.. İslâm Halifesinin olmadığı dönemde KENDİ BÜYÜK REY’ini kullanan yüce insan…
Şartların empoze ettiği durumlar içerisinde, “gerekli gördüğü şeylere, gerekeni yapmak” düşüncesi, Hz. Hüseyin’in büyük kafasında belirdi. Doğru Fikir… Doğru hareket… Büyük direnç ve azim… Hz. Hüseyin hedefine ulaşamadı ama zulme baş kaldırı ilkesinin işleticisi ilk büyük vasfı temsil ettiğinden, Ulu’l Emr’in olmadığı devirde gereken karakteristik yapıyı vermesi yönüyle büyük amiller sınıfından olarak şehid düştü. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun şu münşeatı ilk önce Hz. Hüseyin’in ruhu olmak üzere, nasiplisi olan bütün mümin ruhları övmektedir:
Kendi düşmanınızı aramalısınız
kendi savaşınızı yapmalısınız
ve kendi fikirleriniz uğruna şayet yenilirseniz
– kader neyse o!
Yine de zafer narâsı atmalı kalbiniz,
dürüstlüğünüz için
Bazı sahabelerin onu engelleme fikrine dokunacak olursak:
Cennet gençlerinin efendisi olarak, Allah Resûlü tarafından taltif edilmiş bu yüce insan, kâinatın başından beri yaratılmış ve kâinat dürüldükten sonra da cennete gidecek olan bütün dünya müslümanlarının gençlerinin efendisi hükmünde bir makama oturtuluyor!..
Hz. Hüseyin ki, Allah Resûlü’nün, “Cennet Gençlerinin Efendisi” diyerek iltifat buyurduğu ve Sahâbînin de giremediği o evde, Allah Resûlü’nün getirdiği dini yüzlerine baka baka okuyandır. Hz. Hüseyin “İCMÂ HAYSİYETİ” sahibi olmasına rağmen buna uymuyorsa vardır bir hikmeti!..
Sahâbî ve ÖNCÜ Sahâbî meselesi…
Öyleyse SAHÂBÎ ŞAHSİYET’lere bakarken olması gereken anlayış ruhu; “Hazreti Hüseyin” lâfzını; -ilk okula kayıt yaptırır bir edada- “Hazret” ifadesini isim, “Hüseyin” ifadesini soy isim olarak görerek “hazreti hüseyin” değil de, “Hazret” ifadesinin ÖNCÜ SAHÂBÎ’yi anlatmak üzere MAKAM, “Hüseyin” lâfzının ise bu makama oturan bir isim olduğunu derinden derine kabul etmiş şekilde “Hazreti Hüseyin” şeklinde idrak etmek… İBDA Mimarı’nın; Sahâbîlerin Rolü ve Mânâsı isimli eseri de bu anlayışı tamam etmek için var… Bu, “Ruh ve Anlayış” hâli için!…
Gelelim Hz. Hüseyin Efendimiz’in “zalim imam”a ayaklanış muamelatını , “fasık imam”a ayaklanma olarak vermekteki örnek yanlışlığına…
Hocanın kestiremediği mesele; “emîrin fasık yahut zalim olması” meselesidir. Eğer İslâm Halifesi mevkînde oturan müslüman, fasık ise bu onun halifelikten azlini, ona olan isyanı meşrû kılan sebep değildir. Çünkü İBDA Diyalektiği’nin ölçü olarak aldığı, İmam Hanbelî’nin mealen şu sözü; “Kâmil olup idareye ehil olmayan mümin yerine, fasık olup idareye uygun olanı tercih ederim. Çünkü birincisinin faydası kendisine, zararı ümmetedir. İkincisinin zararı kendisine, faydası ise ümmetedir.”
Eğer İslâm Halifesi mevkînde oturan müslüman kişi zalim ise, ona karşı isyan haktır. Çünkü Halife; “şeylere ve olaylara tesir edici ana mihrak” olması hasebiyle işletmesi gereken unsur; “doğru”dur.
Halife’yi doğru yahut zalim yapan şey ise “ne işlettiği ve nasıl işlettiği” sorusudur. İslâm Emiri, doğruyu işletmek için var olduğuna göre eğer doğrudan saparsa onun hakkı, Hz. Ömer’in ve Sahâbînin; “eğer her uyarıya rağmen doğrudan sapmaya devam edersen seni kılıçlarımızla düzeltiriz” kıssasının gölgesidir. Çünkü o, yapması gerekeni yapmak yerine yapılmaması gerekeni, -mevkîsini istismar ederek- “uygulamış” olur. Bu uygulamaya isyan haktır. İslâmî devlette Halife zulmediyorsa, bu İslâmî devletin edası değil Halifeliği istismar eden yapının ürünü olur.
Öyleyse âşikardır ki, Hz. Hüseyin Efendimiz’in durumu fasık imama başkaldırı değil, zalim imama başkaldırıdır.
Hz. Hüseyin Efendimiz’in durumunu yanlış tahlil etmek ve onun hâli hakkındaki mânânın Ehli Sünnet bir hadis alimi tarafından doğruca belirtilmemesi büyük bir yanlıştır.
Muhakemesi doğru bir şekilde yapılmamış bu meselenin umuma açık bir şekilde kitaplaşmış olması başka bir yanlıştır.
Umuma açık olarak kitaplaşan bu yanlış muhakemeyi şerh kitabı olması hasebiyle bir nevî, İmam Tahavî’ye yaptırma görüntüsü başka bir yanlıştır. Hazreti Hüseyin’in İmam Tahavî kadar aklı yok mudur?
Bu muhakeme yanlışlığını ayrı bir eserde fikir beyanı hâlinde değil de avamın doğrudan kabul etmek mükellefiyeti altında olacağı malûm bir şekilde; “Ehli Sünnet ve Cemaat Akaidi” başlığı altında vermek çok daha farklı bir yanlıştır.
BD-İBDA Tatbik Vasıta Sistem’i; içerisinde bulundugumuz yüzyılda müslümanın, İSLÂMA MUHATAP ANLAYIŞ’ıdır… Onun olmayışının delili olarak buradaki misalde olan şey ise; Hz. Hüseyin’in müdahalecilik ruhuyla ortaya koyduğu zarûrî gazayı -KIRILMA- olarak zarflamak ve NEFYETME CÜR’ETİ(!), “sahâbîlerin yanlış hareketlerinden ibret alıyoruz (!) havası” ve nihayetinde makam sahibi olarak, rezaleti, ümmet-i muhammede yapılmaması gereken olarak va’zetme amelidir. Asıl KIRILMA, onun zalim karşısında ÖNCÜ SAHÂBÎ olarak huruca kalkmasından sonra gerçekleşti.. Allah Resûlü’nün devrinden sonra tedricen uzaklaşılan cihadsızlık ve müdahalecilik sapmasına karşı şuurları KIRMAK adına; kendini kurban buyuran!
O, bulunduğu makam itibariyle eğer bunu yapmasaydı, O’ndan sonra gelecek olanların böyle bir olayla karşılaşınca alacakları, TAVIR ve AHLÂK nasıl oluşabilirdi?
Düşünce haysiyeti taşıyan bir stratejiyle; “şu ân böyle, bu ân böyle hareket etmeliyiz” düşüncesi yerine, Hz. Hüseyin’den sonraki nesillerde yaşanacak olan; “onu yaparsan başımıza felâket gelir, bunu yaparsan başımıza felâket gelir, İslâm, sedd-i zeraîden ibarettir!” sapıklığı ile sedd-i zeraîyi; anlık olarak “dokun ve geç” kıvamı yerine İslâm her an yerlere atılıp ezilirken sedd-i zeraîyi KENDİ NEFSİNİ EBEDE KADAR KORUMAK hayvanî içgüdüsüne kurban eden DÜNYEVÎ PUT’ları kıran RUHÎ HURUÇ’un sahibidir O…
60 derece güneş altında mübarek vücudu kavrulurken, kumların; üzerindeki ateşi savurarak yüzlerini yaktığı, fitnenin ve kargaşanın büyük ateşler saldığı bir zaman diliminde FIŞKIRAN CİHAD SUYU…
Hz. Hüseyin; kendisini ZAMANA AKITAN’dır!
Ve çekinin Ehl-i Beyt’ten ki; ân ve ân, Allah Resûlü’yle SIRLAŞANLAR’dır.
HÂD MEVZÛ!
İslâma Muhatap Anlayış, bu yüzden önemli işte…
25 Ağustos 2022.