HANİLİ SALİH ve “DEĞERSİZ DALLARDA ASILMAKTAN PERVA ETMEYENLER”
Âlâaddin Bâki AYTEMİZ
“Ararken Bulduklarım”ın bu bölümüne şehadetlerinin senei devriyesinde Şeyh Said ve erlerinden Hanili Salih şehidimiz var… 2022’nin sonbaharında başlayan-yaşanan maceranın eseri… Yayınını bu güne saklamıştım…
ARARKEN BULDUKLARIM…
Aradıkça bulur, buldukça da ararsın.
Belki farklı bir şey arıyorsundur ama, buldukların seni daha farklı aramalara ve ummadığın farklı buluşlara çıkarır. Her arama ile ulaştığın neticeler, buldukların, o bulduklarına “bu da ne?” diye attığın bakış, seni yeni aramlar ve yeni buluşlara yolcu eder. Sonu gelmez bir arayış ve buluş, tekrar arayış, tekrar buluş tekrar ve tekrar; bir maceradır bu.
Aradıkça bulur, buldukça da ararsın.
Boş durmayayım, arşivde biraz temizlik yapayım derken karşıma bir yazı çıkıyor. 2015’te arşive attığım bir yazı. Türkiye’deki İslâmcı mücadelenin pek de Türkiye merkezli olmayışını eleştiren bu yazıdaki eksikler, hatalar bir yana, yazıyı, yazılmasındaki sebep doğru oluşundan kaydetmiş olmalıyım. Yazıya döneriz de, ben yazı nerede yayınlanmış diye arama yaparken, yazı internette yok. Muhtemelen yayınlandığı site kapandı. Yazarı olan Salih E. Polat’ı arattırıyorum Google’a… Karşıma bir Face sayfası çıkıyor. En son ve tek paylaşım 2020’de yapılmış ve bu da Hanili Salih Bey adında birine ait olan “olmuşuz” redifli bir gazel.
Gazel hoşuma gidiyor, bu defa da Hanili Salih’i bir araştırayım deyince karşıma şehid olduğunu belirten ibareler çıkıyor ki merakım daha da kabarıyor.
ARARKEN BULDUKLARIM ŞÖYLE:
Üstad Necip Fazıl’ın, Son Devrin Din Mazlumları arasından adını zikrettiği Şehid Şeyh Said ile beraber salben idâm edilenlerden, Diyarbakır ulemâsından Zerraki Beylerinden Hanili Merhum Salih Bey…
Bölgede beylik yapmış, kökeni Abbasilere kadar dayanan, eski ve nüfûzlu bir ailenin çok iyi eğitim görmüş bir ferdi…
Hanili Salih Bey (1873 – 29 Haziran 1925), Şeyh Said Kıyamı sonrası Şeyh Said Efendi ile birlikte idam edilen 47 kişi içinde hem âlim hem de entelektüel denilebilecek tek kişidir. Hem klâsik dinî hem modern eğitim görmüştür. Anadili Kürtçe (Kurmanci ve Dımıli) dışında Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızca dillerini bilen Salih Bey İngilizce özel ders almıştır. Bir ara Diyarbakır’da Şûle-i Terakkî okulunda öğretmenlik yaptıktan sonra, Ergani, Maden ve Hani’de kadılık ve müftülük görevlerinde bulundu. En son vazifesi Maden Müftülüğünden yeni uygulamaları kabul etmediğinden dolayı kendi isteği ile ayrılmıştır. Onun hiciv şiirleri çok beğenilir. Hürriyet ve İtilâf Cemiyeti taraftarı olduğundan dolayı, bazı şiirlerinde muarızı olduğu İttihat ve Terakkî Cemiyeti mensuplarını hicvetti. İttihat-Terakkî idaresini eleştiren ‘Mevlîd-i Hürriyet’ adlı bir risâlesi vardır. Bir ara okuyup diploma aldığı Hani Rüşdiye Mektebinde Ziya Gökalp’in devre arkadaşı olmuş, Ziya Gökalp’in daha sonraki dönemlerde geçirdiği fikrî, akidevî, siyasî değişikliklere binaen onunla tartışmalara da girmiştir. Ziya Gökalp’in İttihad ve Terakkî’nin Genel Merkez üyesi seçilmesi üzerine yazdığı ve Gökalp’i sert bir şekilde hicvettiği “Bir İttihadçı’nın Ağzından” başlıklı şiiri ünlüdür. Şeyh Said hadisesi akabinde tevkif edilmiş ve Şeyh Said ile birlikte idâm edilmiştir.
*
Ziya Gökalp’le girdiği polemikte, Gökalp’in sonları hep, “gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım” dizeleriyle biten şiirine karşılık olarak aynı vezinle yazdığı meşhur hicviyesi:
BİR İTTİHADÇININ AĞZINDAN
İttihadın oğluyum
Gayri anam babam yok!
Cemiyet amalini
Yürütmeye borçluyum.
Ne buyursa yaparım,
Haklı haksız emrine
Körü körüne taparım.
Bu hususta hayam yok.
Severim her hâlini
Hatta anın uğruna,
İmanım bulunmazsa;
‘Gözlerimi kaparım’
Vicdanımı satarım.
Atilla büyük babam
Hiçbir zaman unutmam.
Tahribatla anarşi,
Babamın yadigarı.
Hep insanlara karşı
Ruhumda var intikam.
Anı asla uyutmam,
Uğradığım yerleri
Yakar ‘Turan’ yaparım.
Başka işim olmazsa,
Yani mamureleri;
‘Gözlerimi kaparım’
Yakıp viran yaparım.
Amucem Timuçin’in
Kanunumdur yasası.
Türkçülük ayininin
İşte odur esası.
Hatırımdan çıkmıyor
‘Karakurum’ yaylası.
Dimağımı sarsıyor,
Hele ‘Kızılelma’da
Cihangirlik hülyası.
Aklımı çıldırtıyor
Yağmacılık sevdası.
Mümkün ise rüyada
Uyanıkken olmazsa;
‘Gözlerimi kaparım’
Cihangirlik yaparım.
‘Ergenekon’dur benim
Asıl ana vatanım.
Orada tahtım, tacım,
Derneğim, kurultayım.
Ben anda bir kalfayım,
Sanmayın ki dilmacım
Han oğlu Han Giray’ım.
İman eden olursa
Jön Türklere yalvacım.
Münkirler bulunmazsa;
‘Gözlerimi kaparım’
Peygamberlik satarım.
Geçmişlerim, ecdadım
Hep kahraman gürbüzler.
Hulagular, Oğuzlar,
Nümünedir meydanda;
Yakutlarla Tunguzlar.
Kendimi Türk sanırım,
Neden söylenmez adım.
Ben de bu son zamanda
Bir inkılap yaparım;
Hem bir şan kazanırım,
Hem bir külah kaparım.
İstediğim olmazsa;
‘Gözlerimi kaparım’
Avrupa’ya kaçarım.
O da ele girmezse,
Malta’ya can atarım
Yan gelir de yatarım.
Meşrutiyet sonrası İttihatçıların gerçek yüzlerinin ortaya çıkması üzerine Namık Kemal’in:
“Ne efsunkâr imişsin ey didar-ı hürriyet
Esir-i aşkın olduk, gerçi kurtulduk esaretten” mısraına nazire olarak tamamı 112 beyit olan bir şiir yazar.
Şiirin bazı mısraları şöyledir:
MEVLİD-İ HÜRRİYET
Görünce Jönleri gümrah-i minhâc-i hürriyetten
Emin olduk ki artık hayr umulmaz bu hükümetten
Yerinde sevgili hürriyetin yeller eser eyvah
Eser yoktur adaletten, müsavattan, uhuvvetten
Vücudu yok imiş medlulu meşrutiyetin
Güya İbaretmiş o da anka gibi sade şöhretten
Yaşa binler yaşa ey laft-i bi-ma’na-i hürriyet
Ne efsunkâr imişsin ah ey gaddar-i hürriyet
Ayırdın milleti cebrin ile cüz’i iradetten
Temeddün namına hep hüsn-i ahlâkı feda ettik
Tecerrüt eyledik her bir faziletten, meziyetten.
*
Nakşibendî Tarikatı’nın Palu Tekkesi postnişini Şeyh Said’in müridi olan Salih Bey, 13 Şubat 1925’te Piran’da çıkan İslâmî kıyama destek vermekten dolayı, Şeyh Said ve arkadaşları ile birlikte Diyarbekir’deki Şark İstiklâl Mahkemesi’nde yargılandı. Mahkemedeki savunmasında Şeyh Said’e ve hareketine bağlılıktan büyük onur duyduğunu, pişman olmadığını belirterek, isyanın başarıya ulaşmama nedenlerini anlatır.
Şeyh Said Efendi’nin arkadaşlarının neredeyse tamamının dolaylı, bir kısmının ise doğrudan tek sorumlu olarak Şeyh Said Efendi’yi suçlamalarına karşın Hanili Salih Bey son ana kadar üzerine düşen sorumluluğu yüklenmekten kaçınmamış ve mahkeme reisinin;
“Sizi Şeyh Said Efendi mi iğfal etti? Yoksa bu cereyana kendiliğinizden mi kapıldınız?” sorusuna büyük bir cesaret ve vakarla;
“Hayır, ben iğfale kapılacak adam değilim. Şeyh Said Efendi ne beni kandırabilir ne de icbar edebilir. Hükümetin mugayir-i şer’i şerif harekatı bu vaziyeti izhar etmişti, Şeyh Said Efendi bir kibritti. O olmasa idi başka birisi yapardı. Kabiliyet hazırlanmıştı, bu işin başına Şeyh Said değil kim geçse olacaktı” cevabını vermiştir. (Şark İstiklal Mahkemesi Şeyh Said Mahkeme Tutanakları s.323-331)
Yargılama sonucu, Salih Bey ve diğer maznunlara (47 kişi) verilen idam cezası 29 Haziran 1925 günü sabaha karşı Dağkapı’da infaz edildi. Oğlu Hasan 14 yaşında olduğu için idam yerine 15 yıl hapis cezası aldı. Diğer oğulları Said ve Ömer Batı illerine sürüldüler, daha sonra çıkan afla serbest kaldılar. Hasan Bey [Bora], 1950-1960 yılları arasında Hani Belediye Başkanlığı, torunu Ferit Bora (Hasan Bey’in oğlu) 1973-1977 yılları arasında Hani Belediye Başkanlığı, 1987-1991’de Demirel’in, 1995-1999 yılları arasında Erbakan’ın partisinden olmak üzere iki dönem Diyarbakır Milletvekilliği yapmış…
*
Mahkeme reisinin “Siz müçtehit misiniz?” sorusuna Şeyh Said Efendi;
“Hayır, müçtehit değilim. İslâmî kuralların hepsi değil ama bir kısmı bırakılmıştı, ben öyle anladım” demiş.
Hâkimin “Kürdistan Krallığı yapacaktınız, öyle mi?” sorusuna ise;
“Krallık falan bizim niyetimizde yoktu. Amacımız şeriat ahkâmını uygulamaktı. Ben ne başkanlık kabul ederim ne de elimden gelirdi” diye cevap vermiştir.
Hanili Salih Bey’in mahkeme süresince verdiği ifadeler de Şeyh Said Efendi ile aynı doğrultudadır. Salih Bey, iddia makamının yönelttiği “Siyasî Kürtçülük” bağlamındaki suçlamaları şiddetle reddettiği savunmasının bir bölümünde şu hususları dile getirdi:
“Maksat bizim bu havalide dinden ibarettir. Evvel emirde medreselerin seddi (kapatılması), ahalinin zihnini hırpaladı. Bizim bu havalide her köyde bir medrese bulunur, iaşe ederler, beş on talebe de bulunur. Medarisin seddi emri verilince her tarafta sui tesir yaptı, dinlerini öğretmek men olunca teessür başladı. Hukuk-u Aile Kanunu (Medeni Kanun) ve ila ahir değişti. Galeyan arttı… Başka bir saik (neden) katiyen yoktur… Hükümet dine ait şeylere müsaadekâr bulunsun diyordum… Ben dinimi siyasî gayelere âlet edecek adam değilim, dini âlet etmek tabirini kendimden çok uzak buluyorum… Bu mahkemeye gelmezden evvel demek ki çok gafil imişim. Kendimi bileli böyle siyasî bir Kürtlük cereyanı olduğunu bilmiyordum. Akvam-ı İslâmiyye arasına münaferet sokacak bir hareketi, her cereyanı takbih ederim. Beni mahkûm da etseniz, idam olunurken de söylerim; siyasî hiçbir cereyandan haberdar değilim. Bu isnat benim için bir lekedir, ölürken bile bu lekeyi reddederim.”
İngiltere tarafından desteklendikleri iddialarına ise; “Allah İngiltere’nin belâsını versin” diyerek kesin bir dille, karşı çıkmaktadır. (Hanili Salih Bey ifadesi, Şark İstiklâl Mahkemesi Şeyh Said Davası Mahkeme Tutanakları s.328)
Hanili Salih Bey, idam edileceği son dakikaya kadar cesaret ve metanetini korumuş, idama gitmekte olan arkadaşlarına da inançlı ve dik durmalarını söyleyerek moral vermiştir. Onlara gönderdiği mektuba eklediği “olmuşuz” redifli gazeli:
Gerçi enzâr-ı ahibbâdan dahi dûr olmuşuz
Rahmet-i Mevla’ya yaklaşmakla mesrur olmuşuz
Bu dünyada müflis u harâb-hâne olduksa da
Bu harâbât ile biz, ma’nada ma’mûr olmuşuz
Kul bizi zulmen mücâzât etse pervâ etmeyiz
Şüphemiz yoktur ki, İndellah’da me’cûr olmuşuz
Ehl-i Hakk’ız korkmayız i’dâmîden berdârîden
Çünki, te’yîd-i İlâhî ile mansûr olmuşuz
Sâlihim, ehl-i salâhım Dîn’e cân kıldım fedâ
Lutf-i Hâkk’la teşnegâna âb-ı Kevser olmuşuz.
(Kaynak: Şefik Korkusuz, Arşiv Belgelerinde Diyarbekir Uleması, İstanbul, 1996)
Şeyh Said’in; ‘Bütün rüfekamın (arkadaşlarımın) içinde ilmi, iktidarı, fazlı itibariyle en şayan-ı itimad kişi’ dediği Hanili Salih Bey’in idam sehpasına yürürken, ünlü divan şairi Urfalı Nabi’nin şu beytini irticalen söylediği nakledilir:
Kimdir bizi men eyleyecek bağ-ı cinandan?
Hane bizim miras-ı pederdir, gideriz biz.
Şeyh Said’in idama giderkenki tavrı da arkadaşı Hanili Salih Bey gibidir:
Şeyh gecenin kucağında idam sehpasına yürürken, biraz ötesinde idamları seyre gelen İstiklâl Mahkemesi’nin Ankara nezdindeki gizli reisi Ali Saib’i (Ali Saib Ursavaş aslen Kerküklü bir Kürttü) fark etti.
Yavaşça başını çevirir ve dudaklarından dökülen şu sözler, gecenin yanağında bir tokat gibi şaklar:
‘Mahşer günü seninle hesaplaşacağız. Boynuzsuz keçinin ahını boynuzludan alırlar.’
Şeyhe idam gömleğini giydirdiler. Dudakları belli belirsiz hareket ediyordu. Yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle darağacına doğru yürüdü.
Sehpaya geldiğinde Son Saat Gazetesi’nin özel muhabirinin, hatıra olsun diye uzattığı deftere, Mekke müşriklerince asılan ilk şehit Hazreti Hubeyb’in;
‘Vela-u bali bi-salbi ala cüzui-n-nahl
Lev kane masrai fillahi ve fiddin.’
Yani,
‘Eğer Allah ve din için kavga vermişsem,
Basit dallarda asılmaktan perva etmem’
mânâsına gelecen Arapça beyti yazacak kadar serinkanlı ve mütevekkildir.
Fikirlerine katılırsınız, katılmazsınız, bazılarını eleştirebilirsiniz ama bir mazlum olarak şehadete erdiğine diyecek yok…
Kumandan Mirzabeyoğlu’nun Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’ne ithafen yazmış olduğu “El” adlı şiirinden bir beyitle, zamanın sahibini selâmlayarak bitirelim:
Kan terliyor gölgesi
Zaman O’nun bölgesi