DEVRİME BİR ADIM

Şevket KORAY

Filistin kuvâ-yi millîyesinin işgâl güçlerine karşı düzenlediği Aksa Tufanı operasyonu üzerinden 27 gün geçti, Filistin halkı sadece Gazze’de değil, bütün cephelerde büyük bir direniş gösteriyor. Filistin kuvâ-yi milliyesiyle başa çıkma cesareti olmayan Siyonist işgâl unsurları, soykırım ve etnik temizlik başta olmak üzere savaş suçlarının dozunu arttırdı. Sivillerin yaşam alanları, okullar, hastaneler, camiler, kiliseler, mülteci kampları, Birleşmiş Milletler’e ait tesisler dahi bombalanıyor. Hesaplara göre en az iki atom bombasına denk bomba sivilleri hedef aldı. Mevcut durumun vahameti neo-liberal insan hakları söylemlerinin ideolojik hegemonyasına büyük bir hançer indirdi. Dünyanın her yerinde büyük gösteriler düzenleniyor. Batı ülkelerinde patlak veren büyük sokak eylemleri müesses nizâmın piyonları olan Batıcı ve Batılı idarecilerin maskelerini indirdi. Nüfûsu 10 milyondan az olan ve yaklaşık vatandaşlarının en az %30’sinin “öteki” olduğu bir topluluğun taassup duygularıyla, bütün bir insanlığa savaş ilân etmesi akıl alır bir şey değil. Yapacağımız politolojik tahlilin temel dayanak noktasını bu oluşturuyor.

Yaşanan vahşetin büyüklüğü karşısında suspus olan ve iç düzenlerinin alt oluşunu seyreden sözde siyasal elit, finans sermayesinin beslemelerinden başka bir şey olmayan kukla elit, ve bu elitin uşaklığını yapan Malcolm X’in kavramsallaştırmasıyla “ev zencileri” (işbirlikçi küçük adamlar ve kadınlar, “profesyoneller”, uzmanlar, herbokologlar, medya maskaraları); korkudan küçük dillerini yutmuş bir halde kıvırıyorlar. Biraz kafası çalışanlar devrimin kokusunu aldılar ve Yüce Allah’a savaş ilân eden Siyonist yobazlığı ölçülülük konusunda ikna etmeye çalışıyor çaresizce.

Niçin?

Aksa Tufanı, Siyonist istilâcılığın güvenlik zaafiyetini görünür hale getirdi. Bu operasyonun objektif sonucu, bütün taraflara gösterdi ki, 7 Ekim tarihinden itibaren İsrail’de ikâmet eden hiçbir işgâl gücü (bunları kendi aralarında teröristler ve haydutlar olarak tasnif edebiliriz) fiilen güvende değildir. Terör örgütünün silâhlı kanadı ISK’nin işgâl altında tuttuğu topraklarda iki gün alan hakimiyetini kaybetmesi bunun bir ispatıdır.

Bu sebeple, bir yandan işgâlci unsurlar ülkeyi terk etmek için havalimanlarına koşarken, diğer yandan Ürdün ve Mısır başta olmak üzere çevre ülkelerde büyük mitingler patlak verdi. Görünen o ki, yerinden edilmiş Filistinliler ve Arap dünyası, işgâl güçlerinin kâğıttan ordusunu paramparça etmenin ne kadar kolay olduğunu kavradı. Ürdün ve Mısır’da sınırların açılması noktasındaki büyük baskı, Arap devrimleriyle neticelenebilir. Bölgedeki işbirlikçi bütün Arap ve İslâm ülkelerinin kukla elitleri bu tehdidin farkındalar ve gaz alma misyonu icra ederek işbirlikçi rollerini sürdürüyorlar.

Avrupa ve ABD’de hızla artan huzuzlulukları da göz önüne almalıyız. Batı halkları, bir yandan Ukraya’nın NATO’ya dahil edilmesini içeren ahmakça stratejinin tetiklediği enerji krizinin faturasını öderken, diğer yandan Ukrayna’ya ve İsrail’e silâah ve mühimmat yetiştirmeye çalıyor. ABD’de Filistin ve Ukrayna’daki savaşlar için bütçelerde oluşan ek yük büyük çatlak oluşturdu. Batı halkları Keynesci refah toplumu döneminde kazandığı imtiyazları kaybetmenin sancılarıyla kıvranırken, öz menfaatleriyle örtüşmeyen burjuva/finans kapital sınıfının savaşları için yüksek bedeller ödemekten bıktılar.

Demokrasi ve liberalizma palavralarıyla uyutulan insanlar uyanıyor. Batı dünyasında devrimci işçi sınıfı geri dönüyor. Wall Street işgâliyle, finans kapitali hedef alan büyük kitle hareketinin aydın önderleri “biz %99’uz” derken hedefi onikiden vurdular. Şimdi anlaşılması gereken; efendiler, “kukla siyasî ve iktisadî elit” ve “ev zencilerinden” oluşan koalisyonun burada sözü geçen %1’e tekabül ettiğidir. Daha açık sözlerle ifade edecek olursak. İsrail adlı terör örgütü, doğrudan doğruya burjuva sınıf hiyerarşisinin tepe noktasını temsil eden finans sermayesinin cisimleşmiş halidir.

Bugün neoliberal, fordizm-sonrası dönemde burjuva sınıfıyla savaşmak fabrikaları işgâl etmek demek değil; üretim mekânlarını, parlamentoları, özetle iktisadî, siyasî ve sosyal bütün kamusal alanı işgâl etmiş finans kapitale karşı koymak demektir. Bu da finans burjuvazisinin zahiri formu olan İsrail ile savaşmaktır. Tekrar edelim: İsrail ile savaşmak kapitalizm ile savaşmaktır. Çünkü İsrail içinde bulunduğu ilişkiler ağı içinde yalnızca kutsal Filistin topraklarını işgâl etmiyor. Yeni sömürgeci kapitalist ilişkiler içerisinde bütün burjuva devletlerinin karar alma mercilerini de hakimiyeti altında tutuyor. Panik halinde, savaş gemilerini bölgeye yollayan ABD ve İngiltere’nin yöneticilerinin İsrailli temsilciler karşısındaki acizlikleri bunun bir delilidir.

Ancak, bugün Doğu-Batı ve Kuzey-Güney ayrımı yapmadan hemen hemen dünyanın bütün iktisadî ve siyasî müesseselerini çepeçevre kuşatmış finans sermayesinin, kendi kavminden insanların dahi hayatlarını hiçe sayan; zalim, yobaz ve akıldan tamamen yoksun/irrasyonel ideolocyasını hayata geçirmek için oynadığı sapık oyun çöküyor.

Yüce Allah’ın Siyonistlere Nil’den Fırat’a kadar toprak vaadi olmamıştır. Ayrıca, bu topluluk, defalarca kendilerini bekleyen tehlikelerden haberdar edilmiş ve kurtuluş yoluna davet edilmiştir. Sayısız ikâzdan sonra, bir başka ikâz olan ve doğru yola davet eden şu hadisi hatırlamalıyız: “Müslümanlarla Yahudiler harb etmedikçe kıyâmet kopmayacaktır. O harpte Müslümanlar (gâlip gelerek) Yahudileri öldürecekler. Öyle ki, Yahudi, taşın ve ağacın arkasına saklanacak da, taş veya ağaç; ‘Ey Müslüman, Ey Allah’ın kulu, şu arkamdaki Yahudidir, hemen gel de öldür onu!’ diye haber verecektir. Sadece Garkad ağacı müstesna, çünkü o, Yahudilerin ağaçlarındandır.”

Hadis, Müslümanların kesin zaferine işaret ediyor. Öte yandan Yahudi toplumunu Müslümanlarla savaşmamaları, buna kalkışırsalar açık bir mağlubiyetle karşılacakları konusunda ikâz ediyor.

7 milyonluk nüfûsun, finans sermayenin ve işbirlikçiler ağının, bugünkü Batı terminolojisi içerisinde insanlığa karşı işlediği korkunç suçlar göz önüne alınırsa, dDünya halklarının ZORUNLU olarak, Siyonist soykırımcılığa karşı koyacağı giderek berraklaşıyor.

Burada hassas bir noktaya varıyoruz.

Finans sermaye ve zulüm düzeninin işbirlikçi unsurları bu noktada GAYE İNSAN – UFUK PEYGAMBER’e ve Müslümanlara karşı yürüttükleri psikolojik harbe devam edecekler. İslâm kaynaklarını iyi bilen ve bu sebeple her fırsatta dünyanın her yerinde İslâm’a karşı saldırılar düzenleyen (Charlie Hebdo örneği’nde olduğu gibi) Siyonist sistem doğrudan doğruya, İslâm dinini ve GAYE İNSAN – UFUK PEYGAMBER’i hedef almaktadır. Hakikati gizlemekle iş görenler, rahmeti gazabını geçmiş Yüce Allah’ın sayısız çağrısını örtecektir. Aslolan, yanlıştan dönmektir ve rahmet kapıları tövbekârların içeri girmesi için açıktır.

Gelecekteki şartları bilmiyoruz; ancak bugün Yahudi toplumu içinde bir sınıf insan daha vardır. Bugün, anti-Siyonist Yahudi azınlık bütün dünyada İsrail’i ve onun işlediği suçları protesto etmektedir. Bizce devrimci, anti-kapitalist, anti-emperyalist, anti-Siyonist siyaset, bu kapıyı sonuna kadar açmalı ve sermaye medyasının “yerleşimci” olarak isimlendirdiği kimselerin haydutluktan vazgeçmeleri koşuluyla Filistin’i barış içerisinde terk etmesi teşvik edilmeldir. Bu, 7 milyonluk Yahudi nüfusuyla, farklı kavimlerden yüz milyonlarca Müslüman’ın yaşadığı bir coğrafyada, Yahudilerin üstün ırk olarak kabul edileceği faşist bir devlet kurma ahmakça plânının batışını hızlandıracaktır. Bugün bu düşüncenin Yahudi toplumu içinde de yaygınlaştığı gözlemlenebilir.

“Yahudi halkını gözlerini kırpmadan cepheye gönderen, Siyonist elit; acaba kendi oğullarını ve kızlarını kara harekatına gönderecek mi?” diye bir soru herkesin aklına gelmişti ki, Netanyahu’nun oğlunun Miami’de tatil yaptığına ilişkin haberler ortaya çıktı. Bu haberler Yahudi toplumunu bir yandan öfkelendiriyor diğer yandan Siyonist projenin realizasyonu noktasında demotive ediyor.

7 Ekim’den sonra çıkan bazı haberlerde İsrail nüfusunun dörtte üçünün savaştan Netanyahu’yu sorumlu tuttuğu anlaşılıyor.

Öte yandan, Siyonist işgâalciliğin içinde yetişmiş üçüncü kuşak içerisinde bir pasifizm dalgası beliriyor. Bugün Demir Kubbe ve ISK’nin sağladığı sözde güvenlik alanında, hazcı bir yaşam arayışı içinde olan gençler Netanyahu gibi aşırı-faşist liderlerin bunakça hayallerinin peşinden gitmeye devam mı edecekler? Bizce kendi içlerindeki çatlak büyümeye devam edecek.

*

Özetle bu yazıda üç unsura işaret ettik:

Birincisi, Arap ve İslâm ülkelerinde yeni devrim ve dekolonizasyon hareketlerine hazır olmayız.

İkincisi, Batı ülkelerinde anti-kapitalist ve anti-Ssiyonist devrimci baskının artışı bir takım yeni müsbet gelişmeleri doğurabilir.

Üçüncüsü, İsrail içersinde bunak, faşist, Siyonist hezeyanlarından kitlesel bir kaçış olabilir. Bu aklıselim hareket teşvik edilmelidir.

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d