MANEVRA: DİSPERSİYON VE EŞMERKEZLİ HAREKAT – CENGİZ HAN
Ayhan SÖNMEZ
Manevra Savaşı, onun temelleri olan savaş gücünün yoğunlaşması, düşmanın arkasına nüfuz etme ve düşman kuvvetlerinin bir kısmını veya tamamını kuşatma hususlarından bahsetmiştim; manevrayı daha geniş mikyasta incelemek için çalışmamızın kapsamına ilave olarak, geçen yazımızda tanıttığımız “odak noktası-schwerpunkt”u dengeleyen bir ilke göstereceğiz.
Schwerpunkt, belirleyici bir noktada maksimum çabanın gösterilmesine izin vermek için kitleyi tamamen dövüş gücüne yoğunlaştırmayı ifade eder. Bu, güçlü bir savaş aracıdır, ancak rizikosuz değildir, her durumda avantaj sağlamayabilir. Düşmanın istihbarat ve keşfiyyâtınca açığa çıkarılan yoğun bir kitle birikmesi, saldırı niyetini ele verir ve düşmanı diğer vaziyetlerindeki güvenlik açıklarına karşı uyarır.
Burada bahsettiğimiz şey, operasyonel belirsizliğin büyük faydasıdır. Tüm askerî kararlar özünde temel istihbarat savaşı “düşmanınızın neyin peşinde olduğunu öğrenmek” ve karşı istihbarat “neyin peşinde olduğunuzu saklamak” ile sarmalanmıştır. Bu nedenle, stratejinin paradokslarından biri, savaş alanı asimetrileri şeklinde fayda sağlayabilecek eylemlerin -kuvvetlerin toplanması gibi-, kişinin niyetini düşmana ileterek negatif asimetriler üretebilmesidir.
Satranç -veya herhangi bir strateji oyunu- oynayan herkes bu paradoksun farkındadır. Bir saldırı için taş geliştirmek, rakibinizin niyetinizi anlaması ve en iyi şekilde tepki vermesi ihtimalini beraberinde getirir, çünkü ona her zaman tepki verme fırsatı verilir. Bu nedenle, savaşta olduğu gibi satrançta da belirli bir düzeyde belirsizliği korumak kesinlikle gereklidir.
İşte bunu gerçekleştirmenin bir yolu, kuvvetlerin dağılması dediğimiz şeydir. Bu, “odak noktası-schwerpunkt” ve konsantrasyonun tersidir ve buna uygun olarak kuvvet konsantrasyonunun hem pozitif hem de negatif asimetrilerini tersine çevirir. Kuvvetlerin yoğunlaşması, yüksek düzeyde bir savaş gücü sunar, ancak çok düşük düzeyde bir stratejik belirsizlik sunar. Kontrolsüz dağılmanın aksine, kontrollü dağılmış ve zayıflamış savaş gücü, maksimum bir belirsizlik oluşturur. Zorluk, konsantrasyon ile belirsizlik arasındaki ilişkiyi yönetmek ve dengelemekle ilgilidir..
Tarih boyunca, en başarılı komutanlardan bazıları, yüksek derecede kuvvet dağılımını koruyabilenler olmuştur. Ordudaki birimleri yayarak ve düşmanı belirsizlikle felç edecek şekilde manevra yaparak, yalnızca onları kritik anda bir araya getirmek için, maksimum savaş etkinliği için, ideal olan, dağılmış ordunun müstakil manevra yapması, ancak birlikte savaşmasıdır; doğru anda dağılmadan yoğunlaşmaya sorunsuz bir şekilde dönerek… Bu, maddî olarak yapılması zor bir şeydir, çünkü yalnızca hareketlilik değil, aynı zamanda büyük birimleri sinerji içinde geniş bir alanda hareket ettirmek ve onları en uygun zamanda yoğun savaş için bir araya getirmek için etkili bir komuta ve kontrol sistemi gerektirir.
Bu dağılma-yoğunlaşma ikiliğinin, tarihte önde gelen kişilerden birini ve onun muhtelif birimleri uçsuz bucaksız alanlarda hareket ettirmesini inceleyelim. Tarihin en ikonik adamlarından biri olan, okuma yazma bilmeyen dünya fatihi ve keçe çadırlarda yaşayan ve ulaşabildiği her yerin efendisi olmuş Cengiz Han…
Tarihin heyecan verici kıvrımlarından birinde, Cengiz’in en büyük askerî başarısı, hiç hesapta olmayan bir başarıydı.
13’üncü Yüzyıl’ın başlarında, Orta Asya’nın -Türkistan-, çoğu Harezm İmparatorluğu olarak bilinen bir idarenin hâkimiyeti altındaydı. Bu devlet, yöneticileri ve askerî teşkilâtının büyük ölçüde Farslaşmış Türklerden oluşması nedeniyle, bir Pers İmparatorluğu olarak da tanımlanır. İmparatorluk zirve noktasında, günümüz İran, Afganistan, Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan ve Kırgızistan’ın çoğunu kapsayan, gerçekten devasa ve müreffeh bir İslâm devletiydi. Farklı siyasî ve kültürel parçalardan oluşan Orta Asya İmparatorluklarından biriydi. Ortak dili Farsça, ibadet dili Arapça ve yönetici hanedanın konuştuğu dil Türkçeydi.
Ne yazık ki, Harezm Şahı, insanlık tarihindeki en büyük hatalardan birini yaptı ve krallığına İncil’de yazanlara benzer bir gazap getirdi.
Cengiz’in, Harezm Krallığı’na hiçbir askerî kastı yoktu. O, bütünüyle, Çin denilen büyük fili yemek için çalışıyordu. Harezm Krallığı’nı potansiyel olarak kazançlı bir ticaret ortağı olarak görüyordu ve Harezm pazarlarında ticaret yapması için elçilerle birlikte bir kervan gönderdi. Kervan, Cengiz’in bir iyi niyet gösterisi olarak yalnızca Müslümanlardan teşkil edilmişti. Ne yazık ki Şah’ın Otrar’daki valisi Moğolları casus olmakla suçladı ve kervanı yağmaladı; Cengiz’in birçok adamını öldürdü. Cengiz, iade talebinde bulunmak için Şah’a üç elçi gönderdiğinde, Şah bunlardan birinin kafasını kestirdi ve diğerlerinin saçlarını kazıtarak Cengiz’e geri gönderdi. Han adına hareket eden bir elçinin öldürülmesi, hâliyle Han’ın kendi şerefine ve şahsına ağır bir hakaret olarak algılandı ve bu nedenle de Harezm İmparatorluğu’nu tamamen yok etmekten başka yapılacak bir şey yoktu. Cehennem at sırtında geliyordu.
Cengiz’in Harezm seferi, tamamen beklenmedik bir hadise olarak tüccar ve elçilerine karşı işlenen suçların cezalandırılmasına dayanmasına rağmen, Cengiz Han’ın askerî dehasını açığa çıkardı. Bizim için daha da önemlisi, sadece muharebe etkinliğinin ötesinde, harekat alanındaki Moğol becerisini de gösteriyor.
Moğol ordusunun, temelde, göçebe atlı okçularının yetenekleri sayesinde büyük bir savaş avantajı elde eden bir süvari ordusu olduğu bilinir… Ana muharebe aracı, yinelemeli kompozit yaydı. Bozkır göçebeleri ilkel olarak görülse bile, bileşik yay, oldukça karmaşık ve son derece güçlü bir silâhtı. Tahta, boynuz ve hayvan lifi gibi katmanlı malzemelerin karışımından yapılmış ve kurumasını önlemek için verniklenmiş Moğol yayı, hem güçlü, hem de at üzerinde süvariye zahmet vermeyecek kadar hafifti. Moğol atlı okçusu, yayını hem isabetli hem de istikrarlı bir atış hızıyla kullanırken, aynı zamanda ayaklarıyla koordineli manevralar yaparak atı yönlendiriyordu. İşte bu, Asya’nın çoğunu fetheden temel silâh sistemiydi: Bir at ve bir adam!
Bununla birlikte, bu yetenekler, doğası gereği taktiğe dairdir. Düşmanla meydan savaşında, Moğol muharebe etkinliğine karşılık gelirler. Buna mukabil, Harezm İmparatorluğu’nun işgâli, Moğolların harekât yeteneğini, yani askerî birimlerin büyük mesafeler boyunca, son derece hassas ve koordinasyonla manevra yapabilmesini gösteriyor.
Moğol hayatı, onları uzun mesafeli seferlerin zorlukları konusunda son derece yetenekli yapan çeşitli hünerler aşıladı. Göçebeler olarak, hareket hâlinde yaşamaya ve uzun mesafeleri eyer üzerinde kat etmeye, hayvan sürülerini seyyar yiyecek kaynakları olarak kullanmaya. Bununla birlikte, bundan da fazlası, farklı su ve yiyecek ihtiyaçlarını bozkır çevresinde hareket ettirmenin lojistiği, doğal olarak geniş alanlarda hareketleri ve eylemleri koordine etme konusunda üstünlük kurmuşlardı. Hareket hâlindeyken örgütlenebiliyorlardı. Hâlbuki örgütlenme statik, hareket dinamik içerir. Bu zıtlığı aşma becerilerini, Harezm seferinde, tenakuza düşmeden en güçlü ve en etkili şekilde gösterdiler.
Moğollar, bir de Nerge olarak adlandırılan benzersiz ve etkileyici bir avlanma biçimini savaş sahasında uyguladı. Bu, bir yüzük avıydı. Binlerce adam, çevresi 130 kilometreye kadar geniş bir daire içinde ava başlar, tam bir ay boyunca, yavaş yavaş merkeze doğru hareket ederek bölgedeki tüm av hayvanlarını amansızca ortaya doğru sürerler, ta ki en sonunda tüm avlar küçük bir ölüm bölgesinde kapana kısılana kadar. Bu uygulama yüzlerce hayvanı paketleyebilirdi, ancak lojistik olarak çok zordu ve iyi bir koordinasyon ve disiplin gerektiriyordu .
Tüm bu beceriler, hain Şah’a karşı savaş başladığında, 1219’da, açıkça görüleceği gibi, Moğolları üstün operasyonel uygulayıcılar yaptı. Cengiz, ordusunu, tümenler adı verilen kısımlara bölmüştü. 10 bin kişilik birimler, daha sonra bin, yüz ve onluk birliklere bölünüyor ve en sonunda onları öldürücü darbe için bir araya getiriyordu. 800 yıl sonra bile, güç dağılımının ve tam vaktinde konsantrasyonun neredeyse mükemmel bir örneği olmaya devam ediyor.
Cengiz bu şaheserine, 1219 kışında 3 tümenlik “30.000 kişilik” bir kuvveti Harezm krallığının doğu kesimlerindeki Fergana Vadisi’ne konuşlandırarak başladı. Burası, imparatorluğun doğal savunmasıydı ve hakkında uzun süredir geçilemez hükmü konmuştu. Bu hükmün hiçe sayılması Celâleddin Harzemşah ve generallerini şaşkına uğrattı. Harezm Krallığı, aşılmaz gibi görünen Kızılkum Çölü ve Tien Shan Dağları da dahil olmak üzere çeşitli doğal savunmalarla Cengiz’den korunuyordu. Şah, bu engellerin Cengiz’in konuşlanmasını yavaşlatacağını ve kilit erişim noktalarını savunmasına izin vereceğini farzetti.
Cengiz’in en büyük oğlu Cuci ve Cebe adında tecrübeli generali, Tien Shan’ı hızlı bir şekilde geçerek Fergana’ya daldı. Görevleri, meydan savaşından kaçınmak ve bunun yerine, mümkün mertebe çok şeyi tahrip etmek, alanları yakmak, gürültü çıkarmak ve hep menzil dışında kalmak sûretiyle, onlarla boğuşmaya çalışan Harezm kuvvetlerini çileden çıkarmaktı. Bu sırada Cengiz, esas kuvvetini Harezm sınır bölgelerinin kuzey çevresine getirdi ve Otrar şehrini kuşattı.
Bu noktada Moğol ordusu iki ana kola ayrıldı. Biri Fergana Vadisi’ndeki yapılı her şeyi tahrip etmek, diğeri kuzeydeki Otrar şehrini yok etmekle görevlendirildi. Bu iki kol, daha sonra daha da alt bölümlere ayrıldı. Fergana tümeni bölündü, Cuci ordunun bir kısmını batıya, Syr Drya Nehri’ne doğru alırken, Cebe güneye ilerledi. Cengiz’in diğer oğulları Çağatay ve Ögeday komutasındaki daha küçük bir kuvvetin şehri bitirmek için Otrarda kalması ve Cengiz’in şahsî komutası altındaki ana ordunun görünüşe göre ortadan kaybolmasıyla kuzeydeki ana gövde de aynı şekilde bölündü. Şah, asker sayısı olarak üstün kuvvetlere komuta ediyordu ve üstelik kendi sahasında savaşma avantajına sahipti, ancak Moğol kuvvetlerinin, krallığının genişliği boyunca dağılması tam bir felç etkisi meydana getirdi; ülkesi içinde müstakil faaliyet gösteren birkaç büyük Moğol kuvveti, niyetlerine ilişkin tam bir belirsizlikle hareket ediyordu. Şah, operasyonel olarak donmuştu ve şehirlerinin duvarları içinden pasif bir direnişten başka bir şey gerçekleştiremiyordu. Moğollardan, üç dört misli büyüklükteki Harezm ordusu, manevra yapamayan veya herhangi bir proaktif eylemde bulunamayan, savaşa tamamen pasif bir müdahil hâline geldi. Sayıca çok az olmalarına rağmen Moğollar her yerdeydiler.
En kritik nokta ise, Moğol ordusunun en büyük biriminden habersizdiler. Yani, Cengiz neredeydi? Mart 1220’de, aniden Buhara şehrinin dışında, şehrin arka tarafında belirdi. Han geçilmez denilen Kızılkum Çölü’nü geçmiş, vahadan vahaya atlamış, 400 kilometrelik bir yay çizerek Buhara’yı tamamen gafil avlamıştı.
Sonun gelmesi uzun sürmedi. Buhara hızla düştü ve dağılmış Moğol kuvvetleri, şimdi hızla Şah’ın başkentine, insan rezervinin toplandığı Semerkand’a doğru yoğunlaştı. Cengiz, şaheserinin doruk noktasına bir adım kala, başkentin zorlu tahkimatlarından yılıp geri çekilme hilesi yaptı ve peşinden takip için kapılardan çıkan savunma ordusunu katletti.
Cengiz, altı aydan kısa bir sürede, kendi ordusundan çok daha fazla, muazzam bir orduya sahip istikrarlı bir imparatorluğu tamamen yok etti. Semerkand’ın düşüşünde, Moğol ordularının teknolojisi olan kıvrımlı yay ve dayanıklı Moğol atı, artık tarihin eserleridirler. Ancak hayrete mucip bir dağılım, operasyonel belirsizlik ve manevra yeteneğiyle gelip geçmiş değildir. Hatta bunların aşılıp aşılmadığını sorgulamak bile adildir. Sonuç olarak, Cengiz’in bu ustaca harekatla gösterdiği şey, dağınık manevranın düşmanı entelektüel olarak felç etme gücüdür. Şah’ın imparatorluğu, ordusu tek bir proaktif eylemde bulunamadan yok edildi. Bu, şaşırtıcı, kafa karıştırıcı, neredeyse başka bir dünyaya ait bir ölüm yoluydu. Cengiz’in düşmanlarının çoğunun, Cengiz’in onları cezalandırmak için cehennemden geldiğine inanmasına şaşırmamalı.