DEVLER VE CÜCELER
Selim GÜRSELGİL
Tarihin her yerinde, toplumların herbirinde görülen bir ruh hastalığı çeşidi vardır ki, bugünkü İslâmcı camiada da bir hayli yaygındır. Özellikle yazar çizer piyasasına girip çıkmış olanlar, bu tipin bol örneğini görmüşlerdir. Bu tip “büyük olduğunu sanan küçük adam” tipidir.
Eğer ortada gerçek bir büyük adam varsa, bu tipi onun hemen yanında, en yakınında görürsünüz. Onun yüzüne karşı övgüler düzer. Yere göğe koyamaz. Halbuki ondan uzaklaştığında, yalnız kaldığında, içinde öyle bir kin ve hasedin ateşi yükselir ki, bu onu yakar kavurur, yastığına gözyaşları döktürür, ona duvarları yumruklatır. Çünkü içinden bir vicdan sesi ona der: “Hayır sen büyük değilsin, büyük olan o adamdır. Sana düşen bu büyüklüğü kabul etmek ve onunla birlikte büyümeye bakmaktır.” Fakat kin ve hased ateşi tam tersini söyler: “O mu büyük? Neresi büyük? Benim yokluğumda ona birisi büyük demiş, ortalıkta büyük büyük dolaşıyor. Bak her hareketi ne kadar saçma! Bu adam küçük, küçük, minicik. Büyük olan benim ben!” Bu savaş, “kendini büyük sanan küçük adam”, “gerçekten büyük adam”ın yanında kaldığı sürece devam eder. Gerçi çok sürmeyecektir. İlk fırsatta kaçacaktır. Onun önüne geçmek, ondan daha büyük olduğunu herkese göstermek için yollar arayacaktır. Belki eser verecektir. Eserinin başarısızlığı onu durdurmayacaktır. Para bulacak, siyasetle yakınlaşacak, kariyer yapacak, daha fazla gürültü çıkarmaya bakacaktır. Gelgör ki, aldığı hiçbir menzil onun “gerçekten büyük adam”a olan kin ve hasedini dindirmeyecek, bilakis daha da arttıracaktır. Gıyabında herkese onu kötüleyecek, alaya edecek, aslında küçük olduğunu, halkın onu yanlışlıkla büyüttüğünü herkese anlatmaya koyulacaktır.
Elbette bu alenî bir savaş olmayacaktır. “Kendini büyük sanan küçük adam”, büyük adama karşı savaşını gizli gizli, onun gıyabında sürdürecektir. Ta ki, büyük adam bir yerde tökezlemeyegörsün… Fırsat bu fırsat deyip “kendini büyük sanan küçük adam” meydana çıkıverecektir. Büyük adama birisi vurursa ikincisi o olacaktır. Bu fırsat doğmazsa büyük adamın ölümünü bekleyecek, herkesten çok bekleyecektir. Büyük adam meydanı boşaltırsa hemen onun yerine oturuverecektir. Ondan sonra büyük adamın vay haline! Nasılsa mezarı konuşmuyor, binbir yalana ve iftiraya cevap vermiyor. İster övgü, ister sövgü, salla sallayabildiğin kadar.
Tarihte çok örnekleri vardır bu “kendini büyük sanan küçük adam” tiplemesinin. En meşhurlarından biri, Hristiyanların Pavlus’udur; hâlâ en büyük aziz bilirler onu. Shakespeare, Brütüs tiplemesiyle bize onu anlatmak istemiştir. Hainler türlü türlüdür.
İşte Üstad’ın arkasından O’na yapılanların hikâyesi. Kumandan bir gün Baudelaire’in Albatros’unu okumuştu. Üstad’a yapılan çirkeflikler kadar onu hissettiren bir şey olmadı:
ALBATROS
Sık sık, eğlenmek için, acımasız tayfalar
Yakalar kanadından bu deniz kuşlarını,
Ürkütücü sularda gemileri izleyen
Yolcuların yıllardır dost arkadaşlarını.
*
Gökten inen tasasız, bu utangaç krallar
Güvertelerin üstüne kondukları zaman
Geniş kanatlarını sofuca bırakırlar,
Yorgun kürekler gibi, sular üstünde kayan.
*
Sen ey kanatlı yolcu, bir zaman ne güzeldin !
Bak gaganı dürtüyor hoyrat tayfanın biri,
Ya öteki, bilir mi bu hale nasıl geldin,
Topallayıp öykünüyor uçtuğun günleri.
*
Ozan, ey bulutlardan toprağa sürgün ece,
Oklara göğüs geren, dostu fırtınaların,
Yuhlarlar yeryüzünde, seni de, gündüz gece
Uçmana engel olur, ağır dev kanatların.
Charles BAUDELAİRE
Bu şiirde geçen albatros, “büyük adam”dır, onu yakalayıp onunla alay eden tayfalarsa, “zamane tipleri”… Kumandan bilhassa şu mısraına dikkat çekmişti: “Yeryüzüne sürülmüş yuhalar arasında”; tercümede bu ifade farklı mısralara dağıtılmışsa da orijinali bu şekildedir.
Hatta O’nun da bir şiirinde Baudelaire’in bu mısraını telmih eden bir mısra vardır:
“Dünya sürgün be gülüm!”