ÇÜRÜK AYDINLAR

BURHAN HALİT KOŞAN

Miskin, zayıf Hâce Ahmet, yedi ceddine rahmet

Farsça dilini bilerek, güzel söylemekte Türkçeyi. (*)

Mutlak fikir silsilesinin ay yüzlü çocuğu, bütün duyguların, evet bütün duyguların ulvi yönlerinin ete ve kemiğe bürünmüş timsali. Büyük Doğu’nun çivit mavisi Hindistan’ı ve turuncu Horasan’ı değil, Turan mülkümüzün turkuvaz mavisi ve Selçuklu ananesinden gelenlerin mukaddes ihtiyarı olan YESEVÎ Ata, böyle buyurdu.

Hâce; zamanda yolculuk yapan erenlerden, mekânı aşan dervişlerden ve beyin nakli yapan alp bahadırlardan biri olamasam da kapına geldim. Hâce; dinimize pusu atan ve Türkçemizesavaş açan çürük aydınlara karşı himmetini gözleyen nöker, bir avuç buğdayına muhtaç yoksul bir Türk’üm. Hâce; ya sır gömleği bahşet Kaf dağına göçelim ya harf bahşişi ver, çürük aydınlara nokta koyalım… Aşk ile çıkalım, Ergenekon’dan.

FİRKETE

Aziz Türk milletinin faziletlerini katil kelimelerle körelten ve genetiğinden gelen dehâsını da emperyalist kavramlarla kirleten çürük aydınların saltanat sürdüğü ve yarı tanrıların hükmettiği bu kirli çağda, bizi tufanda taşıyacak ve kurtuluşumuzu sağlayacak Nuh’un gemisi nerede? Ve dinimizi, dilimizi, yara alan kalbimizi, kanayan gönlümüzü, mahpus olan aklımızı ve hücresinde küflenen zekâmızı, hangi malzemeyle inşâ edeceğiz?

HARFLER DÜNYASI

Muteber bir insana yakın olmak, çok yakın olmak veyahut yakınlık hissetmek, bir kısım ulvî duyguları, değerleri ve davranışları da beraberinde getirir. Nefes aldığı dönemde her kalp atışında rejimin menteşesini oynatan Kumandanın yanında bir cüce olduğumu biliyorum. Buna rağmen, “zıddıyla düşünme” prensibinden aldığım bir cüretkarlık ile “soğan” metaforu, “katmanlı tefekkür” ve “ikiz düşünme” teklifinde bulunayım.

Hani demem o ki, “ikiz düşünme”, herhangi bir ilim dalını veyahut bir olguyu, zıddıyla birlikte “soğan” metaforuna mutabık olarak kız kardeşi olan branşın hammaddesi veya hısımı olan olgu ile birlikte değerlendirmenin usûlüdür. Yarın değil, hemen şimdi prensibimizle sözümüzü renklendirelim ve tatlandıralım. “Soğan” metaforunun kız çocuğu hükmündeki “ikiz düşünme”; rakamları, matematiğin harfleri, harfleri de lisânın rakamları olarak veyahut molekülleri, biyolojinin elementleri, elementleri de kimyanın molekülleri olarak düşünebilmenin metodudur. Aşk, bir meydan okumadır.

Mamafih, “soğan” metaforunun erkek evladı hükmündeki “katmanlı tefekkür”, bize ait değer ve erdemlerin özünü ve her bir insanda bulunan duyguların üstünü kaplayan yosun ve kabuklardan arındırmanın yöntemlerinden biridir. Gelin bu usûlü çıplak bir ifade, sade bir anlatımla anlaşılır kılalım. Malûmdur ki, ahalimizin cimrilik anlayışı para ile, mülk ile, görüntü ile ilintili ve sınırlıdır. “Katmanlı tefekkür” bakış açısına sahip insanlara göre ise bir olguyu, bir duyguyu veyahut bir şahsiyeti tek başına para, mülk ve görüntü biriminin ölçütleriyle tartma sürecinin sığ, analizinin bayağı, aşamalarının tiksindirici ve neticesinin hatalı olduğuna inanıyorum. Peki, doğrusu ne?

CENNETİN VE CEHENNEMİN ENVANTERİ

Sevgili gönüldaşım, öncelikle ve özellikle “katmanlı tefekkür” anlayışına göre cimri ve cimriliğin, hak ve batıl, helâl ve haram, ulvî ve süflî, cennet ve cehennem vb. olarak

ikiye ayrıştığını söylemeye mecburum. Arzdan, asumana uzanan cennet merdiveninin

İlk basamağı olan ulvî cimriliğin kapısını çaldım. İrademi ve kalbimi Kumandan’a teslim ettim ve seslendim: “Açıl susam açıl! Açıldı kapı; Atlas sedirinde mavera dede” (**)

Mavera dede buyurdu: Yalan beyan, yaltaklık, sefahat, gevezelik, laçkalık, kabalık, bayağılık, dedikodu, kalpazanlık, fitne, fesat, haset, tamahkârlık, tedhiş, tefrika, tahkir, cerbeze, yılgınlık, iyilikseverlik, süflî şehvet, tembellik, sinsi gülümseme, kıkırdamak, yobazlık, yılışmak, fingirdemek, kapris, kibir, şımarıklık, şarlatanlık, ahmak mutluluğu, istihza, eziklik, ikna, pısırıklık, sırıtmak gibi cehennemin sayısız veçhelerinin yansıması olan hâllere karşı ulvî cimrilerden ol. Murdarın lekelerini, gölgeleriyle birlikte sil.

Dedim: Amenna Efem, amenna! Kut verdi nazarınız, açıldı akıl gözüm.

Takdir edersiniz ki, kol ve bacaklarımız gibi bir kısım uzuvlarımızın simetrik olmasından dolayı çocukların, çorap, kazak ve ayakkabılarını ters giymesini doğal ve hatta hoş bir tebessümle karşılarız. Elbette ki, simetri olmasından kaynaklanan her hata ve yanlış, dudaklarda gülüş ve çehrelerde tatlı bir tebessüm bırakmaz; Cennetin zıt simetrisi olan cehennem gibi, sağlığın zıt simetrisi olan hastalık gibi, muzaffer olmanın zıt simetrisi olan mağlubiyet gibi. Yeryüzünde başlayan ve cehennemin dibine kadar inen günâh merdiveninin son basamağı olan süflî cimrilik, sefil cimriler ve temsilcileri olan çürük aydınlar da asla ve kata kalplerde tat, çehrelerde tatlı bir tebessüm bırakmaz.

Tan vaktinin sarardığı, karanlığın kaçtığı ve adını işiten zifiri gecenin bile tir tir titrediği “mutlak karanlık” ve zebanilerin karşılayacağı sefil cimriler ile temsilcileri olan “çürük aydınların”, aşk, sevgi, tebessüm, ağırbaşlılık, vakar, ciddiyet, nezaket, sohbet, neşe, muhabbet, hayırseverlik, sadakat, temkin, tedbir, burukluk, tevazuu, kibarlık, zerafet, üslûp, intizam, hayırseverlik, özür dilemek, istikrar, istikamet, hüzün, azim, ceht, çaba, tövbe, yüz kızarması, şehadet arzusu, mesuliyet duygusu, merhamet, şefkat, ümit, umut, irfan, hikmet, vefa, haysiyet, namus, edep, ikram, izzet, hürmet ile İBDA fikri gibi cennetin sayısız veçhelerini inkâr eden zındıklardan ve ilga için, yani ortadan kaldırmak için çalışan süflî cimrilerden olduklarını unutmayalım.

DİLİN DİLİ, KALBİN DİLİ

Katmanlı tefekkürün mânâ okyanusuna nazaran kelimelerin şekillendirdiği düşüncenin yani salt aklın ürettiği her türlü ürün defolu, kostümü hırpani ve tekliflerinin tamamı batıldır. Bu sebepledir ki, problemimiz, insanlarımızın az veyahut çok bilmesi değil, bildiklerinin çoğunun yanlış, hatalı ve kusurlu olmasıdır. İnsanlarımızın birbirlerine karşı duyduğu nefret hissi ve öç alma duygusundan kurtarmalı ve aynı zamanda kendilerini yeniden inşa etmelerine yardımcı olmalıyız. İslâm dini ile samimi dindarımızı ve bütün ahalimizi, cehennem envanterine kayıtlı fiilleri işleyen demagogların dilinden ve çürük aydınların ihanet kaleminden kurtarmalıyız.

Dikkat dağıtmamak için bir kısım kusur ve bazı hatalara merhamet gösterip göz ardı etmeliyiz. Ancak, hiçbir kurum ve hiçbir kişi mazimizi yağmalayan ve istikbâlimiz talan eden alçakların yanlışına göz kırpmamızı beklemesin. Benim güzel vatanımın, parti, dernek, vakıf amigolarına değil, nazik düşünce ve derinliği olan çözümlere ihtiyacı var. Kültürümüz ve atalarımız olan Dokak, Selçuk Han, Balaban, Diyarbakır da şehit düşen Celalettin Harzemşah, Baybars ile Salih Kumandan gibi feragat ehli kahramanlardan kalan mirasımız için çok çalışmalı ve dört fırın ekmek yemeliyim. Şahsiyetleri cennet envanterine kayıtlı aksiyonlarla kemikleşmiş bu karakterleri, gıdım gıdım da olsa takip etmeye mecbur ve mahkûmuz. Mucize arayanlar, nefes almanız mucize değil mi?

ÇÜRÜK AYDINLAR

Yahudiler gibi, çürük aydınları da diğer insanlardan imtiyazlı kılan özellikleri olduğunu kabul etmeliyiz. “J” harfinin çocukları olan çürük aydınların özgünlüğü, sıfata işkence etmek, mecaz, teşbih, kafiye, redif, mülemma ve benzeri edebî unsurları tahrik edici biçimde yanlış kullanmalarından ibarettir. Yalan ve hilekârlıkta başarılı, kaypaklık ve hokkabazlık da becerikli, avanak ve ahmakları ikna etme hususunda pek mahirdirler.

Zındık bilinçlerinin ürettiği dramatik hikâyeleri sömürmek için ve trajik palavralarını maneviyat istismarı için kullanmakta sınır tanımazlar.

Felsefe denen hurdalığın, her bir akımının, bir ruh hastalığının zehirli meyveleri olması gibi çürük aydınlar da bir günâh gecesinin zakkum ağacı, Batı mahreçli odakların zehirli meyveleridir. Ehli Sünnet’e karşı nefret ve aziz Türk milletine düşmanlık hususunda müşterektirler. Herhangi bir aksiyonun ne içinde ne uzağında olmayan bu alçakların geceleri İslâmî prensiplere, gündüzleri vatanperverlere karşı kinlerini kusmakla geçer. Bu azgın gürûhun birbirlerine karşı sergiledikleri muhalif pozları ve tenkitlerinin tiyatro, birbirleri karşısında sergiledikleri aykırı beyanlarının da “sahte karşıtlık” olduğunu unutma! Unutanların sonu: Ya batakta sinek ya çatakta leş olmaktır.

Rejimin gerçek sahiplerinin av köpeği olan çürük aydınların her birinin kesinlikle ve kesinlikle ya Batı menşeli ya Orta Doğu istihbaratlarından bir hamileri vardır. Şerrin bileğini kesen imân neşteri, kemiklerine dayanıp irinlerini deşeceği ânda topuklamakla, yani firar etmeleriyle meşhurdurlar. Rejimin gerçek sahipleri ile hamileri olan ülkelerin namına, cehennem envanterine kayıtlı her türlü pisliğin faili olurlar. Bu azgın gürûh, protez beyinleri, sentetik kalplerin olmasına rağmen, her konuda ahkâm kesmek, kural koymak ve kanun yapıcı olmakla haşır neşirdirler. Mukaddes kelimelerimizin katili, kutsal kavramlarımızın bu canileri, ahalimizi de cehennemin mezbahasına sürüklemek için gece gündüz didinirler. Umarım Allah’tan: “Issı yatıp, soğuk kalkarlar”…

Bir insan birazcık sapıtsa, hayvana benzer. Kalpleri mühürlü ve ellerinde mazlum kanı taşıyan çürük aydınlar için kullanılacak herhangi bir hüsnü tabirin veyahut minicik bir şerhin bile insanı cehenneme sürükleyeceğine inanıyorum. Sütü bozuk, sümüğü bozuk bu canilerin, ahalimizin kaç ruhunu zehirleyip, kaç insanını kedere boğduğunu bilmekle teselli bulamayız. Cehennem envanterine kayıtlı fiillerin faili olan bu melûnların, aziz Türk milletini parçalamak için tefrika çıkaran, erdemlerimizi aşağılayan ve değerlerimizle oynayan kalemlerine, virgül yerine nokta koymanın vakti gelmedi mi? Duygularımızı yozlaştıran ve tutanak altına alınan beşinci kol faaliyetleri ile vatan hainlikleri tescilli bu alçaklara, virgül yerine nokta koymanın vakti gelmedi mi?

ŞAKA

“Dil insana verilmiş bir kâinat planıdır” (***) hikmetine göre hareket eden kim olursa olsun, her zaman rakibini ekarte eder. Kelimeler ile arası iyi olan insanların, mânâ ile de aralarının iyi olduğuna inanıyorum. Gerçek veya değil, olmuş veya olmamış çok da önemli olmasa bile bir şehir efsanesi anlatalım.

İptal edilen Erzurum-Londra uçuşu için yeniden rezervasyon yapılması gerekiyordu. Erzurum havaalanında çalışan bir görevli güçlük çıkaran bir yolcu ile ilgilenirken, sıraya riayet etmeyen başka bir İngiliz, milletine has kibriyle insanları rahatsız ederek bankoya yanaştı: “Bu uçağa binmem şart ve birinci mevki olmak zorunda” dedi.

Görevli: “Kusura bakmayın efendim. Size yardımcı olacağım ama önce bu insanlara yardımcı olmam gerekiyor. Sıranız geldiğinde probleminizi çözeceğim.” dedi.

Milletine has kibirle hareket etmeye devam eden yolcu, herkesin işiteceği yüksek bir sesle sordu: “Benim kim olduğumu biliyor musun?”

Tebessüm eden görevli hiç tereddüt etmeden anons mikrofonuna uzandı.

Görevli: “Dikkat, dikkat, bir yolcu kendisinin kim olduğunu bilmiyor.

Kimliğini bulmasına yardım edebilecek veya kendisinin kim olduğunu hatırlamasına yardımcı olabilecek kimse varsa lütfen bankoya buyursun” anonsunu duyan insanlar katıla katıla gülmeye başladılar.

Kıssadan hisse: Kibirli yolcu, yüksek statüsünü beyan etmek isterken görevli ise bilinçli yanlış anlama taktiğiyle karşı taraf üzerine baskın çıktığı gibi yüksek statüde olduğunu beyan eden yolcuyu hak ettiği aşağılamayla birlikte küçük düşürmeyi başardı.

YOBAZ

Kelimelerimizin katili, kavramlarımızın canisi olan “çürük aydınlar”, aynada yansıyan hallerine ait yobaz, mürteci, gerici gibi vasıflarını bize irca ediyorlar. Halbuki, mürteci olarak tanımlanan figür, bu modern çağın eseri, cumhuriyet rejiminin somut figürüdür. Çürük aydınlar da bu figürün ete kemiğe bürünmüş şubeleridir.

Bu yobaz figür, dört duvarı açık enkaz ve kapısında kilidi olmadığı halde hücresini terk etmeyen, kendi gölgesinden korkan, korkak bir ucubedir. Bu ucubenin kalbi mühürlü ve ellerinde kan lekesi var. Namus mahremiyetinden mahrum olan bu ifritlerin yüreğinde maraz, sinesinde ihanet ve alınlarında şüpheli yazmasına rağmen, mola vermeden imhamızı ve yıkımımızı hazırlamaya devam ediyorlar. Büyük Doğu hudutları içinde yer alan bütün meskûn mahalleri ıvır zıvır meselelerle meşgûl eden bu yobazların, haydut hücreleri gereği politik angajmanları çok gelişmiş olsa da saf fikirden nefret ettiğini ve sanal bir varlık inşasına giriştiklerine şahit olabiliriz.

Eyvah! Bu müesses nizâm, sanal, yapay, sunî, sentetik insanı oluşturdu. Bu sentetik, bu yapay insanı, olanı değil, istediğini görmeye alıştırdı. Realiteyi kavrayan ve vakıaları idrak eden değil, halüsinasyonlara alıştırdı. Hakikat ve gerçek, aynı şey olmadıkları hâlde hakikate değil, gerçeğe bile değil, algı ile hezeyanlara alıştırdı. Mamafih, “çıfıt”ı kutsal, beşinci kol faaliyeti yapanları aydın, cehennem kalıntılarını moda, süflî hatırları tarih, sapkınlığı kanun, safsatayı inanç, soytarıyı hatip, şaklabanı ve çadır soytarılarını kahraman olarak pazarlasa da gemi su alıyor ve topyekûn batışa sürükleniyor.

Totaliter rejimin en büyük ritüeli bile kalitesiz. Hiçbir ifade, bayağılıklarını tarif edemez. Altın buzağıya tapan Yahudiler gibi tanrılarını altından değil, bronz, tunç, sunta, alçı gibi değersiz şeylerden inşa etmeleri bile kalitesiz olduklarına kâfi delildir. Altın buzağının sayısız çehresi olan putlardan birini yontan, tohumunu atan, inşâ eden ve büyüten bu namussuzlara bir müjde vereyim: İmgenizi yonttukça, putunuzu yaptığınız müddetçe cinayet, terör, tedhiş ve kargaşa asla durmayacak. Kalbi kıraç, aklı donuk, yüreği çöl, duyguları kör, vicdanı olmayan çürük aydınlarınız gibi putperest rejiminiz de kesinlikle ve kesinlikle sükûnet bulmayacak. Evet, korsanların ele geçirdiği ve hainlerin yönettiği gemi topyekûn batıyor… Keramet arayanlar, ayakta durmanız keramet değil mi?

RİYAZİYE

“Toy taylara baş kırdıran Riyaziye” (****), yani matematik, farklı ifade kalıplarıyla aynı şeyi niteleyeceğimizi öğrettiği gibi edebiyat da aynı tespiti farklı ifadelerle anlatmamızı öğretir. Bizler, doğal insanlarız, gerçeği, olanı, realiteyi, olguları ve vakıaları bildiğimiz hâlde dört maşrapa kımız içtik, hakikat mektebinde tıfıl talebe olduk. Küçük bir mola ve sonra gerçeğin sahilinde yürüyelim. Hiçbir insan, ay ışığından fazla yaşayamaz.

Allah’ın ayetlerini ve ananevî örfümüzü evimizden, yani vatanımızdan kovunca, arzın alâmetleri tüm şiddeti ve bütün pervasızlığıyla ortaya çıktı. Bu nedenle sesimizi yitirip, soluğumuzu kaybettik. Uçurumun kenarı, felaketin eşiğinde değil, tam göbeğindeyiz. Düşman, “çürük aydınlar” vasıtasıyla aramızda nefes aldığı hâlde, kan tutkusu kibriyle arzı endam ettiği hâlde, bizler, her şeyden bîhaber yaşıyoruz. Gölgelerin bol, siluetlerin çokça olduğu bu çirkin çağın çarkını kıracağız. Şuurumuzun dikkatsizliği ve bilincimizin zaaflarına rağmen, masmavi rüyalarımız var. Melodisi notalara dökülmeyen şarkımız ve gözyaşlarımızı saklayan tebessümlerimiz var. Musallanın hasretle beklediği bizler, aşk repliğinin kırıntılarıyla kazanacağız.

DERKENAR

İmân ehli biri, mazlum biri, öksüz ve yetim biri üzüldüğü zaman, arz üzülür, arş üzülür. Kan damlası düşmesin diye, bir kirin lekesi düşmesin diye kalbinin kapılarını kilitleyen insanlar kederlendiği ân, yeryüzü kederlenir, gökyüzü kederlendir. Kalbi kırık ve gönül yarası olanların acısını dindiremeyen beceriksiz, kendi söküğünü dikemeyen marifetsiz biri olduğumu kabul ediyorum. Bu eksikliğime, bu noksanlarıma rağmen, kalbi buruk gönüldaşım ve gönlü kırık kardeşlerime birkaç hususu danışayım, belki şifa bulurum.

Suç işleyenler, statülerine göre mi, hukuka göre mi yargılanıyor?

Suç ve suçlu araştırması statüye göre m,i hukuka göre mi yapılıyor?

Hangi yasa, hangi otorite, hangi görüş, yoldan çıkanları cezalandırabilir?

Hangi devlet, her gece bir şehidin bacısını iğfal, her gün bir şehidin hanımına tecavüz ettiğini itiraf eden milletvekillerini koruyor, kolluyor ve ödüllendiriyor?

GÜL VE KILIÇ

Kılıcında gül taşıyanların son temsilcisi olan Salih MİRZABEYOĞLU gibi insanlar ve bazı şeyler tahrip ve tahrif edilemez. Anadolu ikliminin mukaddes ihtiyarı hükmündeki Kumandan’ın ıstıraplarının rehin alındığını ve çığlığına kelepçe vurulduğunu herkes inkâr etse, yeryüzü şahit olur, gökyüzü şahit olur. Batıl olan her şeyi, İslâm güneşinin ışığı altında mezara gömmek için çalıştığını insanlar inkâr etse, kurtlar şahit olur, kuşlar şahit olur ve yağmur şahit olur… Ve şahit oldu, kundağın, dürbününün, namlunun ve tetiğin şerefli subayları. Saçlarıma değdi kırk ikindi yağmuru ve istikâmet duygusu kulağıma fısıldadı: Bulutların gökyüzüne, ağaçların toprağa tutunduğu gibi tarihe tutun ve dilekçeni yaz.

Dertli Kazak, karanlıkta şaşırmış

Ay doğmaz, gün doğmaz, tan atmaz

Gören adam söndürmezse yangını

Nasıl mümkün olacak ayağa kalkmak?! (*****)

Ben dilekçemi; Hüma kuşu ve bütün kuşların, eşref saatinin, Kadir gecesinin, Hıdırellez günü ile mübarek Üç Aylar’ın rabbine verdim. Feleğin sillesini yesem de ben dilekçemi;

âşıkların, maşukların, Kudüs’ü Türk vatanı kılan Atsız Ata’nın, Sultan Galiyev’in, zenci Musa’nın, Mirjakip Duvlatulı ile Anadolu’nun mukaddes ihtiyarı olan Salih Kumandan’ın rabbine verdim…

* Hace Ahmet YESEVÎ / Divanı Hikmet: 71. Hikmet

** Necip Fazıl KISAKÜREK / Çile şiiri

*** Dil ve Anlayış, Salih MİRZABEYOĞLU, sayfa:74

**** Erkam, Salih MİRZABEYOĞLU, Sayfa: 43

***** Mırjakip DUVLATULI, Kazak Şairin “Uyan” şiiri

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: