OSMANLI’YA İFTİRALAR

Levent AKINCI

Gerek Emevî ve Abbasî gerek Osmanî Hilâfeti hakkında kefere ve fecerenin binbir çeşit iftira ve tahrifatı ile karşı karşıya olduğumuz bir asırdayız. Bin bir çeşit çirkin iddia ve şüphe yaymaya çalışıyorlar. Kefere yemi salıyor ve maalesef bidatçi ve gafillerimiz de yutuyor zokayı..

Evvelâ “ben Müslümanım!” diyenlere bir usûlü, bir kısım kriterleri hatırlatacak, sonra da müslüman seleflerimiz hakkındaki sapkınlık konulu bazı iftiralara cevap vereceğiz;

-Büyük âlimlerimizden birinin de vurguladığı gibi; kadim zamanda bir kısım tarihçiler ve şarkıcılar Emevî-Abbasî halifelerini içki, zina vs fıskı fucur üzere göstermeye çalışarak, halka, “bakın, halifeler bile böyle ise bizlerin bu günâhları yapması haydi haydi kınanamaz” gibi bir hava vermek istemişler ve fıskı fucuru kolaylaştırmak için uğraşmışlardır… Keza asrımızda biz İslâm ümmetini ümitsizliğe ve utanca düşürmek ve kendisinden dini devraldığımız altın zinciri itibarsızlaştırmak için küfür ve bidat taifeleri dört koldan propaganda yapıyor. Elbette evvelkilerin günâh ve hataları da vardı zaman zaman. Nebiler hariç kimse İsmet sıfatına sahip değildir. Fakat Arabıyla, Türküyle, Kürdüyle İslâmî atalarımız hakkında ortaya atılan çirkin iddiaların, araştırdığımızda bir çoğunun düpedüz iftira, bir kısmının da tahrif edilmiş, çarpıtılmış bazı gerçekler olduğunu görüyoruz… Meselâ eşcinsellik ithamının düpedüz bir iftira, içkinin ise sadece bir kaç emir hakkında muhtemel olduğu, hatta onların dahi şer’an sabit olmayıp bir kaç dedikodunun rivayeti olduğu aşikârdır..

-Bir suç için, bir günâh için adil şahitler veya samimi itiraf lâzım ki suç sabit olsun..

-Ulemanın asırlarca tezkiye ettiği veya biat ettiği gazi halife sultanlar ve dedelerimiz bazı müptezel fasık müverrih, şuara veya yazarın herziyatı ile gözümüzden düşmez, hele ecnebi kâfir tarihcileri hiç ciddiye almayız. Hayırla yad ettikleri yerlerde belki istifade edebiliriz ama şerle yad ettikleri yerlerde itibar etmeyiz.

-Bir fasık size bir haber getirdiğinde aslını araştırın buyrulmuş.

-Suizan haram, hüsnüzan vacib kılınmış. Hayattaki müslüman için bu böyle olduğu gibi vefat etmiş müslüman için de böyledir.

-Beraati zimme yaşayana vacib oldugu gibi meyyit için belki daha fazla vaciptir; çünkü kendini mudafaa imkânı kalkmıştır. Bilâteşbîh şimdilerde masumiyet karînesi diyorlar ya hani. Yani suç isbat olmadıkça kişiye isnâd olmaz, isnâd olursa iftira olmuş olur..

-Şüphe ile yakîn izale olmaz.

-Karainul hâl kaidesi gözardı edilemez. Ümmetin ve ulemanın tevatür kere tevatürüyle İslâm’ı, hatta bazılarının salih, adil olduğu sabit olan halifeler için bir kısım müptezel müşriklerin sıfırdan uydurduğu zırvalara, iftiralara itibar etmek münafık karakterlere yakışır.

-Bilâteşbîh, “bu bir iftiradır deyip geçseydiniz ya”… Buyruğu prensibimizdir bu tür meselelerde…

Böyle bu tür tüm şer’î, fıkhî kaideler nasıl ki hayattaki bir müslüman için vacib ise, vefat edip göçmüş ecdadımız için de vacibdir…

Dönelim bazı kurt postuna bürünmüş köpeklerin müslüman ecdadımıza attığı iftiralara…

Kendisini normalleştirmek için her yola başvuran Lgbti pisliği bir taraftan, diğer çeşitli İslâm ve ümmet düşmanı, tarih, ecdad düşmanı birileri bir taraftan; İslâm tarihinde livatanın yani homoseksüelliğin yaygın olduğunu, hatta bunun normal ve yasal olduğunu, ümerâ ve ulemânın bunu meşru gördüğünü, halk arasında yaygın olduğunu vs iddia ediyorlar.

Bu şerefsiz küffâr, meselâ Osmanlı devri için, “civelek” taburu güya haşa ‘ordunun cinsel ihtiyaçları için görevli bir genç birimdi, yüzlerini kadın gibi peçe ile örterlerdi’ diyorlar. Oysa en basitinden Tarih-i Peçevî’ye göz atsalardı bu acemi oğlanların çarşıda pazarda, halk içinden bazen kendini bilmezler laf sokup, ‘bu tüysüzler mi bizi koruyacak” kabilinden alay ettikleri için yüzlerini peçeyle örttüklerini göreceklerdir.

“Acemi Oğlanlar” veya “İç Oğlanı” sözlerindeki “oğlan” lafzından yürümeye çalışıyorlar bu tarih bilmez zır cahil ve de müfteri köpekler. Günümüzde bu lafza yüklenen bazı argo ve çirkin anlamlar ile yola çıkarak, nerede bir oğlan lafzı görseler hemen iftiralar kusuyorlar. Oysa o kadar çok yerde geçer ki “oğlan” sözü. “İç oğlanı”, “Kapı oğlanı”, “At oğlanı” gibi… Bu bahse döneceğiz.

Bazı homoseksüel ilişki minyatürleri var, internette ecdada hakaret için paylaşıp duruyor birileri. Bilhassa “Kuzu Gecesi” mahsulü Sabetay bir kesim kasten gündem yapıyor ve diğer bazı azınlıklar da mal bulmuş mağribi gibi ve mankurtlarımız da sazan gibi atlıyor. Ve bunları kendi devrinde meşru neşriyatmış ve saraya veya halka şümûllü bir şeylermiş gibi görmek ve öyle göstermek istiyorlar. Oysa o tür şeyler, yani o devrin sapkın veya pornografik yazı çizi işleri tabiî ki merdivenaltı şeylerdi. Devlet, bırakın insanı, maymunları bile infaz etmiş bir dönem. Bırakın livatanın serbest veya yaygın olması yalanını, dağa ‘adam’ ya da ‘kadın’ kaldıran şakilerin, tecavüzcülerin ibretlik infazları, çengellere geçirilmiş hâlleri de tarih kitaplarında minyatür olarak resmedilmiş ve yazıyla da çok yerde zikredilmiştir… Yahu bırakın livatayı, bildik kadınla erkeğin zinasında bile… Mesela Halife Sultan Süleyman’ın damat ve Sadrazamı Lütfü Paşa’nın zina eden bir gayri muslim kadına neler ettiğini mesela Peçevî’den açıp okusalar… Veya mesela boğazda kayıklara binerken karışık binen, haremliğe selâmlığa riayet etmeyen bazı erkek ve kadınlar için ferman çıkartıp yasaklayan ve “bir daha duyarsam hepsini katlederim” diyen Halife Sultan 3. Selim’in meşhur fermanını okusalar… Hakeza binlerce belge ve icraat…

Ama kefere ve zenâdıkanın yaptığı tek şey iftira ve çarpıtma…

Bu tahrifat ve kara propagandaları yaparken de, bazı kelimeleri zemininden ve zamanından kopartıp, asrımızdaki dille, hatta güncel dil ve argo ile anlamlandırıp, “bakın İslâmî atalarınız ve Ehli Sünnet Hilâfet devletiniz şöyle şöyle sapkınmış” diyerek cahil insanlara yutturuyorlar.

Oysa meselâ eski Anadolu Türkçesi ile yazılmış çeşitli dinî ve kültürel metinlerde, tefsir, gazavatnâme, destan vs eserlerde “Adem Oğlanları” sözünü görürüz. Eriliyle dişiliyle cümle Adem Aleyhisselâm soyu, yani Ademoğlu-İnsanoğlu mânâsında.

Arıların “oğul vermesi” de çok ilginçtir. Oğul verdi dedikleri hadisede bahsi geçen, yeni koloni işçi arılardır, yani “dişi arılardan” oluşur.

Kitab-ı Dede Korkut’a bakan biri bile orada falan beyin şöyle bir “oğlancığı” vardı, gibi ibareler görür. Oradaki “oğlancık” haşa livata yapılan, ırzına geçilen erkek mânâsında değildi! Erkek çocuk demekti ki bu gün hâlâ Adriyatik’ten Çin hududuna dek tüm Türk dünyasında telaffuz edilir. Hiç de çirkin bir anlam yüklenmez.

Doğu Türkistan İslâm Fırkası adlı Uygur cihad taifesinin vaktiyle Afganistan’da Taliban kamplarında çekilmiş bir meşhur klibi ve neşidi vardı, orada da geçer “Türkistan Oğlanları”…

Evet burada da Oğlan “fetâ, genç, yiğit” demek..

Tuna’dan Tarım’a, Rodoplar’dan Altaylar’a, Üsküp’ten Kaşgar’a kadar Türkün olduğu her yerde “oğlan” lafzı vardır ve bazen “erkek” bazen de “kız” için yani “her iki cins için de” “fetâ, yiğit, genç” anlamlarında telaffuz edilir..

“Uşağ” da böyledir. Anadolu ve Balkanlar’da her yerde hâlâ daha telaffuz edilir. Çocuk, evlat, nesil gibi anlamlarda söylenir: Falanca has uşahdur, ula uşağum, bu uşahlar nere getdi… Cümlelerindeki gibi, yöreden yöreye değişen şivelerde uşak/uşagh tam tamına yerli-millî kelimedir… Yazık ki oğlan lafzı gibi uşak lafzı da artık bir çok anlam yüklenerek yara almış… Buna rağmen şöyle söyleyeyim, biz “Türk” uşahlaruh, onun bunun uşakları olan feminist, lgtbci, liboş vs “gâvur”ların zoruna gider fütüvvet ve fütûhatımız.. Asıl yara onlarda.. Ta Malazgirt’ten beri..

Evet, oğlan bazen iki cins için de telâffuz edilir, genç anlamında.. En basitinden, şahsen Türkimanım, Yörüğüm, Bozok’luyum; bizim Yozgat’ta hâlâ daha “genç” anlamında “oğlan” lafzı hem de iki cins için de kullanılır. Mesela “kız oğlan kız” derler, genç ve bâkire demek. “Delâanlı kız” da derler, yine genç manasında. Delikanlı kız yani.

Kâmus-i Türkî’deki oğlan maddesine göz atan biri, orada “kız oğlan” tabiri için “bakir kız” dendiğini görebilir… Misâller çoktur bu bahiste.

Evet, “delikanlı” veya “oğlan”… “Genç” manasında…

Kâbusnâme ve benzer kitaplarda “yazın avrada kışın oğlana meylet” tavsiyesi ile yazın yaşı ilerlemiş hanımı ile soğuk mevsimlerde de genç hanımı ile cimayı, bunun daha sıhhatli olacağını vs tavsiye eder. Oğlan derken bildiğimiz genç hanıma diyor. Avrat derken de yaşlıca olan hanıma. Nitekim Anadolu’da hâlâ daha yaşını başını almış hatunlar için, biraz da hanımağa anlamında “koca avrat” ve benzer tabirler vardır. “Kızlara sıra vermiyor, kocaman kocaman avratlar”. Misket türküsündeki bu cümlede bahsedilen yaşını başını almış hatunlardır. Evli dahi olsa genç hanımlara böyle denilmez. Genç kadınlar için “taze” vs derler mesela.

Keza, “yosma”nın geçen asırlardaki mânâsıyla günümüzdeki anlamı çok farklıdır. Böyle onlarca örnek verebiliriz. Bir Türk sanat müziği veya Türk halk müziği konserinde, şarkıda-türküde, hatuna, yosma-yosmam dendiğini duyan biri eğer eski anlamını bilmiyorsa çok şaşırabiliyor…

Lâfın tamamı aptala söylenir demişler…

Kelimeleri devrinde ve mahlinde mânâlandırmayan, içinde geçtiği metindeki ve o kavimdeki ve o kavmin o devrindeki mânâ ile telaffuz etmeyen, fehm etmeyen ve çirkin mânâlar veren kimse, ya bir müfteridir veya cahildir, ahmaktır.

Bazen, bazı divan veya halk şiirlerindeki çetrefilli “söz sanatları”nı direk lafzıyla, lügat ve zahir anlamıyla alıp saçma sapan sapkın yorumlara gidiyorlar.

Demeli, behey kâfir; mesela ben şurada dört farklı durumda dört farklı kişi için de aynı cümleyi kurabilir ve “eli uzun” diyebilirim. Biri sağda solda adamları var, etkili birisi anlamında; birisi hırsız anlamında; birisi de gerçekten ortopedik anatomik bir hastalık olarak fiziksel mânâda eli uzun; ve biri de mecliste eli boyu en uzun olan anlamında… Zamanına, zeminine, başına, sonuna ve kimin kime dediğine vs bakılmadan cımbızlandığı zaman bu cümleler nasıl anlaşılır?

Bu ahmaklar Mühimme Defterleri, Şeriyye Sicilleri, Fermanlar, tarih kitapları ve alâkalı bütün belgelerde yeri geldiğinde “silâh-techizat” için söylenen “yarak” lâfzını da bilmezler ve mesela, “vay be Padişaha bak, Belgrad’dan Budin’e beş yüz adet yarak sevkiyatını emretmiş” (!) derlerse şaşırmayız.. Veya ticarethâne, işyeri, dükkân mânâsındaki “kârhâne”yi de bilmezler ve görseler Kadı Defterlerini, “yav İstanbul’da ne çok kerhane-genelev varmış” (!) da derler…

Türkmenistan, Azerbaycan gibi memleketlere gitseler, ki şu ânda bile kadim lisan mevcuttur, ekseri kelime kadîmî mânâsında söylenir. Görünce duyunca şok olurlar herhalde… Yolda bir subay görürler şok olurlar, “aa, kolundaki armada “Türkmenistan Yarağlı Guvveleri” yazıyor, çok ayıp” (!) derler… Veya Azerbaycan’lı bir esnaf bu müptezellere, “kârhâneye hoşgeldiz, siz çok pezevenk (!) adamlarsız, şu böyük numeralı gocuklara bakalım size olur” der, apışıp kalırlar… Pezevenk, kalın, iri adam demek… Demirel tağutu ve heyetinin meşhur bir faciası vardır böyle, anlatılır, gülünür senelerdir…

Keza bu konulara girmişken hatırlatayım dedim, eski metinlerde veya türkülerde vs “don” kelimesi görenler de yanılabiliyor çoğu zaman. Don, elbise kıyafet demektir. Dede Korkut Kitabı’nda “Sarı Donlu Selcen Hatun” der mesela. Sarı kıyafetli yani… Bildiğimiz dış kıyafet… Zamanla anlam kayması veya daralması gibi durumlar olmuş günümüzde İstanbul Türkçesinde; hele hele argoda bunlar başka başka anlamlar taşır olmuş… Bilâteşbih Karacaoğlan’ın ‘Bana kara diyen dilber’ diye başlayan meşhur şiirinde, “Kara donlu Beytullah” lafzı geçer. Kisve, dış kıyafet demek don. Ayrıca, “at”ların rengini veren kıllarına, yani bi yerde postuna da don denir. Örnekler çoğaltılabilir…

Bazı Şeriyye Sicilleri yani Kadı Defterleri veya Mühimme Defterleri yani Divan Kayıtları ve sair kaynaklarda “fii’l-i şen’i” lafzı, yani ‘çirkin iş’ geçebilir. Bu bazen çok sapkın suçlar bazen nispeten daha hafif suçlar için telâffuz edilir. Çok geniş yuvarlak bir anlama sahip yani. “Iyş u nuş” sözü de böyledir… “Iyş u nuş eden” demek, bazen “ehli keyf” bazen “alemci” demek. Mesela geç saatlere kadar kahve, tütün, sohbet, musikî ile vs takılan da böyle ifade edilir alkol alan da. Geniş anlama sahip.

Yine anakronik bir tarih okuması yapan bir cahil bir çok dâvâda sapkınlık bulacaktır. Misâl Kadı defterlerinde, “ta’ciz ider deyu dâvâ etdikde” gibi bir cümle görünce mal bulmuş mağribi gibi atlayacaktır. Oysa “cinsel taciz” değil, dille veya elle yapılan şiddet mânâsında. Nitekim kendi yüksek lisans tezimizde, yani 407 sayılı (1742-43 seneleri) Üsküdar Kadı defterinde bir dâvâda, kaynananın gelinini taciz ettiği, yani laf sokarak veya itip kakarak eza cefa ettiği ve bunun tesbiti sonucunda kadı tarafından adama evleri ayırma emri verildiğini net bir şekilde görebiliyoruz.

Bir başka hükümde de Anadolu’dan misafiren gelmiş bir asilzâde hanımın kaldığı yerden kaçtığı, çünkü amcası tarafından taciz edildiği, yani yukarıdaki vakadaki gibi, psikolojik veya fizyolojik şiddet gördüğünü görebiliyoruz..

O dönemde “cinsel istismar” için “iğfal” ve başka lafızlar vardır. Bunu da bilmez bu cahiller. Mesela şeriyye sicillerinde, yani kadı defterlerindeki “ırzını hetk etti” gibi cümleleri de görse tecavüz var der bu cahiller. Oysa bu deyim ile namusuna, ırzına “şetm etme” yani “sövme” kastedilir. Zira, misâl, falanca kadın, “mahallelinin ırzını hetk etti” der ve zaten aynı metinde ağzı bozuk, dilinden insanların emin olmadığı, küfürbaz biri olduğu da yazar. Zaten bir kadının mahalleliye tecavüz ettiğini iddia etmek, bunu iddia edenin ciddi zekâ ve karakter sorunu olduğunu gösterir. Bahsettigim Üsküdar Kadı Sicili’nde mesela, ağzı bozuk bir kadının mahalleliye sövüp saydığı bu cümle ile ifade ediliyor ve kadıya şikayet ediliyor.

“Taciz” lafzı bu gün bile bir kaç mânâda telaffuz ediliyor; “taciz ateşi açıldı” cümlesindeki gibi…

Tarih ve edebiyat cahili keferelerin daha çook fırın ekmek yemesi lâzım. “Emevî’de, Abbasî’de, Selçuklu’dai Osmanlı’da ülke hükümdarın malı, halk da kölesiydi”… “Şimdi Türk ulusu özünü buldu” vs diyerek zırvalayanlar “Saltanat-Monarşi” ile yönetilen İslâm öncesi Göktürk, Hun vs Türk Devletleri için de aynı şeyi demeleri gerektiğini bal gibi de biliyorlar. Yani bu “kulluk-kölelik” iftirasını tüm tarihe. tüm atalara atıyorlar. Bu iftirayı ortaya atan “Kuzu Gecesi” mahsulü Sabetayları anlıyorum da, kendi atalarına söven mankurt, mürted birilerini anlayamıyorum… Ayrıca, Hilâfet sonrası yeni dünya düzeninde kim kimin kulu, herkes biliyor… Bazı modern köleler modern cariyeler çıkmış, asil. hür ve fâtih atalarımıza köle diyor. Güler misin ağlar mısın!..

Bu beyinsizler “alkış”ı ve “Alkış Bölüğü”nü de bilmiyordur; kesin “şakşak” olarak düşünüyorlardır. “Alkış” dua, “kargış” da beddua demek. Türkçe kelimeler. Yanlış hatırlamıyorsam tâ Göktürk kitabelerinde bile geçer… Anadolu’da hâlâ daha kargış etmek, beddua etmek anlamında telâffuz edilir. Alkışın ise yakın asırlarda anlamı Batı’daki bildik salonlardaki şakşak gibi olmuş. Alkış Bölüğü, törenlerde topluca dua ederlerdi, padişahı selâmlarlar ve bir yerde de “mağrurlanma padişahım” derlerdi koro hâlinde. Bunlar nasıl kullar (!) ki efendilerine had bildiriyorlardı…

One thought on “OSMANLI’YA İFTİRALAR

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d