BÜYÜK DOĞU-İBDA’NIN KURTULUŞ SAVAŞI’NA BAKIŞI
Selim GÜRSELGİL
“Birincisi, Kurtuluş Savaşında, yer yer İttihatçılarla ilgili olarak, düşmana karşı madden savaşmış bir komutanlar ordusu kazandıktan sonra mânevî olarak tam tersine bir toplum düzeni kurmuş gibi bir algısı var. Oysa bizzat düşmanla bir olarak Osmanlı milletine soykırım yaptılar.” (*)
İzin verirseniz, bu noktada size birkaç itirazım olacak…
Büyük Doğu-İbda’nın bu tarih görüşü (Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinden gelir) sanırım tam anlaşılmıyor.
Öncelikle bir maddî hatanızı düzelteyim. “Madden” kelimesi günlük kullanımda yapılan hatalardan biridir. Zannediliyor ki, “mânen” denildiği için, onun zıddına da “madden” diyebiliriz. Oysa “madden” diye bir kelime yoktur; doğrusu “maddeten”dir. “Mânen ve maddeten” denilir.
“Düşmana karşı sanki madden savaşılmış gibi” diyorsunuz. Gayet tabii düşmana karşı maddeten savaşılmıştır. Doğuda Ermeniler, Güneyde Fransızlar, Kuzeyde Rum çeteleri ve Batıda Yunanlı müstevlîlere karşı ölümüne bir mücadele verilmiştir. Bu mücadelenin içinde sadece Anadolu’daki komutanlar değil, başta Sultan Vahidüddin olmak üzere, Osmanlı genelkurmayı ve aydınları da vardır. Anadolu’daki komutanlar, en baştan en sona kadar amaçlarının Hilâfet ve Saltanatı kurtarmak olduğunu savunmuşlardır. Mesela Ankara’da Meclis kurulurken adının başında “Türkiye” ibaresi yoktu. Bu, düşmanın zorbalıkla kapattığı Osmanlı Mebusan Meclisi’nin devamı niteliğindeydi. Zaten vekillerinin çoğu, İstanbul’daki meclis kapatılınca Anadolu’ya geçenlerdi. Tüm vekillere “ilk sözüm Hilâfet ve Saltanata bağlılıktır, son sözüm de bu olacaktır, vallâhi de billâhi de” şeklinde yemin ettirilmiştir.
Yani kısacası Anadolu’da, teslimiyetçilerin ve hainlerin estirdiği aksi havaya rağmen, Kurtuluş İradesini temsilen ve “maddeten” ölümüne bir savaş olmuştur. Bu savaşın sonunda açığa çıkan gizli niyetleri eleştirmek başka bir şeydir, “bu savaş olmamıştır, yalandır, keşke olmasaydı” demek başka bir şeydir. Ta ki bu savaşın sonuna kadar, Mecliste “İhtimal bazı kafalar koparılacaktır” şeklindeki ültimatoma kadar, Saltanatın kaldırılacağı, yani Osmanlı devletine hukuken son verileceği, bu savaşı verenlerin aklına gelmemiştir. Bu savaşın sonunda, aralarındaki gizli bir hizbin varlığını farketmişler, ama bir kısmı korkarak boyun eğmiş, bir kısmı da ortadan kaldırılmıştır. Kurtuluş İradesini temsil eden birinci meclis toptan tasfiye edilmiş, aralarından bazı vekiller öldürülmüştür.
Yine savaşı veren komutanlar ve güdücülerin pek çoğu tasfiyeye uğramış, bir kısmı uyduruk suikast davası bahane edilerek asılmıştır.
Siz şimdi Necip Fazıl’ı veya onun şahsında Büyük Doğu-İbda’yı eleştiriyorsunuz, ama bana kalırsa doğru düşünmüyorsunuz. Bu, en başta belli olan herkesin bildiği Osmanlıya karşı bir savaş değildi. Osmanlı varlığına dayanan ve enerjisini ondan alan, sonunda Osmanlıyı tasfiye etmek şekline dönüşmüş bir kurtuluş mücadelesiydi. “Keşke bu mücadele verilmeseydi”, “keşke Yunan galip gelseydi”, “keşke Ermeni galip gelseydi” diye düşünebilirsiniz. Büyük Doğu-İbda, tam aksini düşünür. “Sonunun böyle olacağını bilinse de bu mücadeleyi vermek, işgalcileri kovmak gerekliydi. Sonunda ortaya çıkan düzen ise yine o Kurtuluş İradesini gerektirir ki, bu da tüm 500 yıllık çürüyüşten kurtulmanın dâvâsıdır.”
(*) Selim Bey, tırnak içine aldığımız bu ibareyi sosyal medya hesabında paylaşan birine cevaben yazıyor.