KONUŞMALAR – 20
Nihan ÖZTÜRK
Murat: “Diğerlerinden haberdar olmak ne kadar önemliyse, bugün Rusya cephesinin çökmesinin ne demek olduğunu farketmekte o derece mühim diye düşünüyorum. Komşuluk hakkı gereği bile yeter! Maalesef bu komşuluk hakkına Irak’ta ve Suriye’de devlet nezdinde hiç riayet edemedik. Bari Rusya’nın bize yakın duruşunu iyi değerlendirelim.”
Orhan: “Saddam, bugün hâlâ yaşasaydı bu Türkiye’nin aleyhine mi olurdu? Aksine?”
Murat: “Tamamen lehine olurdu diye düşünüyorum.”
Orhan: “Fakat savaş sadece silâh tüccarlarına ve müteahhitlere yaradı. Şu da bir gerçek ki, Rusya çökerse Doğu’nun kuzey bloku çöker ve biz Batı tarafından daha çok sarılmış oluruz!”
Murat: “Öyle dostum. Türklerle iç içe geçmiş bir tarih neticede. Bizi iyi tanıyor ve güveniyorlar. Bir çok zalimlikler yaptıklarını ve yeri geldiğinde desteklerini iyi bildiğimizin farkındalar. Çünkü biz de onları tanıyoruz. Amerika ve İngiltere’nin, düştükleri panik durumu sebebiyle Rusya’ya karşı paldır küldür saldırıya geçmelerini hoş karşılayacak değiliz. Nasıl ki o dönemler Irak ve Suriye meselelerinde Batı’nın manipülasyonlarına yem olmadığımız gibi. Yem olanlar ile birlikle kendileri de yem oldular.”
Orhan: “Fakat milyonlarca insanımız, çoluk çocuk ve kadın demeden yok edilen ve bu pisliğe canlarıyla yem edilenler ne olacak?”
Murat: “Ahları vuracak elbet. En rahat anlarında bir atom bombası gibi.”
Orhan: “Mazlum, intikamı alınması gereken bir davaymış demek insan için. Suçlunun, hainin, katilin, hırsızın, aldatanın cezalandırılması meselesi. Adalet Mutlak’a!”
Murat: “Malûm, bizim gücümüzün dışında bir adalet sistemi mevcut. Merhametine sığındığımız Mutlak Sistem’den niyâzımız, bize acısın ve kötüyü cezalandırsın.”
Orhan: “Amin. Yine müsaadenle Kumandan’dan sözü bağlayayım; “Önemli olan bilmek değil, neyi, nasıl ve ne kadar bilmektir. Bu sebeble bilgi doğrulandığı, genişletildiği ve daraltıldığı için üzerinde tartışılabilir.” diyor. Bilginin iyisi var, kötüsü var. Her şeyin olduğu gibi.”
Murat: “Yani her şeyi bilmek gibi bir şansımız yok!”
Orhan: “Maalesef, zamanımız yok! “Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz; Yollar bir yumaktır, uzun, dolaşık. Her gece rüyamı yazan sihirbaz, Tutuyor önümde bir mavi ışık.” diyor ya Üstad.”
Murat: “İnsan, samimiyetle yaklaştığı şeyleri daha çabuk kavrayabilir diye bir his uyandırdı bu bende.”
Orhan: “Zaten insan, samimiyetsiz uğraşıları yüzünden çabuk yorulup tükenmiyor mu ve haybeye koşturmuyor mu? Kendine çalışmadığını bile bile bir kaç milyarlık patronların işini yapıp kendisine düşen yüzde sıfır virgül sıfır bir payla aylık mutlu olmuyor mu?”
Murat: “Oluyor! İnsan her şeyden nefret edebildiği gibi her şeyden mutlu olmasını da biliyor. Hayvanî bir iç güdü gibi. Hayatta kalma mücadelesinde genlerimiz buna endeksli gibi bir durum. Dilersek kocaman bir yalan uğruna açlığa ve susuzluğa dayanabiliyoruz da, saf ve küçücük bir hakikate bile tahammül edemeyebiliyoruz.”
Orhan: “Her işin kendine göre bir eksiği veya hayrı var işte. Kimi böyle nasipleniyor, kimi şöyle ziftleniyor, kimi mızmız, kimi uyuşmaktan memnun falan filan.”
Murat: “Aynen öyle. Derdi bitmez insanoğlunun. Kimseyi mutlu edemez, kimse de kendisini mutu edemez.”
Orhan: “Eyvallah, güzel dedin. İnsanın bildiği şeylerin arasında elinden gelmeyip beceremediği nice şeyler vardır. Bazen görüldüğü gibi değildir. Kötü gözükür iyidir veya iyidir ama kötü gözükür.”
Murat: “Nasıl çözülebilir ki bu birbirine benzerken aslında apayrı olan şeyler? Nasıl ayırt edilebilir?”
Orhan: “Kolay işler değil bunlar. Nasıl ki her konu kendine has bir uzmanı gerektiriyorsa, bu konunun da özel uzmanlara ihtiyacı var. Halkın içinde kötülük edene merhamet gösterilebilir de, devlet içinde kötülük edene merhamet gösterildikçe maraz doğurur derim mesela. Halkın içinde kötülük edenin kötülük derecesi nedir? Nasıl tartılır? Neye göre merhamete açık? Veya niçin adalet yerini bulmalı? Bütünüyle ele alınmadıkça yasanın ne önemi var? Ama demin demek istediğim söze gelecek olursak, devlet makamı, incik cinciğe getirilmez ve yanlışın baş gösterdiği yerde derhal adalet yerini bulur. Devlet dediğin zaten, iyiyi ve kötüyü birbirinden ayırt etmenin sistemidir. İyiyi benimser, kötüyü savuşturur. İster fikrî, ister fizikî meseleler etrafında olsun. Devlet Makamı’nı işgâl edenlerin nasıl bir tarza ve estetiğe sahip olmaları gerektiği anlaşılıyor.”
Murat: “Ne kadar üzerinde konuşsak az.”
Orhan: “Kumandan’ın “Kesintisiz Devrim” bahsi. Sürekli bir gelişim, yenilik, hareketlilik. Ama neye göre? Sadece halkın karşıdan karşıya geçebilmelerini veya daha hızlı bir şekilde şehir değiştirmelerini sağlamak meselesi değil. Yolda yürürken, yemek yerken, sıra beklerken, çalışırken, trafikte, okulda, restaurantta, camiide riayet edilmesi gereken ne varsa; bunun ruhuna bürünmüş bir toplum inşaası meselesi de var işin içinde. Çocuklara ne veriyorsun ki “modern” veya “dini bütün” bir nesil bekliyorsun? Verdiğin bir şey yok ki. Öğrettiklerini, omuzlarda birer yük gibi zorla taşıyorlar. Bugünün sevgisiz, bilgisiz, ilgisiz, abartılı neslinin haline bakmamız bile bizi, bugünün Devlet Makamı hakkında yeterlice intibaya sahip kılıyor.”
Murat: “Ben icraatımı yapayım yığınlar farketmesin. Mevzu bu!”
Orhan: “Hâlâ bu dostum. İnsanlık tarihinde yüzbinlerce kral, sultan, lider var. Yalnız çok iyi ve çok kötü olanlar hatırlanır! Bu icraatçılar da ne iyi ne kötü malzemesinden oldukları için silik tiplerdir ve pek akılda kalmazlar. Tarihe kaydedilseler bile iki üç satırı geçmez.”
Devam Edecek…
03.07.2023