ULUS DEVLET ÖLDÜ!
Burak CANDAN
Ulus devlet anlayışına dair ne varsa, fiilen ölmüştür. Zaten ulus devletin beyin ölümünün gerçekleştiği, siyaset arenasında aks eden her olaydan anlaşılıyordu, ancak hâlâ kabûl etmek istemeyeni çok. Sevenlerine başsağlığı dilememekle birlikte, bu gerçeği kabullenmeleri için çağrı yapıyorum.
Ulus devletin taraftarları üzerinde hükmü ve etkisi mumyadan öte değildir. Mumyayı ayakta gören taraftarları, hâlâ diri olduğuna ısrarla kendini inandırmaya çalışan kitleler gibidir. Ancak tekrar ifade etmek gerekirse; ulus devlet öldü.
Burada başlığı seçerken Friedrich Nietzsche’den ilham aldım. Ne demişti Nietzsche: “Tanrı öldü”. Bugün bu ölümün hakikî mânâda ortaya çıktığını gözlemliyoruz. “Ulus devlet”, uydurulmuş bir tanrıdır. Kendini sürekli insanların ve ilâhî güçlerin üzerinde konumlandırmaya çalışır. Hukuku, adalet temelli değil, yakaladığını cezalandırma eğilimindedir. Genelde de bu kurallar dönemin şartlarına ve kişilere göre esneklik sağlayabilir. Ulus devlet; yanına lâiklik ve sekülerizm gibi diğer küçük putçuklarla tanrılık saltanatını kurmaya çalışır. Dinî kurumları kendi koyduğu kurallara göre denetlemeye kalkar. İnsanların hayatına karışmıyormuş gibi yapsa da, her yerde olma hedefindedir. Her toplum kendi ulus devletine, yani tanrısına bağlıdır. Tanrılar arasında arada savaşlar çıksa da, kısa bir süre sonra hiçbir şey olmamış gibi ulus devletlerin sözde liderler şeklinde mütecessim olup, oturduklarını görürüz. Birleşmiş Milletler ve benzeri tüm işe yaramaz kurumlar birer panteon gibidir. Kısacası yapıları itibariyle, ilâhî tüm kavramların karşısında konumlanmaları itibariyle, tanrılık iddiası söz konusudur. Yasama, yürütme ve yargı üçlemesinden Hristiyan teolojisine geçiş yapmak mümkünse de, konuyu daha fazla uzatmamak adına devam edelim.
Kim öldürdü ulus devleti?
Coğrafya kaderdir diye bir söz var. Batının ağır cahiliyye bombalarına maruz kalmış insanlarımız bu sözü genelde ekonomik olumsuzluk, OIrtadoğu bataklığı, refah eksikliği gibi bir türlü mutlu olamayan davasız kalmış konformist çığlıklar eşliğinde dillendiriyorlar. Bu sözün gerçekliği, ekonomik olarak zayıf toplumda doğan kişilerin, zayıf ekonomiyle hayata başlamaları gibi algılansa da, gerçek böyle değildir. Zira insandan soyutlanmış tüm coğrafyalarda, adalet ortaya çıkar. Her coğrafyanın üzerinde bulunan canlılara sunduğu avantajlar ve dezavantajlar vardır.
Sadece bununla da sınırlı kalmayalım; Kropotkin’in “Karşılıklı Yardımlaşma” kitabına birazcık bile göz atsak, insanın doğayla ilişkisinin adil olduğunu ve eşitsizlik mânâsında kullanılan kaderin coğrafyayla değil, yine insanla ilişkili olduğunu görürüz. Coğrafya elbette ki insanı zahirî ve batınî olarak çok etkiler, ancak adaletsizliği getiren coğrafya değil, yine insandır.
Buradan yola çıkarak şunu söyleyebilirim ki; ulus devleti boğarak öldüren, “coğrafya”dır. Bugün mülteci diye bir kavram var, ancak bu bir sorun değil. Coğrafyada yer alan güç dengesizliği ve anomaliler, insanları yer değiştirmeye sevk ediyor ki bu değişiklik de, geçmişte imparatorluk kurulmuş topraklarda, merkezden uzakta olan insanların umutla merkeze daha yakınlaşma güdüsü olarak ortaya çıkıyor. Sorun demiyorum, çünkü düzeltilebilecek bir durum değil. Kendiliğinde ortaya çıkan bir şey. Ağırlıklı olarak şartlara ve içgüdüye bağlı. Bugün Türkiye’de, Fransa’da, Rusya’da ve pek çok ülkede toprak genişlemesi olmadan etnik çeşitlilik ve kültürel çeşitlilik artmakta. Bu da bize gösteriyor ki, bugün ülkeler eskiden krallıkların ve imparatorlukların toprak genişleterek elde ettiği millet çeşitliliğini bugün, sınır genişlemek yerine “iltica” ile ediniyor.
Bugün Türkiye aldığı göçlerle, belki de Osmanlı’dan daha fazla millete sahip bir devlet haline gelmiştir. Bu çeşitliliği ve insanı, misyonu, ulus devlet ve ilkeleri kesinlikle taşıyamamaktadır. Bu sorumluluğun altında ezilen ulus devlet, sonuç olarak ölmüştür. Cesedi kaldıramadığımız için de kokuşmuşluk ve bitmek bilmeyen miras çekişmeleri içinde kalmaktayız. “Lâ İlâhe İllâllah!” diyerek tüm tanrılar saf dışı bırakılmalı ve misyonumuzu bir an önce yerine getirmeye çalışmalıyız.
Burak Candan