BİLİM Mİ İDEOLOJİ Mİ?
Levent AKINCI
Evvelce Ayncalut sitesinde kaleme aldığım “Psikoloji mi İdeoloji mi” başlıklı makalenin devamı mahiyetindeki bu çalışmanın konusu kendisine meşruiyet zemini arayıp duran LGTBİ. Ve ondan da tehlikelisi. Yani bu işin mimarları, fetvacıları, destekçileri, fonlayanları, propagandistleri.
Bildiğimiz üzere, Ümmet olarak yüz küsur yıldır Sabetay dönmelerle, avdetîlerle başımız belâda; 1909 darbesinden beri. Şimdi bir de eşcinsel dönmeler çıktı. Bu kez “dinsel” dönmeler ve “cinsel” dönmeler el ele. Nesli “dinsizleştirmek” ve “cinsiyetsizleştirmek” amacıyla dört koldan çalışıyorlar.
Sabetayist ve benzeri bazı büyük başlar teşvik ediyor eşcinselliği, ama bu pislikten muzdarip olan çoğu müslüman ve çoğu vatandaş (Müslümanlar ile diğerlerini bir tutamam. Biz müslümanlar bu vatanın asîl ve aslî sahipleriyiz. Diğerleri ise sadece vatandaştır. Bu yüzden böyle yazdım) asıl tehdit olarak bu işin sokaktaki, sahadaki ayağı olan, sözde onur yürüyüşü yapan, mukaddesata saldırıp duran, haşa “Recep ile Şaban’ın aşkına Ramazan engel olamaz” diyerek Ramazan ayında bile eylem yapan ve böyle şerefsizce sloganları olan süprüntü kefereleri görüyor. Arka plândaki büyük başları, bazı sözde bilim çevrelerini, bir kısım destekçi firmaları, sözde sanatçı ve medyacıları ise gözden kaçırıyor. Bu dönmeciliğin asıl mimarı, asıl elebaşları bir kısım elitlerdir. Hem küresel boyutta hem de vatanımızda durum budur. Yazık ki kuklacılar perde arkasında bile değil uluorta, göstere göstere bu oyunu devam ettirdikleri hâlde, bir çoğumuz hâlâ daha sadece kuklaları görüyoruz. Bir de kurbanlar var. Önce ellerine düşüyor bu gürûhun, sonra onlar da kullanışlı birer kukla haline geliyorlar.
Sürekli bilimsel terminoloji ile çok akademik, çok teknik ve süslü laflar eden bir kısım bilim adamları, çok saygın ve yaygın bir kısım firmalar, çok ünlü bazı sanatçılar, çok meşhur bazı medya organları vs. sanki tereyağından kıl çeker gibi sıyrılıyorlar, geriye de telin edilecek olarak malum süprüntüler kalıyor hep, ve ahlak ve aile yürüyüşlerindeki mitinglerdeki saf müslümanlar asıl kimlere öfkelenmeleri gerektiğinin farkında bile değiller gibi.
Bilim, sanat, iletişim demişken… Öncelikle bilime ve sanata bakışımızı ortaya koyalım, sonra meramımızı izhar edeceğiz.
Malûmdur ki din, Allah Teâlâ’nın kelâmî âyetleri ile beyân olunmuştur; bilim ise, Allah Teâlâ’nın kevnî âyetlerini, yani beni âdemi ve âlemi inceler. Âyette buyrulduğu üzere, emir de halketme de O’nundur. Eşyâ aklı kaçınılmaz olarak vahyi tefekkür etmeye götürdüğü gibi, vahy de akla eşyâya nazar etmeyi emrediyor.
Eşyâya nazar etmek çoğunlukla iki türlü olur; bir, herkesin rahatlıkla yapabileceği ve dinen de her müslümana vecibe olan, temâşa ve tecrübe ile tefekkür etmekle; bir de ihtisasla, bilim denen mercekle sistematik olarak odaklanarak inceleme. Yani ya doğal gözlem ve deneyimler, ya da profesyonel bilimsel araştırma ve gözlemler.
Mülk suresindeki “ferci’il-basara” yani çevir gözünü “nazar et” buyruğu gibi, âyetlerde ve hadîslerde sayısız buyruk vardır. Bir yerde göğe, bir başka yerde deveye bak emri verilir. Bir yerde insanın hâleti ruhiyesinden bahsedilir, bir başka yerde arıdan, karıncadan; bir yerde zerrelerden, bir başka yerde yıldızlardan. Bir yerde sulara hasr-ı nazar ettirir Kur’ân, bir başka yerde dağlara…
“Zikir” ve “Fikir”. Kur’ân’da bir âyet var ki, bu iki lâfzın da anıldığı bir âyettir. Bir de hadîs var ki, bu âyetin ve diğer âyetlerin hakkını vermeyenlere sert bir ikâz var;
Âl-i İmran Sûresi 190. âyet, kısa meâlen yazacak olursak (Esasen meâl diye bir şey yoktur, kısa ve kısır tefsir denmeli bunlara ve âyetin bir Arapça aslını okumalı ve bir de uzunca tefsirini okumalı): “Muhakkak ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün ihtilafında akıl vicdan sahipleri için âyetler vardır”. Ve devamındaki 191. âyet: “Onlar ki ayakta, otururken, yanları üstüne yatarken Allah’ı anar ve göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. Ey Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen çok yücesin. Bizi ateşin azabından koru!”
Bu âyette “Yezkürûnallahe” ve “Yetefekkerûne” lâfızları hep dikkatimi çekmiştir. “Zikir” ve “Fikir” bir arada bir âyette geçtiği için. Bildiğim kadarıyla da sadece bu âyette böyle bir arada yad ediliyorlar.
Bir gün dedelerden kalma Osmanlı Türkçesi ‘Şerh-u Birgivî Li-Kadizâde’den okurken, şöyle bir hadîs olduğunu öğrendim; ki, daha sonraları Kettâni’nin Mütevâtir Hadîsler adıyla yayınlanan ve asıl ismi “Nazmu’l-mütenâsire Mine’l-hadîsi’l-mütevâtire” olan kitabında da gördüm ki, neredeyse mütevâtir imiş bu hadîs.
O iki âyet nüzul olunca Resûlullah Aleyhisselâm buyurmuşlar; “Veylün limen karaeha, ve lem yetefekker fîha”. “Yazıklar olsun onu okuyup da düşünmeyene!”, veyl olsun onu, yani gerek tüm Kur’ân’ı gerek bu âyetleri, zikir-kıraat-tilâvet edip de tefekkür etmeyene! Evet, yazıklar olsun bu âyetleri diliyle okuyup da kalben, aklen ihlas ve fikir sahibi olmayana. Bu âyetlerin lâfzını okuyup da mânâsını ihmal edene. Estağfirullah. Hafzanallah. Ki, Resûlullah Aleyhisselâm umumiyetle çok mühim ve tehlikeli meselelerde, büyük ihtar manasında veyl olsun dermiş.
Bu iki âyeti ve bu hadîsi amatör bir surette hat olarak da yazmıştım. Mânâsını ihlâsla idrak etmek ve mucibince amel etmek de nasib olur inşallah.
Devam edelim. Malûmdur ki, gündüz veya gece, insan başını gözünü gökyüzüne çevirip baktığında gökyüzünün tamamını asla göremez. Başını çevirip öbür taraflara da bakması gerekir. Ve bu ‘döne döne’ bakışta baş da döner gözler de yorulur, ve akıl hayret makamına çıkar ve nefis de zillete düşer.
Ayrıca da zaten bir yerküre üzerindeyiz, bir noktada dursa bir insan veya cihaz, gökyüzünün her tarafına döne döne bakarak bile sadece gökyüzünün bir kısmını görebilir. O esnada dünyanın ters tarafında bulunan da göğün başka bir yüzünü görebilir ancak. Ve çıplak gözle bakan biri dönüp bir daha ve bir daha… Defalarca bakışıyla tarayarak ancak, göğü kısmen de olsa görmüş olur.
Mülk Sûresi’nde Allahu Teâlâ “O ki birbiriyle mutabık yedi gök yaratmıştır, Rahmân’ın yarattığında hiç bir nizâmsızlık göremezsin, haydi çevir gözünü de bak; görebilir misin herhangi bir kusur?”. “Sonra gözünü tekrar tekrar döndür bak. Göz âciz ve bitkin halde sana dönecektir”.
Ve yine aynı sûrede “Yakın göğü kandillerle donattık” diye buyrulmuş. Verilen, lütfedilen “vehbî” ilim bir yana; çalışarak uğraşarak kazanılan “kesbî” ilimle yani akıl, duyular ve bilimle teknikle görülebilir bilinebilir âlem sadece bu evrendir. Ve bütün bu evren tüm bu uzay belki sadece 1. Semâ’dır. Allahualem. Kaldı ki bu göğü yani uzayı bile ‘dünya gözüyle’ asla tam ihata edemeyecek bilemeyecek ve göremeyeceğiz.
Son teknoloji Webb teleskobu ile geçtiğimiz yıl muazzam resimler elde edinildi. Bu resimlerde yakın göğün yani uzayın-evrenin sadece küçücük bir kısmı görülüyor. Dediklerine göre 4.6 milyar sene önceki halini görüyoruz. Çünkü 4.6 milyar senede ancak ışığı bize geliyormuş bu uzak galaksiler kümesinin. Mesela Arz’a yani Dünya’ya yaklaşık 150 milyon km uzaklıktaki güneşin ışığı yaklaşık 8 dakikada geliyor. Cisim ne kadar uzaksa o kadar eskiyi geriyi görmüş oluyoruz yani. Meselâ belki de şu anda Güneş için son geldi ve patladı veya çöktü, ama ancak 8 dakika sonra görülecektir o takdirde. Allahualem.
Bu keşifler, ve böylesi devasa bir cihanda bırakın insanı, dünyanın güneşin bile çöldeki bir kum tanesi kadar bile yer tutmaması hakikatinin; kiminde nihilist kiminde pessimist kiminde pragmatist kiminde bilmem neist tesiri olabilir. Biz mü’min kullar için ise bunlar birer kevnî âyetlerdir. Kelâm olan âyetleri “tezekkür” ve “tefekkür” ederken bu kevnî âyetleri de temâşâ ve tefekkür ederiz.
‘Din’ ile terbiye etmek şartıyla ‘bilim’den de ‘örf’ten de ‘sanat’tan da istifade etmeliyiz.
Yani bilimle teknikle bir zorumuzun olmadığı hatta ona talip olduğumuz yeterince izhar olduysa, konumuza dönersek; evvelâ şunu hatırlatmakta fayda var; bildiğimiz gibi, din istismarı ve tahrifi ile meşhur Belam, Samiri, Pavlus, İbni Sebe gibiler nasıl ki hakikate ihanet ve insanlığa zulüm etmişlerse, Dr. Mengele veya Prof. Turan İtil gibi bilim istismarcıları da aynı şekilde, hakikate ihanet ve insanlığa zulüm etmişlerdir.
Bilmeyenler için kısa bir açıklama yapayım; doktor “Mengele”, Hitler’in işkencecisidir, 1940’larda toplama kamplarındaki insanlar üzerinde hayvanlara bile yapılmayan cânice deneylere ve infazlara imza atmış bir antropolog ve tabiptir. Türkiye’de “Mamak Mengelesi” diye meşhur olan Psikiyatri profesörü “Turan İtil” de darbe sonrasında 1980’lerde benzer hayvan deneylerini siyasî mahkûmlar üzerinde yapmıştır. Mamak dediğimiz meşhur Mamak Cezaevi. Sürekli İslâm düşmanlığı yapmasıyla ve Mason Locası hemşiresi olarak bilinen Sümerolog Muazzez ilmiye Çığ’ın kardeşidir. Ve farklı kişi ve kaynakların belirttiği üzere Muazzez de, kardeşinin işkencelerinde suç ortağıdır. Sondaki linklere göz atalım. Velhasıl, Dr. Mengele veya Prof Turan İtil hakkında tafsilâtlı bilgi için gerek dönemlerinin basınında gerek mevcut internet ortamında araştırma yapabilirsiniz. Uzatmayayım. Bu iki şahsı ve icraatlarını bilim istismarına, ilmin sûi istimâline örnek olarak andım.
Evet, tarihte böyle daha nice bilim istismarcısı vardır. Ve bu, asrımızda ve günümüzde de böyledir. Ve bunların sesini duyuran, cahiliyye şairlerine eş bir kısım medya…
Elbette nice düzgün ve hayırlı din âlimi ve bilim adamlarımız ve medyacılarımız da var, ki onları tenzih ederiz. Bilhassa Ehli Sünnet olanlarına hayırlı, faydalı çalışmalarında muvaffakiyetler dileriz. Bilim hakkındaki tavrımızı yukarıda ortaya koymuştuk. İmam Gazâlî Rahimehullah, “Tıbb ve Hisab” gibi ulûm-i fenniyye için farz ilimlerdendir der; ümmet üzerinde tıpkı “fıkıh” gibi bunların da “farzı kifaye” olduklarını söyler. Yalancı müfteri Odatv’ye cevap olarak yazdığımız “İmam Gazâlî Aklı Öldürmüşmüş” başlıklı makalemizde bunları açıklamış ve İhyâ’dan apaçık nakiller ile karanlık odanın oryantalist ağızla geviş getirip durduğu herziyatı net bir şekilde çürütmüştük. Eserin girişindeki ilimlerin tasnifi kısmında tebâbet ve hisâb ilmi, yani bu günkü tabirle tıp, matematik, geometri, mühendislik gibi ulûm-i fenniyye / pozitif bilimler hakkında neler yazdığını meraklıları açıp oradan okusunlar. Ki göz göre göre yalan söyleyen karanlık odakların küfr zulümatına mahpus olmasınlar.
Bildiğimiz gibi, Firavun erkek çocuklarını, Ebu Cehil de kız çocuklarını katlediyordu. Asrımızda nice sözde din ve bilim adamı ve bir kısım medyacı var ki; hem erkek çocuklarını hem kız çocuklarını yaşarken öldürüyor, ma’nen öldürüyor. “Harsı ve Nesli”, yani Âlem’i ve beni Âdem’i ifsad eden küffarın en büyük ifsadı da “cinsellik” ve “cinsiyet” meselesinde gerçekleşiyor günümüzde.
Dine ve ahlâka küresel boyutta ve son derece organize bir saldırı var. Şöyle bir eğitim öğretim projesi hedefleniyor birilerince; nesli “dinsizleştirme” ve de “cinsiyetsizleştirme“…
“Psikoloji mi İdeoloji mi” başlıklı makalemizde de tafsilatlıca anlatmıştık; Dünya’da da Türkiye’de de birilerince, eşcinsellik artık “suç, sapıklık, ve hastalık” olarak görülmüyor. Ve bunun hiç bir naklî ve aklî delili, hiç bir bilimsel temeli olmaksızın, sadece bir kısım ideolojilere ve politikalara binaen bu bakış türedi.
Bizdeki taklitçi maymunların kıblesi olan Batı’da, yakın yıllara kadar eşcinsellik bir “hastalık” ve “sapma” olarak tanımlanıyorken, yakın dönemde özellikle bazı psikoloji ve tıp çevreleri “ideolojik” bakış veya baskı ile hastalık tanımından çıkardılar. Dünya Sağlık Örgütü, Amerikan Psikiyatrlar Derneği, Amerikan Psikologlar Derneği, psikopatoloji tanı el kitabı olan DSM kitapları vs… Son elli yıl içinde beşer onar sene aralıklarla hepsi bu kervana katıldı. Keza tıp ve psikolojideki bu u dönüşüyle paralel olarak bir çok ülkede ahlâk ve hukuk üzerine kalem oynatanlar eşcinselliği “sapkınlık” olarak görmediklerini beyan edip duruyor. Yarın aynı şeyi “ensest, pedofili, zoofili” vs pislikler sapkınlıklar için yapacaklarından kimsenin zerre şüphesi olmasın!

Ülkemizdeki bir kısım tıp, psikoloji, ve pdr çevreleri DSÖ denen çete ve DSM’ci şebekelerin parmağında oynuyor ve bilhassa çocuklarda ve gençlerdeki mevcut LGTBİ özenti ve yayılmasının normalleştirici fetvacısı ve hatta mimarı olan bu bir kısım sözde bilim çevrelerini ve bu tarihî ihaneti bu millet asla unutmayacaktır. Bir de malûm bir kısım medya var tabi.
Yakın yıllarda eşcinselliği normalleştirmek için “Toplumsal Cinsiyet”, “Cinsel Yönelim”, “Cinsel Tercih”, “Seçtiğim Ailem” vs kavramlar uydurdu birileri. Dediğimiz gibi, küresel boyutta ve organize bir saldırı söz konusu. Bunun bir çok ülkede medya ayağı var, parti ayakları var, sözde bilim ve sözde sanat çevreleri ayağı var, işin içinde bir çok ünlü firma var. Var da var. Artık “homofobik” diyerek insan fişliyorlar! “İnsan” düşmanları! İstedikleri “ucube-mutant” türü elde edene kadar her insan ve aile hedeflerinde! Ve bu projede “Doktor Mengele” kılıklı ‘bir kısım’ psikiyatr ve psikologlar ve psikolojik danışmanlar da çok aktif maalesef. Her zamanki gibi sözde “bilimsellik” ve sözde “medenîlik” şekeriyle yani altından bal tasında sunulan bir zehir söz konusu.
Eşcinselliği normal karşılayan meslektaşlara; “Homoseksüellik düne kadar hastalık idi, ne oldu ne değişti de, hangi ideolojik baskı veya tercihle Dsm kitabı, Dünya Sağlık Örgütü vs son kırk elli sene içinde hepsi de beşer onar sene arayla ve sinsice sindirte sindirte kademe kademe ve sırayla hastalık listesinden çıkardılar? Bu bilim değildir, sadece bir inançtır bir ön kabuldür; ben vahye ve fıtrata hilkate dayanarak ‘bu bir sapıklıktır’ diyorum; sen de, ‘hayır, toplumsal cinsiyet şeysi, cinsel yönelim, tercih vs’ geveliyorsun; öbürü, ‘bir fikrim yok’ diyor. Ne değişti, ne gelişme oldu tıp ve psikoloji biliminde de, hepiniz başladınız eşcinselliği kutsamaya?” Dediğimiz zaman da bazı meslektaşlar hemen, “Ona bakarsan düne kadar zenciler ve köpekler giremez de yazıyordu kapılara Amerika’da” diyorlar. Onlara cevabım; “Faşizm bir hastalıktır ve insanlık suçudur, kimse faşist doğmaz ve faşizm geni yoktur, tıpkı eşcinsel geninin olmaması gibi!”. Sahi ne oldu, çok bilimsel (?) davranan psikoloji çevreleri yeni bir bulgu mu elde etti, mesela eşcinsellik geni mi keşfetti? Ne değişti de beşer onar sene arayla herkes eşcinselliği sapkınlık ve hastalık olarak görmekten vazgeçti? Kim yönlendiriyor DSÖ denen çeteyi? Ve diğer şeytanî teşekkülleri! Mesele tamamen ideolojiktir! Homoseksüelliği normalleştiren bazı meslektaşlarımıza, “Bakın bunun bir adım sonrası ensest, zoofili, pedofili, nekrofili vs pisliklerdir; homoseksüellik bunların birinci basamağıdır ve Truva atıdır” dediğimizde, “Bu iki şeyin birbiri ile ilgisi olduğunu düşünmüyorum” diyor çoğu! Deriz ki; bu yüzden mi bütün mitinglerde, sosyal medyada şurada burada hepsi ve de bazı veganlar, hep birlikte hareket ediyor? Uyuyun siz!
Uyuyan gafil, uyutan ise haindir!
Her şey bir yana, çoğu makalede tekrar ettiğimiz gibi; “kime göre, neye göre?” suali karşısında apışıp kalıyor tüm ideoloji ve beşer ürünü akımlar.
Bu arada, “Veganlık ve Lgtbi” başlıklı makalemizde de izâh ettiğimiz gibi; birileri artan nüfus ve azalan pay endişesiyle ve din ve ahlâkı yok etmek gayesiyle tabi fıtrî “beslenme” şeklimize de tabiî fıtrî “üreme” şeklimize de, müdahale etmeye çalışıyor. Bunun bir ayağı doğum kontrolü ve kürtaj, bir ayağı evlilikleri azaltıp zinayı artırmak, bir ayağı eşcinselliği teşvik etmek, ve bir ayağı ‘bazı’ ilaç ve aşılar, veganlık, ve daha başka şeyler.
Neden bir kısım hümanistler, feministler, veganlar, ve lgtbi sapıkları vs hep birlikte hareket ediyor?
Meselâ veganlıkla lgtbi arasında nasıl bir ilişki var ki sosyal medyadan derneklere, mitinglerden tvlere her fırsatta birlikte ve paralel hareket ettiklerini görüyoruz?
Efendim, “azınlık psikolojisi, ezilen ötelenen dışlanan gruplar birbirine yaklaşır!” diyenleri duyar gibiyim.
Hayır. Bilâteşbih, bu vatanın asîl ve aslî sahipleri olan biz Müslümanlar da azınlık ve öz yurdumuzda garip, öz vatanımızda paryayız adeta. Veya mesela Turani, Kafkas ve Arap muhacir ve mülteciler de azınlıklar ve dışlanıyorlar. Veya mesela çeşitli kadim dinî veya etnik azınlıklar da var ülkede.
Neden meselâ şeriatçı Türkler, veya muhacir Uygurlar, Çeçenler bu hümanist çatı altında görülmüyor?
Çünkü mesele sadece farklı olmakla, azınlık olmakla veya ezilmekle dışlanmakla ilgili değil.
Azınlık demişken. Uzun senelerdir Sabetay Mason bir malûm azınlık, tvlerde eşcinsel şarkıcıları ve oyuncuları, halkın önüne şöyle sanatçı, böyle oyuncu diyerek rol model olarak sundu. Şarkıcı Özdemir Erdoğan, iki binlerin başında bir gazeteye verdiği tam sayfa röportajda masonluktan neden ayrıldığını ve masonların çevirdiği dolapları ifşa ederken şunu demişti, “bu ülkede şu üç kişiye, Zeki Müren, Bülent Ersoy ve Tarkan’a yapılan masonik medya yatırımı başka hiç kimseye yapılmamıştır. Sebebi de cinsel kimlikleri!” Böyle böyle bu günlere gelindi yani.
Aslında matbuat ve medya ile “ahlâkın aşındırılma süreci” çok evrelerden geçti. Önce Mehmet Rauf’un ahlâksız Pençe romanı ile vs başlar, ki daha sonra kısa sürede sinemaya uyarlanacak, ve Türkiye tarihinde ilk yerli film de o olacaktır. Yanlış hatırlamıyorsam daha sonra Yahudi ve Sabetay Simavi ve Yalman kardeşlerin ve benzer türlerin iğrenç, müstehcen matbuatının başı çektiği bir kısım basınla devam etti. Ve sonraki dönemlerde Yeşilçam sinemasıyla daha tesirli bir hâl aldı. Her eve giren televizyonlar ile hız kesmeden devam eden tahribat, en nihâyetinde artan tv kanalizasyonları ve derken de internet ve bilgisayarlar, tabletler ve akıllı telefonlar ile zirveye, yani çukura ulaştı. Foseptik çukuru!
Sonuç; bir âlim veya bilim adamının sosyal medya hesabının bir kaç yüz abonesi varken ve faydalı bir videosu elli yüz defa seyredilirken; ibnenin biri, meselâ Kerimcan adlı bir sosyal medya fenomeni olacak maymunun biri, uçak seyahatinde uçağın tuvaletinde afbuyrun mastürbasyon yapıp yayınladığında, videonun on milyonlarca defa tıklandığı, ve böylesi ibnelerin yüzbinlerce, milyonlarca takipçisinin olduğu bir devir! Eşcinsel evliliklerin, serbestçe ve Sisi denen erkekten dönmenin bir başka erkekle sözde nikâhında Kur’ân okutmasında görüldüğü gibi, hem de bazen mukaddesata hakaret ederek yapıldığı bir devir! Daha sayarım, saymakla bitmez örnekler.
Şunu da hemen araya sıkıştırayım, evrimin var olduğuna inanıyorum. Ama tekâmül, terakkî mânâsında değil, tersine, ucube mutant olma mânâsında. Birilerine insâniyet şerefi fazla geliyor ve maymuna, domuza dönüyor adeta. Öyle ki, bazı ucube mutantlar hem sîreten hem de sûreten maymuna, domuza dönmeyi beceriyor bir şekilde.
Çok acıdır, İslâmî Uygur, Çeçen, Arab muhacirler ülkelerine iade edilir, ölüme gönderilirken; öte yandan bir kısım aile düşmanı dönmelerin ayağına kırmızı halı sererek, aile bakanlığına davet eden bakanlar gördü bu ülke.
Azınlık demişken, hemen bir iki kodamanı eliti daha anayım, ifsada örnek olarak; Boyner Group, her sene 8 Mart Kadınlar Günü’nde kamu spotu denen kısa videolar servis ediyorlar ana medyaya. 2018’deki “Kadına kadın diyoruz çocuğa çocuk” adlı kamu spotunda konuşanlar, memleketteki azınlıklardan seçme şampiyonlar ligi gibiydi. Bir veya iki adet de cinsiyeti belirsiz mutant ucubeyi de itinayla araya sıkıştırıp “kadın” (!) diye toplumun gözüne sokmuşlardı. Trans veya travesti her ne haltsa, dönmeyi “kadın” diye tanıttı ve nesle böyle bir rol model sundular. Kimse de çıkıp sormuyor ki, “hayırdır Boyner grup, siz tüccar mısınız toplum mühendisi mi?” Siz de bilirsiniz ki, mesela nasıl ki bir Sabetay dönme bin kere de Türküm dese Türk olmaz, aynı şekilde de bir erkek bin kere de kadınım dese kadın olmuş olmuyor! Keza bir kadın da erkeğim demekle erkek olmuş olmuyor. Ucube mutant muzır birer mahlûka dönmüş oluyorlar sadece. Ve bu tahribat için size bir gün meşru dairede meşru yollarla hesap sorulması da kaçınılmaz akıbettir. Ve yine meselâ, o videolarda baş rol alan Caroline Koç, Türkiye Aile Planlaması Vakfı Başkanı imiş. Ve kimse de demiyor ki Türk’ün ve Kürt’ün ailesini töresini dizayn etmek bu “azınlık”lara mı düştü?
Bu halkın kadınlarına çocuklarına “timsah gözyaşı” döken bu feminist, lgtbci vs azınlıklar, aslında beslenip durdukları zıtları olan o vahşî sapık ve hayvandan aşağı olan bir kısım erkeklerden daha şerliler. Bir maganda adam bir kadına zarar veriyor, bu ideolojikler ise umumu, yüzbinleri ifsad ediyor. Bence çok daha tehlikeliler. Üstelik o maganda kriminal türler, haklı olarak meşru ve hoş görülmezken, ki Allah şerlerinden korusun, belâlarını versin; bu ideolojikler ise son derece yasallar, ve normal ve hayırhah olarak lanse ediliyorlar ve medya ayakları ile zehirleri her eve giriyor. Evet hödüklük, magandalık ve sapıklık her yere şümûllu değilken, bu müfsid ideolojiler, herkesin çoluğu çocuğu için bir tehdit. Bir kısım sapıklık ve zulümlere, timsah gözyaşı kaabilinden bir kısım karşı çıkışlar, başka bir takım sapıklıkları yaymak için kalkan yapılıyor vesselâm. Uyan ey halkım!
Bu işin içinde bir kısım firmalar var, bir kısım medya var, bir kısım bilim ve sanat çevreleri var, bir kısım politikacılar var.. Hangisini sayayım. Meselâ H&M mağazaları geçenlerde “Seçtiğim Ailem” diye pislik bir afiş paylaşmıştı. Paylaştığı resimdeki mahlukların türünü cinsini tanımlamak imkansız idi. Dedim ya, evrime ancak şu şekilde inanırım, tersten evrime. Birilerinin maymuna ve domuza dönüşme evrimi.. H&M mağazaları bir sürü sapık ucubeyi mutantı bir eve toplayıp buna seçilen aile adını vermeyi, nesile böyle bir hayat modeli önermişlerdi. Starbucks ve benzeri bir çok firma her sene lgtbilere yüz binlerce dolar fon sağlıyor. Böyle nice örnek sayabiliriz.
Geçenlerde bir profesörümüz eşcinselliği meşrulaştıracak mahiyette, hem dinen hem de bilimsel bir sözde fetva verdi. Fetva gibi bir paylaşımdı adeta. Adını vermiyorum. Ama zaten de tuğyani bir düzendeyiz, bâtıl çabuk yayılıyor, duymayan da duyar nasılsa. Bu profesör, daha sonra dindar kesimden, yalandan yarım ağız bir özür diledi ise de sitesinde bildiğini okumaya devam ediyor. Bu evrim çığırtkanlığıyla meşhur biyolog profumuza göre eşcinsellik ve biseksüellik farklı imiş, eşcinsellik hem doğuştan geliyor imiş hem de Kur’ân’da helâk edilen Lût kavmi biseksüel imişmiş, bu yüzden helâk edilmiş, eşcinsellik günâh değilmiş vs. Ve yine sonradan, çevir kazı yanmasın kaabilinden, eşcinsellik derken livata fiili değil de icraata dökülmemiş eğilimleri yönelimleri kastettiğini vs de zırvaladı. ‘Kadınları bırakıp da erkeklere mi’ cümlesini hevasına göre tefsire kalkan bu biyoloğun dinle, diyanetle, İslâmî ilimlerle zırnık ilgisi olmayıp, kendisi lâik ve cahil olduğu hâlde utanmadan âyet hakkında konuşan biri. İşin dinî kısmı ulemamızca beyan edilmiştir. Livata/eşcinsellik haramdır, en pislik ve en büyük haramlardan biridir.
Dönelim biyoloji konusundaki paylaştığı sözde verilere; güya bazı eşcinseller üzerinde bazı incelemeler yapılmış, ve beyinlerinde diğer normal insanlara göre bazı farklılıklar görülmüş. Bütün eşcinsellere yapılmış değil bu incelemeler. Hatta bir şehrin bir kasabanın bütün homoseksüellerine bile yapılmamış. Bunu kendi de biliyor zaten. Neyse, uzatmayayım, bu beyin farklılıkları ile eşcinselliğin doğuştan olduğunu ve böylesi bir tıbbî biyolojik temeli olduğunu, bu yüzden de eşcinsellerin ayıplanamayacağını ve haşa günâh üzere olmadıklarını ve bu gibi şeyler söylüyor. Bu profun başka da bir çok küfür sözleri var, hem “ben din âlimi değilim helâl-haram bilmem, anlamam, benim işim bilim” diyor yer yer, hem de şeytan dürttü dedirtircesine ikide bir din hakkında atıp tutuyor.
Şimdi bu zata bir kaç sualim ve bu gibilerden muzdarip olan din kardeşlerime de bir kaç nasihatim olacak:
Ey Prof, anladığım kadarıyla diyorsun ki homoseksüellik doğuştan geliyor, diğer insanlara göre bazı beyin farklılıkları görülmüştür. Peki, bir; bu farklılıklar görülen homoseksüeller kaç kişi? Dünyadaki bütün eşcinseller üzerinde bahsettiğin incelemeler yapılmış değil. Mümkün de değil bu zaten. İki; yarın bir gün bir kısım bilim adamları çıksa, dese ki, ensest, pedofil, zoofil, nekrofil veya tecavüzcü ve işkenceciler ve seri katillerin, ve hırsızların haydutların da beyinlerinde diğer insanlarla farklılıklar görüldü; o vakit onlar hakkında ne yumurtlayacaksın? Çok merak ediyorum. Üç; bahsettiğin farklılıklar gerçekten de varsa şâyet, bunların ana karnından bebeklikten ve çocukluktan itibaren düzenli olarak kontrolü takibi mi yapılmış ki doğuştan diyebiliyorsun? Onda da cevabın hazırdır kesin, ana karnında oluşan ve sonra hiç değişmeyen kısımlar bu bölgeler, dediğini duyar gibiyim. Nöroplastisite ve nörojenez diye bir hakikat var; gördüğüm kadarıyla eşcinsellik konulu yazılarında sohbetlerinde röportajlarında hiç de bahsini adını bile anmadığın bir hakikat! Bu bahsettiğin beyin farklılıklarında nöroplastisite etkisi nedir? Bunu hiç düşündün mü? Bu konudaki mütehassıs kimselerle müzakeresini yaptın mı hiç? Diyorsun ki, ana karnında oluşan ve sonradan değişmeyen kısımlar bu farklılıkların olduğu kısımlar. Nöroplastisite bu işin neresinde? Ki, daha çok keşifler yapılacağı umulan muğlak bir konu bu, sen de biliyorsun. Yani nöroplastisite sınırları etkileri tam çözülmüş değil. Ne malûm ki bahsettiğin farklılıklar sonradan olmuş olmasın? Ben biyolog değilim, bu konuların cahiliyim, soruyorum sadece. Dört; ister livatayı, lezbiyenliği ister henüz uygulanmamış olan homoseksüel lezbiyen ilgileri kastetmiş ol, yarın bir gün binlerce genç, sen ve sen gibi bilimcileri referans alarak bildik gay ve lezbiyen olsa, ki olacak olan odur, vicdanın rahat olacak mı? Beş; madem doğuştan beyin farklılıkları var diyorsun, o hâlde neden bunları da hüsnâdaki gibi hastalık olarak tanımlamıyorsun ve bir renklilik çeşitlilik gibi görüp neredeyse taltif ediyorsun? Müslüman olsan zaten evvela bu sualleri sorar cevap arardın, pokunda boncuk bulmuş gibi sevine sevine, hey millet bakın bu eşcinsellik doğuştan geliyor imiş haa, dercesine sübut bulmamış bir kısım araştırmaların çığırtkanlığını yapmazdın!
Şahsen bir müslüman olarak böyle bir farklılık olduğuna emin olsam şâyet; ilk düşüneceğim şey, bir, “beyinleri insanlara ne kadar hâkimdir”, iki, “bu farklılıklar geçmişteki eşcinsellerde de var mıydı”? Ölüp gitmiş cümle eşcinselin çürüyüp gitmiş, artık ortada var olmayan beyinlerini laboratuvara incelemeye alma imkânımız olmadığına göre, acaba bu farklılaşma çağdaş bir durum mu, aşılar, ilaçlar veya genetik bazı bozulmalar bunu etkiliyor mu gibi suallerin peşine düşerdim. Dediğim gibi, ben biyolojinin cahiliyim, hatta şu anda saçmalıyor da olabilirim, senin bir biyolog olarak zırnık anlamadığın din hakkında atıp tutmandaki herziyatı ben anlamadığım biyoloji hakkında yapacak değilim.
Evet dostlar. Yukarıda belirtilen iki kavram için internette tafsilatlı bilgi bulabilirsiniz. Öz ve özet olarak söylemek gerekirse; bildiğim kadarıyla nöroplastisite, insan beyninin sadece çocukluk gelişim döneminde değil tüm yaşamı boyunca değişmesi, gerek yapısal, gerek fiziksel değişim halinde olmasını ifade ediyor. Nöroplastisite, beyinde yeni bağlantılar ve örgüler oluşabilmesi olduğu gibi, nörojenez ise bundan da ötesi, yani beynin yeni nöronlar oluşturabilmesidir diyor işin uzmanları.
Nöroplastisite yaklaşık yüz yıldır ispatlanmış bir gerçek olup, yine de hâlâ daha bakir bir saha olup, dipsiz bir kuyu gibi. Sınırları ve çeşitleri tam bilinebilmiş değil ve daha çook keşiflere medar olacak muazzam bir saha diye biliyorum.
Fakat özetle dersek; eskiden beynin cenin aşamasından ergenlik sonuna kadar büyüyüp sonra bir daha hiç değişmediği sanılırken, artık isbat oldu ki beyin mezara kadar değişiyor dönüşüyor. Kısacası “duygu, düşünce ve davranışlarımız” beynimizi değiştiriyor!!!
Şimdilik belli kısımlarda ve işlevlerde belli özelliklerde gözlem yapılmış olsa da, daha çok keşfi olacak bir konudur, Allah en doğrusunu bilir. Yüz yıl önceye kadar beyin yetişkinlikte bir daha asla değişmez diye bilinirken şimdi artık tüm hayat boyu değişime açık olduğunu kabul etmiş durumdayız. Ve yarın bir gün daha neler çıkacak muamma.
Akıl gaye değil vasıtadır. Akıllıyız çünkü nakle tâbiyiz. Akılcılar ise akılsızdır. Ve bilim, vahye benzemez, değişkendir, oynaktır.
Meselâ bilim dün sana Kadeş savaşlarında Mısır Hitit’i yendi, veya başa baş geçti, der; Mısır hiyeroglifleri okunmuştur çünkü ve bilinmez ki eski Mısır’da yalancılık bir devlet karakteridir. Yüz yıl boyunca yalan ve eksik bilgiler öğretilir okullarda. Yüz yıl sonra Hitit tabletleri çözülür, işin gerçeği ifşa olur. Ramses kıçını zor kurtarmış, tam bir mağlubiyet yaşamıştır çünkü. Savaş ve anlaşma sonrasında Amka ve Amurru’nun Hitit’in vasalı olması da zaten tescil ediyor Hitit kaynaklarını.
Bilimperestler, dün, önce yerleşik hayat ve medeniyet başladı, din sonra türedi derler, ve kaba taş devri, cilâlı taş devri vs cilâlı lâflarla tarih şeridi oluştururlar, sonra bir Göbeklitepe ve Karahantepe bulunur, bütün tarih öncesi devir tezleri patlar. Paleolitik ve Neolitik devri altı biner, yedi biner sene geriye çekmek zorunda kalırlar, zorlarına gide gide. Aa, ilkel dediğimiz insanlar o kadar da ilkel değilmiş, demek durumunda kalırlar.
Her keşifte ödü patlayanlar, imânlı insanlar değildir, her keşifte hop oturup hop kalkanlar bilimperestlerdir. Sürekli yap boz, sil baştan yapmak zorunda kalıyorlar ve dinsiz ideolojileri afallıyor çünkü.
Bilim, dün sana, ışık dalgadır der, sonra tanecik, sonra her ikisidir der. Dün sana kütleden bahseder, bu gün, kütle ne yav her şey enerji der.
Dün beyin, cenin doğum ve gelişim yıllarından sonra yetişkinlikte sabitlenir artık daha değişmez der, bu gün hayır öyle değilmiş ya, nöroplastisite ve nörojenez diye bir hakikat var der.
Bilim değişkendir ve yanıltır. Hele de din düşmanı ideolojilerin esiri olunca. Dün Lgtbi sapkınlık ve hastalık der, fazla değil kırk elli sene sonra ağız değiştirir. Ne oldu dersin, son elli senede ne gelişti, mesela olmayan eşcinsellik geni falan mı keşfedildi? Hayır. Mesele ideolojiktir. Dediğimiz gibi, bir kısım psikiyatri ve psikoloji ve Pdr çevreleri, DSÖ denen çete ve DSM’ci şebekelerin parmağında oynar daima. Saf Anadolu çocuğu da yutar bu zokaları maalesef.
Bu arada, her fırsatta “gökten indiğini sandığınız kitapların dogmalarını bırakın, bilimi dinleyin” diyen lâiklere söyleyin;
Birincisi, biz Kur’ân’ın kul uydurması olmayıp, en şerefli kula Allah katından inzal olduğunu, zannetmiyor, buna imân ediyoruz. Şüphe zan, ve imân. Bu mefhumlar arasındaki farkı başka makalelerimizde vicdan ve akıl sahiplerine hitaben anlattık. Ve dindarlık bir dogmatizm değildir. Ve biz ne septisistiz ne de dogmatiğiz, ne skolastiğiz ne de seküleriz, ne kiniğiz ne de kireneyiz, ne epikürcüyüz ne de stoacıyız, ne skolastik ruhban gibiyiz ne de hevâya, keyfe göre bir tanrı arayan ve böylece kendi sözde tanrılığını ilân eden Spinoza salağı gibiyiz! Bizi bizden dinle önce! Neyse, şimdi burada konuyu dağıtıp uzatmayacağız. İkinci olarak; bilime ve doğrudan bilimden, fenden, hayattan ilham alarak devlet yönetme şekillerine, rejim, parti ve programlarına dönersek;
Bilimle, mesela yazılım, elektronik ve mühendislik ile vs, silâh yapılır; ama o silâhın kime çevrilip kime doğrultulmayacağı vahiy ışığında belirlenir. Kimi vurursan cani bir katil, kimi vurursan kahraman olacağını din ile biliriz.
Bilim, meselâ tıp, zigotun oluşumunu izâh eder; ama hangi ilişkinin temiz ve helâl hangisinin çirkin haram olduğu vahiyle bilinir. Sözgelimi hamile kaldın, çocuk yaptın ama sapık bir ilişkiden mi, mesela süt kardeşinden mi yoksa el oğlundan helâl, normal bir evlilikten mi, burası bilimi ilgilendirmez.
Bilim, mesela iktisadî bilimler, nasıl daha fazla kâr edileceğini bildirir; ama hangi tür kârın sömürü ve zulüm, hangisinin adil ve hak olduğu vahiy ışığında bilinir.
Kısacası bilime göre bir devlet idare şekli yoktur! Bilim bir amaç, put olmamalı; o sadece bir araçtır, eşrefi mahlûk olan insanın hizmetinde bir vasıtadır, o kadar!
Bilim de örf de sanat da; din ile terbiye edilerek istifade edilmelidir.
Bir çok makalemizde de isbat ve izâh ettiğimiz gibi; ahlâk ve hukuk bilimsel değildir! Bilimle, mantıkla bazı zerre ilgisi yoktur bunların! Ahlâk ve hukuk ya Hakk’a Şeriat’a dayandırılır; ya da halka, yaratılmışlara. Kul uydurması hükümler batıldır, ve onları icat ve icra edenlere Kur’ân, tağut, yani kâfirin önde gideni der.
Hatta “Tağuta muhakeme olmak isterler, oysa onu reddetmekle emrolunmuşlardı” diye buyrulan âyette bahsi geçen tağut, Medine’deki haham idi ve davalara muharref Tevrat ile hüküm veriyordu. Yani semavî kitabın bile beşer eli değmiş olanı tağutî hükümler oluyorsa, ya tamamen beşer uydurması olan kurallar nicedir?..
Geçenlerde YouTube de rastladım, bir diğer profesör de ahlâk ve evrim konulu bir YouTube yayınında ahlâkın bilimsel izâhını yapmaya, ahlâkı evrimle ve sürü bağlılığıyla açıklamaya çalışıyordu. Tabip ve radyolog olan bu profumuz hiç görmediği sözde kadim ilkel insanların davranışlarından ve tabiattaki hayvan davranışlarından deliller getiriyordu güya, fakat genellikle yaptığı şey, çeşitli hayvan davranışları hakkındaki “kişisel yorumlarını” birer “doğa yasaları” imiş gibi göstermek! Karşısındaki cahil ateist youtuber sürekli lafı dönüp dolaştırıp dine getiriyor ve esasen saldırgan üslûbu olmayan bu dinsiz profu, her ama her konuda dine saldırtmak için adeta yırtınıyordu. Nasıl bir kuyruk acısı varsa artık. O da aynen bahsettiğim prof ve benzerleri gibi, “eşcinsellik üremeye engel olduğu için evrimsel süreçte günâh yasak kabul edilmiştir” görüşündeydi. O profa da sözüm şudur; ahlâk ve hukuk eğer vahye ve fıtrata dayanmıyor ise, o hâlde her görüş, her davranış göreceli olmalı sana göre. Yani bu dünyada hiç bir kişiyi hiç bir şeyden dolayı kınayamazsın bu durumda. İnsanın uydurduğu, geliştirdiği bir şey ise ahlâk, evvelkiler beşer ise, ben de beşerim diyerek herkes kendi ahlâk ve kurallarını icad edebilir. Nitekim hukuk da böyledir. Ahlâk da hukuk da bilimsel değildir, mantıklı değildir. Ahlâk ve hukuk ya vahye dayanır ya da beşer ürünü, değişken, göreceli ve zalim tağuti kurallar olur. “Fareler ve İdeolojiler” başlıklı makalemizde ve “Gelişim Psikolojisi Evrimi Çürütüyor” başlıklı makalemizde ve ilgili çeşitli makalelerimizde izâh ettik. İnsan mutlak olarak temiz fıtrat ile, hayr kuvvesi ile iyilik potansiyeli ile doğar, fakat hak olan ahlâk ve hukuk akılla, bilimle, tecrübeyle bulunmaz, vahiyle bildirilir, akılla bilinir öğrenilir. Yani “maden” ve “işleme” meselesi. Ey prof, yayında da bahsettiğin, beynin bir bölgesinin ahlâkla ilgili olduğu tesbiti de bunu gösteriyor zaten. Biraz da boş bir kağıda yazmak örneğine benzer öğrenme ile ahlâk hukuk edinme meselesi…
Ve sen ey saf çocuğu masum Anadolu’nun! Ey Müslüman kardeşim, sanadır bu nasihatim de; bilesin ki, kimi kâl ile kimi de lisanı hâl ile “din devri kapandı, artık bilim var” diyen modern Amonların Samirilerin bir gün iplerini atıp yılan gibi kıvrıldıklarını veya altından bir buzağıyı böğürttüklerini bile görsen sen yine Hz Musa’nın yolunda ol. Yoksa helâk olursun.
Ve bil ki, eşcinsellik, livata, lgtbi ve türevleri fıtrî değildir, tabiî değildir. Hem fıtrata ters, ve sonradan edinilmiş huylardır hem de şeriata göre birer pisliktirler. Ne eşcinsellik geni vardır ne de doğuştan beyin farklılıkları. Ama sözüm ona, hani varsayalım, böyle bir şey olsaydı, bazılarında işin içinde bir biyolojik temel bir doğuştanlık var olsa bile, bil ki ve başta ve sonda deriz ki “irade bununla baş edebilecek kuvveye sahiptir ki haram kılınmış”.
Evet, varsayalım bir kimse, anatomisi ile ereksiyonu ile vs tastamam sağlıklı bir erkek olup da ama doğuştan da böyle bir eğilimi, yönelimi var. Evet, tam bir erkek veya tam bir kadın olduğu hâlde, varsayalım, hemcinslerine karşı biyolojik bir temelli ve doğuştan bir cinsel eğilimi var; insana verilen “cüzî irade” bununla baş edebilecek kuvvede, potansiyeldedir ki yasaklanmış! Demektir ki o insanların da böyle bir imtihanı vardır.
Nitekim bilâteşbih; biz müminler, meselâ karşı cinsle nice zina imkânlarını nefsimiz istese dahi tepiyor ve iffetimizi koruyoruz, ya helâl nikâhla evleniyor veya sabrediyoruz, meselâ ne kadar aç susuz da olsak oruçken iftara kadar yemiyor, içmiyor, cimâ etmiyor ve nefsimize uymuyoruz. Bu da en fazla onun gibi bir “irade-imtihan” meselesidir.
Allah Teâlâ insana taşıyacağından ağır bir yük yüklememiştir. Elbette cimâ veya yeme içmenin bizatihi kendisi ve her çeşidi haram değil, helâl olan cimâ nikâh, haram olan zinadır. Keza helâl olan gıdalar var, helâl kazanç ve yolla edinirsen elbette temizdir helâldir, eşcinselliğin ise bizatihi kendisi ve her şekli melun bir iş. Bu mânâda, verdiğim örnekleri karıştırma, ama “irade ve nefse hâkim olma kuvvesi” konusunda düşün bunları. Eğer bedenen tastamam erkek veya kız olarak, normal sağlıklı doğduğu hâlde birileri aynı zamanda doğuştan bir kısım eşcinsellik veya eğilimi genleri veya beyni ile dünyaya geliyor ise, ki böyle bir şey isbat edilmiş değil; “o da o arkadaşların imtihanıdır demek ki”, der ve haramdan sakındırmaya devam ederiz, ve teklif kalkmaz, hükümler karşısında o kulun mesuliyeti vardır. Kaldı ki, eşcinsellik fıtrî değildir, doğuştan değildir.
Evet, tekrar edeyim, her şeyiyle tastamam bir erkek veya kız iken kalkıp da hemcinsi ile izdivacına ve ilişkiye girmesine asla cevaz verilemez ve normalleştirilemez. Kimsenin hakkı yoktur buna, kimsenin haddine değildir. Böylelerinde eğer gerçekten de bir kısım doğuştan bazı beyin farklılıkları varsa şâyet, varsayalım hani, olsa olsa en fazla çift cinsiyetli doğan ve hünsâ dediğimiz hastalardaki gibi bir arızî durum söz konusu demektir, tedavi yolları aranır, ve onlara dair ilgili fetvaları, müslüman bilim adamları ile birlikte müzakere eden ulema verir. Ve hiç bir âlim de kalkıp, sizin beyinde zaten bazı arızalar var hadi siz eşcinsel olun veya elbette eşcinsel olmakta haklısınız devam edin böyle, veya, siz dışta heteroseksüel ama içte ve aslında homoseksüelsiniz demez, bunu şeytanca imâ da etmez, buna kapı da aralamaz. Tedaviye yönlendirir. Veya o ilgiler, yönelimler içinizde kalsın, ve bununla baş ederek bir yaşam şekliniz olsun vs diyecektir belki de. Kaldı ki, kimler tarafından ne amaçla tezgahlandığı meçhul ve sübut bulmamış netleşmemiş bir kısım ne idüğü belirsiz araştırmalarla sahneye fırlayıp da evreka yapmak sadece zındıklıktır.
Ayrıca da, bahsettiğimiz üzere, bilim değişkendir, bazen aldatıcıdır, tarih boyunca sayısız kere kendi kendini yenilemiştir, yap boz oyunu gibidir hali, din ise hatasızdır. Biz böyle iman ediyoruz. Ve biz “hikmetinden sual olunmaz” diyen kocakarı teslimiyeti üzereyiz. İnanmayanın da cehenneme kadar yolu vardır..
Bazı kaynak ve ekler: