İNSAN, “SİSTEM”LE YAŞAR VE YAŞATILIR
Ahmet ÖLÇÜLÜ
Ankara’da yaşanan patlama ile ilgili olarak Adımlar’ın vermiş olduğu haber, “Soruşturma başlatılmış…” cümlesiyle bitmekteydi.
Nasıl bir soruşturma bu?
Hafızalarımızda tazeliğini koruyan Soma ve Ermenek’teki maden, Adapazarı’ndaki havai fişek fabrikası cinayetlerinde olduğu gibi mi?
“3000 Aile”nin saltanatına halele getirmemek adına mı yoksa, “insanı yaşat ki devlet yaşasın” anlayışına uygun olarak, müslüman Anadolu ahalisinden öldürülenlerin hakkını sonuna kadar savunup, mesullerden en ağır şekilde hesap sorulacağı bir soruşturma mı?
Bu soruya verilecek cevap, devletin kime ait olduğunu da gösterir.
İsterse bizim aramızdan çıkıp, bizim dilimizle konuşuyor gözüksün. Bizim hakkımızı para karşısında, kapitalistler ve kapitalizm karşısında korumayan adam, ne kadar bizden gözükmeye çalışırsa çalışsın, bizden olmaktan çıkmış, paranın kulu olmuş demektir.
Asgarî ücretin yeniden belirlenmesi sürecinde bir kez daha göreceğiz bunu. Bakalım iktidar kimden yana?
Ama, “biz istemez miyiz yüksek ücret vermeyi, ne yapalım, dengeler” diyecekler.
Bu dengeler nedense hep zengini daha zengin, fakiri de daha fakir yapmaya devam ediyor.
Mesele de burada zaten, kapitalist liberalist sistemi kabul ettikten sonra, dengeleri de ona göre gözetmeye başlarsın… İktidar yerli ve millî olduğunu söylüyordu ama gerçekten yerli ve milli bir iktisat sistemimiz olsa, işçiye ücret verilirken dengeler de ona göre adil bir netice çıkmasına saik teşkil eder. Herşeyleri gibi, yerlilik ve millîlikleri de yalan.
En fazla, İngiliz Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası’na atadıkları yeni müdire hanım kadar yerli ve millîler…
Mesele, dünyaya kapitalizmin gözlüğü ile bakılmasında. Şuurların buna göre formatlanmış olmasında, yani mankurt olma yolunda oluşlarında.
Mankurt olmak bir süreçtir.
Ben mankurt değilim deyip mankurtluk yapana kapitalizm bir şey demez. “He he, öyle!” diye bir de gaz verir.
Kapitalizm, kazanacağı paraya bakar.
Kemalistler çok mu kötü, al iktidarı sana verelim, bizim kanunlarımızla sen yönet, bizim kazancımıza dokunma. Zira sistem Kemalizm’i de aşan bir şey ve işbirlikçinin adının değişmesi neticeyi değiştirmez. (Neticede AKP iktidarında zengin daha zengin olmadı mı? 3000 ailenin remzlerinden Koç ailesi ve müslüman Anadolu ahalisini soyarak ülkenin parasını gavura aktarsın diye özelleştirilen bankalar AKP döneminde kârını yüzde binlerle artırmadı mı?)
Köleliğe başörtülü olarak mı devam etmek istiyorsun? Tamam, başörtüsü özgür olsun, yeter ki sisteme dokunma; asgarî ücrete talim etmeye devam. Ayasofya’yı bile açarız, yeter ki sisteme dokunma, köle olarak çalışmaya devam et. Kapitalist sistemin kazancını viski içerek değil de Allah’a dua ederek de kutlayabilirsin, mesele yok.
Yıllar yıllar öncesinden, bu sakaleti tanımlamak adına, “abdestli kapitalizm” diye bir tabir ortaya atılmıştı. O gün bu tabiri ortaya atan veya sahipleniyor gözükerek aramıza sızanların pekçoğunun da bu abdestli kapitalizm kervanına katılıp, imânsız İslâmcılık rejiminin aparatları haline geldiklerini görüyoruz.
Her birinin ayartılma hikâyesi farklı olsa da netice aynı noktada buluştular. Kimileri bir çift tatlı söze teslim oldu, kimileri düpedüz paraya, makama, kimileri de Marks’ın “din afyondur” sözünü haklı çıkarırcasına Ayasofya, başörtüsü gibi hamlelerin halüsinasyon madde tesirine kapıldı. Uyuşturucu deyince, her uyuşturucu insanı uyuşturmaz, kimisi de coşkunluk verir, halüsinasyon görmeye sebep olur. Başörtüsü ve Ayasofya serbestliğinin İslâm geliyor zannına yol açması gibi.
Mesele insanı yaşatmak…
Türk insanının yaşam kalitesi her geçen gün daha da düşüyor.
Yaşam yerine yaşamamayı tercih eder hale geliyor, getiriliyor.
Suç artıyor, ahlâksızlık artıyor…
Gençler elden kayıp gidiyor, aile yok olma yolunda; koltuklarını koruyabilmek adına milletin geleceğini düşmana peşkeş çekiyorlar.
Kapitalist liberalist sisteme devam edecekler zira ancak kapitalist liberal sistemin kendilerine sağladığı koltukta oturabilirler.
Kapitalist liberal sistem de kendilerinden müslüman Anadolu insanın kanını, canını istemekte. Evet, patlamayı soruşturacaklar ama hiçbir zaman bu soruşturma kapitalist liberal sistemin esasına, özüne dokunmayacak. Dolayısıyla onlar da elin gâvurunun kurguladığı bu sistemi Türkiye’de sürdüren işbirlikçiler olarak o koltuklarda oturmaya, isterlerse küfür de etseler, efendilerine hizmet etmeye devam edecekler. Yeter ki sistem devam etsin.
Ne demiştik, kapitalizm kazandığı paraya bakar, kendine küfür de etsen, atarlansan, karşıymış gibi de gözüksen, para kazandırmaya devam ediyorsun ya… Hatta tabandakilerin uyuşturulup ikna edilerek rızalarının sağlanarak sistemin devamı için bu atarlanmalar, küfür ve hakaretler danışıklı dövüş icabı elzemdir de…
İmân-küfür mücadelesi, sistemler arası mücadeledir. Bu mücadele alanına sistem şuuruyla çıkmayan, küfre hizmet eder; yenilmesi ve teslim olması, kandırılması ve tuzağa düşmesi kaçınılmazdır. Meselelerin sistem şuuruyla çözülebileceğini idrak etmemiş olanlar, küfür karşısında mağlup olmaya, dün atarlanırken bu gün gidip kucaklarına oturmaya mahkûmdur. Burada küfür şu bu değil, uluslararası sistem, liberal kapitalist emperyalizma. CHP ile olan mücadelenin de aslında emperyalizma adına ülkeyi kimin yönetmek istemesinden ibaret olduğu seçim sonrası ilk icraatlarla apaçık ortaya çıktı. CHP, işbirlikçilik yapacağını açıktan söylüyordu, bu konuda dürüsttü. AKP ise buna karşı çıktığını ve düşmana karşı koyacağını vaat ederek iktidara geldi ve kendilerine oy verenleri tuzağa düşürmüş olarak düşmanla işbirlikçiliğini açığa vurmaya başladı.
Sistem partisi ile sisteme karşı olan parti, sisteme bağlı siyasetle sisteme karşı siyaset… Sisteme karşı siyaset, kuru kuruya “sisteme karşıyız” demekle değil, sisteme karşı alternatif sistemini ortaya koymakla olur. Sırf sisteme karşıyız diye atarlanarak, hatta sistemin sahipleri ile de zıtlaştı diye, sisteme karşı olunmuş olmaz. Karşı olmak böyle bir şekil-suret iş değil, sistem, yani ruh ve fikir işidir. Sisteme şeklen karşı olanın halini, sistem içinde kendine itibar arayanı, pozisyonunu güçlendirmek için edilen mücadeleyi, o sistemin ruh fe fikrine karşı verilen mücadele ile karıştırmamak gerekir. Bir nevi mafya teşkilâtını oluşturan alt mafyözlerin kendi aralarındaki iç mücadelelerinin, mafyacılığa karşı değil, bir iç mesele olması gibi. Mafyözlerden biri, kontrolü altına almak için çabaladığı mahallede, mahallenin hassasiyetine, sosyolojisine münasip olarak, “yetişin ahali, din elden gidiyor” diye mahalleliyi kendine destek olmaya çağırıyorsa… Orada bir iktidar mücadelesi varsa, hem de bu İslâm adına olmayan bir iktidar mücadelesiyse, müslüman, bu iktidar mücadelesine niye gözü kapalı atlayıp, her şartta destek olsun ki? Hani, müslüman ahmak olmaz ya…
Ben müslümanım ve kapitalist liberalist sisteme karşı alternatif bir sistem teklifi edip, mücadelenin ancak bu sistem şuuruyla mümkün olacağını ve başarıya ulaşılabileceğini söylerken, sen bu teklifi sunmadan mücadele edebileceğini zannediyor ve ben de, “bu mümkün değil” deyince bir de beni kibir ve kendini beğenmişlilkle suçluyorsun öyle mi? Netice ortada: Ustalık dönemlerini emperyalizmin kucağında sergiliyorlar. Mücadelede başarı, iktidar olmak değil ki, insan ve toplum meselelerini çözmekle… İnsan ve toplum meselelerini İslâmî bir dünya görüşüne göre çözecek alternatif bir sistem teklifin olmazsa, bunun mücadelesini vermezsen, iktidara geldiğinde de düşmanın sisteminin hizmetçisi olmaktan öteye gidemezsin.
Sıhhate ermenin ilk şrtı, tedaviyi yanlış ellerde aramaktan vazgeçmek…