MİRZABEYOĞLU VE İBDA: ANDREW HAMMOND İLE GÖRÜŞME -1. BÖLÜM

Oxford Üniversitesi’nden araştırmacı-gazeteci Andrew Hammond, hazırladığı “Türkiye ve Mısır’daki İslâmî Hareketler” konulu doktora tezi kapsamında, İBDA fikriyatı ve Salih Mirzabeyoğlu ile ilgili mütalaalarda bulunmak üzere dergimizin Fatih bürosuna ziyarette bulunmuştu. Adımlar Fikir Kültür Siyaset Platformu Genel Başkanı Sayın Ali Osman Zor veplatformumuzun sözcüsü Sayın Cem Türkbiner ile tarihteki ve günümüzdeki İslâmî hareketlerin bütün yönleriyle masaya yatırıldığı geniş kapsamlı sohbetin görüntülü kaydının ilk bölümü. İlk bölümde, Platformumuzun sözcüsü Sayın Cem Türkbiner’in, Sayın Hammond ile gerçekleştirdiği ön görüşmenin görüntülü kaydını izleyebilirsiniz. ADIMLAR Dergisi

ADIMLAR FİKİR, KÜLTÜR, SİYASET PLATFORMU, FATİH BÜROSU AÇILDI

Adımlar Fikir Kültür Siyaset Platformu’nun Fatih Şubesi açılışı yoğun bir kalabalık eşliğinde gerçekleşti. Yurtdışından ve şehir dışından da katılımların olduğu program, katılımcılardan Sayın Hasan Parmaksız’ın Kur’ân-ı Kerim tilaveti ile başladı. Programda sırasıyla platformumuz Genel Başkanı Sayın Ali Osman Zor ve platformumuz sözcüsü Sayın Cem Türkbiner de birer konuşma yaptılar. Ali Osman Zor konuşmasında, 25 Mart 2015 tarihinde dergi büromuza yapılan ve Ünsal Zor ağabeyimizin şehadetiyle sonuçlanan bombalı saldırıdan bugüne kadar geçen süreci değerlendirirken, Cem Türkbiner de, şehadetin, bürünülmesi gereken mânâyı yükselttiğini ve bundan sonra sorumlulukların daha da arttığını ifade etti. Saat 15:00’de başlayan ikramlar eşliğinde devam eden program, gün boyunca gelen yeni katılımcıların da katılımıyla sohbet biçiminde devam etti ve akşam saatlerinde sona erdi. ADIMLAR

ANDREW HAMMOND, ALİ OSMAN ZOR VE CEM TÜRKBİNER İLE GÖRÜŞTÜ

Oxford Üniversitesi’nden araştırmacı-gazeteci Andrew Hammond, hazırladığı “Türkiye ve Mısır’daki İslâmî Hareketler” konulu doktora tezi kapsamında, İBDA fikriyatı ve Salih Mirzabeyoğlu ile ilgili mütalaalarda bulunmak üzere dergimizin Fatih bürosuna ziyarette bulundu. Adımlar Fikir Kültür Siyaset Platformu Genel Başkanı Sayın Ali Osman Zor ve platformumuzun sözcüsü Sayın Cem Türkbiner ile tarihteki ve günümüzdeki İslâmî hareketlerin bütün yönleriyle masaya yatırıldığı geniş kapsamlı sohbette, hususiyetle İBDA hareketinin İslâmî mücadeledeki yeri, farkı ve öncü rolü ele alındı. Batı dünyasında İBDA fikriyatı ve Salih Mirzabeyoğlu’nun akademisyenler nazarında çok merak edildiğini ama yeterli araştırmaların bulunmadığını ifâde eden Hammond, yaptığı çalışmanın bu boşluğu doldurmaya dair bir adım olmasını istediğini söyledi. Yurtdışından ADIMLAR ve Sayın Ali Osman Zor’u takip ettiğini ifâde eden Hammond ile yapılan görüşmede; tarihteki İslâmî devletler, sistemleşme ve muhalefet tavrında tasavvufun önemi, selefîlik, Batı medeniyetinin içinde bulunduğu sıkıntılar, bunun sebepleri ve İBDA’nın “Yeni Dünya Düzeni” teklifi etrafında değerlendirmelerde bulunuldu. Söz konusu görüşmenin görüntülü kaydını internet sitemizden takip edebilirsiniz. ADIMLAR Dergisi

NAKŞÎ BAAS’TAN ADIMLAR’A AÇIKLAMA: İKİ TÂNE ÇAPULCU MU ÖLDÜRECEK?!!

Geçtiğimiz günlerde Amerika merkezli bir “haber” servis edildi… Irak Millî Direnişi’nin liderliğini yürüten ve 2003’ten beri organize ettiği Irak İstiklâl Savaşı’yla efsâneleşen Saddam Hüseyin’in vekîli, Komutan İzzet İbrahim Ed-Duri’nin “öldürüldüğü” yönündeki “haber”, medyada geniş yankı buldu. “Haber”, başta Fars/Şiî şövenist siteleri, Etnik Kürtçü bozguncu yayınlar olmak üzere kendilerini “Türk Medyası” olarak tanımlayan bazı gazete ve televizyonlarda da yayınlandı. Geçmişten beri Amerikan, İsrail ve Alman istihbaratlarına binlerce Kurtuluş Savaşçısını teslim etmek, bunun yanında Irak ve Afganistan başta olmak üzere milyonlarca Ehl-i Sünnet Arab’ı katliam ve soykırıma tabi tutmak suçunun hesabını henüz almadığımız İran; 30 yıldır Hıristiyan-Yahudi Batı emperyalizmini, “mağduriyet” edebiyatıyla bölgemize davet ederek, Irak işgâlinde, işgâlci Batı Gücü’ne içeriden kapıyı açarak destek veren ve milyonlarca Arab’ın katledilmesinden sorumlu olan; Batı’nın yaptığı katliamların ardından Arab köylerini yağmalayan (hırsızlık yapan), kadınların ırzına musallat olmak suçlarının hesabını almadığımız; CIA-MOSSAD eğitimli Barzani-Talabani ve işbirlikçi Etnik Kürtçü çetelerinin bu “haber”i büyük sevinçle yaymaya çalışmaları anlaşılır bir şey… Başta “haber”i üfleyen ABD olmak üzere, akıbetinden korkan İsrail’le birlikte Şiî Şövenizmi ve Etnik Kürtçülüğün, her gördükleri kızıl sakallıyı Komutan İzzet İbrahim Ed-Duri’ye benzetmeleri anlaşılır da, kendilerini “İstiklâl Savaşı vermiş kahramanların torunları” olarak gören sözde Türk Medyasının bu servis “haberi”ni, dönüp Türk Milleti’ne servis etme gayretleri anlaşılır şey değil. Sayın Ali Osman Zor’un her fırsatta söylediği üzere; Türk Medyası’nın köşe başlarını tutmuş olan Şiî Şövenist ve Etnik Kürtçüler, zehirlerini yalanlarıyla halâ “içeriden” kusmaya devam ediyorlar. Bu “haber”in Türk medyasında yer almasının tek sebebi budur. 7 Düvele Karşı 7 Cephede Savaşmış bir Millet, yanıbaşında aynı süreci –gelişen teknoloji ve yalan propagandalar karşısında- çok daha zor şartlarda yürüten kardeşi, komşusu hakkında bu propagandaları inanarak sürdürmesi ihânete eştir… Hele hele bu propagandaların, bizim İstiklâl Mücâdelemizde kahramanlaşan bütün liderler hakkında da yapıldığının bilinmesine rağmen. Bilindiği gibi, son 25 yıldır dünyanın her tarafında yürütülen İstiklâl Savaşlarının kahraman liderleri hakkında uydurulan bu yalanlar, işgâlci ve işbirlikçilerinin dağılan motivasyonlarını toparlamak; kahramanlar yatağı Anadolu Coğrafyası’nın büyük bir sempatiyle baktığı ve takib ettiği bu lider şahsiyetlerin katliyle hüsrana düşeceğini zannetmek gayesiyle servis edilerek, işgâlci ve işbirlikçilerinin ruh hâlini yansıtmaktadır. NAKŞÎ BAAS’TAN ADIMLAR’A AÇIKLAMA Katlettikleri her vatanseverin cesetlerini yağmalayan, parçalayan ve çoğu zaman da yakan korkaklar, kızıl sakallı ve yüzü kemikli 50 yaşlarındaki bir şehidi, Komutan İzzet İbrahim’e benzeterek kendilerini avutadursun, Irak Milli Cephesi’nden Komutan İzzet İbrahim Ed-Dûri’nin önderlik ettiği NAKŞÎ BAAS (Nakşıbendî Ordusu), çeşitli kanallarla yalanladığı bu “haber” ile ilgili, ADIMLAR Dergisi üzerinden ABD, İsrail, Şiî Şövenist ve Etnik Kürtçüleri bu defâ tafsilâtlı bir açıklama ile yalanlıyor. Araştırmalarımıza göre geçmişte 11 kere öldürülen(!) İzzet İbrahim Ed-Dûri hakkındaki bu “haber”e karşılık, korkak bozguncuların heveslerini kursaklarında bırakacak nitelikteki bu açıklama, bizzat Irak’ın İzzetli Kumandan’ı Ed-Dûri’nin kurmayları tarafından ve Türkçe olarak ADIMLAR’a ulaştırılmıştır… Besmeleyle başlayan açıklama şu şekilde: Irak’ın meşrû Cumhurbaşkanı, Irak Orduları’nın Baş Kumandanı ve BAAS Partisi’nin Genel Başkanı İzzet İbrahim Ed-Dûri (Allah onu korusun) büyük bir titizlikle korunmaktadır. Onun bulunduğu bölgede yaklaşık 30 km alan içinde ciddi güvenlik önlemleri alınmaktadır. Ayrıca bu bölge içerisinde en az 1000 Cumhuriyet Muhafızı ve fedâiler her dâim hazır bulunmaktadır. Ayrıca olası hava saldırılarına karşı bütün güvenlik önlemleri ve istihbarat çalışmaları saniyesi saniyesine yapılmaktadır. Dolayısıyla büyük komutanın bulunduğu bölgeler Bağdat’ta bulunan “yeşil bölge”den daha güvenlidir. İşgâlcilerin 12 senede yapamadığını kendini bilmez iki tâne çapulcu mu yapacak? Her aldıkları büyük darbeden sonra bu tür haberler yapmaları sadece ne kadar aciz ve güçsüz olduklarını gösterir. Düşman da olsa, insan karşısındakinin erkekçe savunmasını bekler. Açıklamadaki verilen bilgiler şaşırtıcı derecede açık olup, Nakşıbendî Ordusu’nun Irak’taki alan hâkimiyetini ve savaşçılarının yüzleşmek için cephe cephe düşman aradıklarını gözler önüne sermekte. Açıklamada esprili bir dille bahsedilen “iki tâne çapulcu” vurgusu da, herhâlde Şiî Şövenistler ile Etnik Kürtçülerin sembolik ifâdesi… ADIMLAR Dergisi

ÜNSAL ZOR’UN KABRİNE ZİYARET

Genel Yayın Yönetmenimiz Sayın Ali Osman ZOR, tedavi görmekte olduğu hastaneden taburcu olmasının ardından, kardeşi şehit Ünsal ZOR’un kabrini ziyaret

BARZANİCİLİĞİ “AŞAMAMAK” DERKEN…

Sayın Ali Osman ZOR’un “Barzaniciliği Aşamayan Sahtekârlar” başlıklı yazısı, sanırım hepimizin malumu. Bu yazı, dikkatle okunup, dikkat çekilen hususlar üzerinde biraz kafa yorulursa, hâlihazırdaki hükümetin Ortadoğu politikalarını eleştirdiği gibi, Türkiye … Read More

KOY KOLUNU KÜTÜĞÜN ÜSTÜNE!

Genel Yayın Yönetmenimiz Sayın Ali Osman ZOR’un 06 Ocak 2015 tarihinde sitemizde yayınlanan yazısını, günün anlam ve önemine binâen tekrar yayınlıyoruz. ADIMLAR Dergisi KOY KOLUNU KÜTÜĞÜN ÜSTÜNE! Yıllardır iç ve dış politikada milletin zararına ne varsa yapan, o da yetmiyormuş gibi, tarihin belki de hiç kaydetmediği bir şekilde bazen doğrudan, çoğu zaman da “özelleştirme” adı altında hırsızlık, yağma ve talan gerçekleştiren tepedeki adamlar, hep “müslüman” genellemesi altına sığındılar ve hâlen de sığınıyorlar. Adetâ, adamın fiîline/ameline bakmaktan vazgeçilmiş bir biçimde, idarecinin “müslüman” kimliği ile kendisini ifâde etmesi, yediği her türlü haltı “idare edilir” hâle getirmiştir. İdarecinin “müslüman” kimliği ile kendisini ifâde etmesinin, tek başına hiçbir şeyi değiştirmeyeceği bilinmesine biliniyor ama, nedense bilinen birçok şey gibi, bunun da bu dönemde hiçbir mânâsı kalmadı. Aslına bakılırsa Batı’da da bu böyle; Yani, hiç kimse hiç kimseyi Hıristiyan bir örgüt olduğu için desteklemez. Kendi siyasî duruşu ve hedefleri doğrultusunda o kişinin veya örgütün fiîline, icraâtına bakılır. Meseleyi şöyle de misâllendirebiliriz; Amerika Irak’a, Afganistan’a, Libya’ya, Suriye’ye veya Somali’ye sırf müslümanlara tavır almak için gitmiyor; bazı müslümanlara tavır alıyor! Bugün de gayet açık görüldüğü üzere, Amerika’nın “bazı” müslümanlarla arası çok iyi. Bütün hırsızlar Kelime-i Şehadet getiriyor diye hırsızlığı meşrû mu olur ya da biz bu hırsızlığı görmeyelim mi? Ne gariptir ki, tepedeki bu hırsızlar, kendilerinden önce tepede olup da hırsızlık yapanlara demediklerini bırakmamışlar ve onların “İslâm ahkâmına göre kollarının kesilmesinin gerektiğini” sıkça tekrar etmişlerdi. Bu ve benzeri konular hakkında söylenen ve yazılan herşeyi, bugün araştırıp bulmak gayet kolay. O zaman, bugün neden hiç kimse -bulaşmamışlar ayrı- tepede hırsızlığa bulaşanlara kendi inancına ve görüşüne göre “koy kolunu kütüğün üstüne!” demiyor, diyemiyor?! 28 Şubat’ın İslâm düşmanlığı üzerinden yaptığı hırsızlık ve yağmalamayla “Allah”, “din”, “iman”, “Peygamber” diyerek yapılan hırsızlık ve yağmalama arasındaki fark nedir? Bütün bu karışıklıklar, dikkat ediyorsanız hep bu “müslüman” genellemesiyle yapılıyor. Hâlbuki biz biliyoruz ki, hiçbir kurum, hiçbir şahıs, genellemeler üzerinden temize çıkarılamaz. Genellemeler üzerinden gidilip ayırım yapılmadığında, -“işbirlikçi müslüman”, “işgale direnen müslüman” veya “hırsız müslüman”, “dürüst müslüman”- müslüman kılığına bürünmüş işbirlikçi ve hırsız, bizim şemsiyemiz altında görünüyor. Bu durumun ise, dıştan bakan bir göz için, bu fiîl-amellerin sahipleriyle bizi aynı safta göstereceğinden dolayı şiddetle reddedilmesi gerekir. Demirel’den Özal’a, Özal’dan bugüne kadar siyasette “müslüman” genellemesinin ne kadar mahzurlu olduğunu ve bizzat bu genellemenin İslâm’a zarar verdiğini, ortaya çıkan haramzâdeler, hırsızlar, işbirlikçiler, vatan ve millet düşmanı bölücüler bize göstermektedir. Bu genellemenin ardına saklandıkları için bu suçları işleyenler, suçüstü yakalanmış olsalar dahi, bugüne kadar bir türlü hak ettikleri cezaya çarptırılmamışlardır. Bizim için siyasette “müslümanım” dendiği ândan itibaren akan sular durmaz! Bu vurguyu, özellikle İslâm dışı üçüncü şahıslar için yapıyoruz. Nerede bir hırsız, işbirlikçi, vatan haini varsa, suç üstü yakalandığında partisi, ırkı, ideolojik görüşü ne olursa olsun, “Allah”, “Peygamber” diyerek suçu -haşâ!- hemen “Oraya” havâle ediyor! Kendisini suçüstü yakalayanı da, büyük bir pişkinlikle hemen “Allah düşmanı” ilân etmekten de çekinmiyor. Müslüman kisveli bu politikacı tipinin yaptıklarından dolayı, toplumun geniş bir kesiminde İslâm’a karşı bir “âlerji” oluştuğu kesin. Mücâdelenin bir gereği de, Allah’a iftirâ atan bu politikacı tipini açığa çıkarmak için ayırımları doğru bir şekilde ortaya koymak… Yıllarca bu politikacı tipinin “müslüman” kisvesi altında yaptıklarıyla mücâdelenin önünü kestiği hatırdan çıkarılmamalı. Yani, bir nevî İBDA yaparken, onlar, O’nun yaptıklarını hep yıkma peşinde oldular. Bundan dolayı bizim “müslüman” genellemesi alışkanlığından kurtulmamız gerekiyor. Dili senden gözüküp, senin gölgenin altına sığınarak, senin verdiğin mücadelenin verimini kullanıp iktidara geldikten sonra haksızlık, hırsızlık, işbirlikçilik, vatan ve millet düşmanlığı yapan adamların üzerinden gölgeni çekip alarak, onların örtü olarak kullanmalarına fırsat vermemek lazım. Ayırımları doğru yapıp, dili bu şekilde kullanarak onlara fırsat vermemek, bizim için başta gelen görevlerimiz arasındadır. Yapılan pisliklerin savunulmasında, pislik sahibi hiç kimsenin, bizi kendi kuyruğunda “yedek kuvvet” olarak görmesine müsaade etmeyeceğimiz ve bu mânâya gelebilecek söz ve davranışların içine girmeyeceğimizi, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da siyasî tavrımızla ortaya koymaya devam edeceğiz. Onların “iş bir hesaplaşma durumuna gelirse psikolojik cendereyi aşabilmek için benim yanımda mevzi alırlar, en azından tarafsız kalırlar” düşüncelerine ve beklentilerine hiçbir zaman ve hiçbir şekilde bizden müsbet bir karşılık gelmeyecek. “Müslüman” kılığına bürünmüş işbirlikçi, hırsız, vatan ve millet düşmanı hiç bir politika ve politikacıyla kimse bizi karıştırmasın! Ali Osman ZOR ADIMLAR Dergisi Genel Yayın Yönetmeni

ADALET İÇİN HESAPLAŞMA

“Yeni Dünya Düzeni buradan başlasın” demekle, hesaplaşmanın taraflarını ortaya koymak bizce aynı mânâya gelir. Bu Büyük Hesaplaşma, tüketmekte sınır tanımayan, dünya kaynaklarının %80’ini yiyip bitiren Batı ile, kaynakların %20’sine mahkûm edilmiş %80 arasındadır. Bu %80’in merkezî coğrafyası da Anadolu. Dünya nüfûsunun %20’sine sahip Batı, Amerikan gücü liderliğinde coğrafyamıza saldırırken, bu saldırıya cebhe cebhe direnen %80, henüz bir liderliğe kavuşabilmiş değil. Batı saldırganlığının bir hedefi de zaten %80’in birlik ve beraberliğini bozarak güçlü bir liderliğe kavuşmasını engellemektir. Büyük Hesaplaşma, özellikle 2003 Saldırısı’ndan bu yana bölgemizde yoğunlaşmış, şu ânda da, içinde bu Büyük Hesaplaşmanın ideolojik ve siyasî muhtevasını barındırır şekilde “Bölge Savaşı” olarak sınırımıza dayanmıştır. Bölgemiz açısından bakıldığında bu savaş, uluslararası güçler ve o güçlerin Taşeron Örgütler’iyle, bunlara direnen Millî Güçler arasındadır. Direnişin temelinde ise İslâm var. 22 Temmuz 2014 tarihi, bizim için 99’da başlayan Devrim Süreci’ne ait yeni bir safhanın habercisi niteliğindeydi. 29 Kasım’a ise bu safhanın başlangıç tarihi diyebiliriz. “Adalet Mutlak’a” çıkışıyla başlayan bu safha, “Adalet” kavramının mânâsı açısından muhakkak ki içinde “hesaplaşma”yı da barındırmakta. Makbul olan adalet, hızlı tecellî eden olduğuna göre, hesaplar da seri görülecek demektir. Büyük Hesaplaşma içinde, her kesimin ve herkesin gireceği bir hesaplaşmanın neticesi, “af” veya “cezalandırma” olabileceği gibi, “iade-i itibar” veya tersi de olabilir. Bu safhada tarihin biriktirdiği problemler serî bir şekilde ve Mutlak Adalet’e nisbetle çözüleceği bizce bir bedahet. 29 Kasım Konferansı’nın bize ihtar ettiği bir hakikat olarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki; bu hesaplaşmanın neticesinde zihinler Batıcı ideolojik ve siyasî kirlilikten arınmış olarak herkes hakkına düşeni, vicdanı mutmain olmuş bir şekilde alacaktır. Adalet, hükümranlığın en temel vasfı olduğuna göre, devrimin bu safhası Mutlak Hükümler’in uygulanacağı ve İslâm’a nisbetle hükümranlığın tesis edileceği bir safha olacaktır. Bizim inancımız bu yöndedir. Şu ân zihinler, öyle veya böyle, Batı propagandası tarafından kirletilmiş durumda olduğundan dolayı Millet adına söz söyleme konumunda bulunan insanlardan, hem ülkemiz hem de bölgemiz adına pek bir fayda gelmeyeceği gayet açık. Bu insanlar ister orduda, ister siyasette olsun. 29 Kasım’da, söz söyleme ve icrâ konumunda bulunanların “reel politik”ten dolayı “yapılması gereken”i yapamayabilecekleri tesbit edilmiş, “lider – toplum” ilişkisi içinde de “yapılması gerekenler”i yapabileceklere, bu konumda bulunanların müdahil olmamaları gerektiği ihtâr edilmiştir. Demek ki, bugüne kadar yaşanan problemlerin çözümsüz bırakılmasının en önemli sebebi, toplumun önünde Lider konumunda bulunan insanların içinde bulundukları şartlarla birlikte, onların topluma, olması gerekene nisbetle, herhangi bir ideolojik ve siyasî şuur verememeleri olarak da karşımıza çıkmakta. Anlaşılıyor ki, işin korkaklığı da aşan bir tarafı var. O da, bu önderlerin, isteseler de topluma verebilecek herhangi bir şeyleri olmaması. Korkaklığı da içine alan şekilde, şu tesbitleri yapmamızda fayda var; Bir Millet, bir takım şeylerden korkuyor ve kaçıyorsa, bunun sorumlusu, daha çok liderlerdir. Tarihte de bu duruma bir çok misâl bulabiliriz. Önderlik etme durumunda olan insanlar umutsuzluklarını, korkularını ve bezginliklerini dışa aksettiriyorlarsa eğer, bu durumda Milleti suçlamak, sadece yapamadığını perdelemek anlamına gelir. Konuşmalarında ve yazılarında önderler bu durumlarını dışa aksettirdiklerinde, yapılacak iş suçu topluma atmak değil, hedef göstermekten, hareketi hedeflendirmekten ve ruhî bir motivasyon sağlamaktan aciz bu önderleri bir şekilde etkisizleştirmektir. Millete suç atanlar, aslına bakılırsa çoğu zaman ne yapacağını bilmez kendi durumlarına, korkaklığına ve risk alamayan karakterlerine kızıyorlar. Diyebiliriz ki, üç aşağı beş yukarı her millet aynıdır; başındaki adam kendisine birşey verebilecek durumda olmaz ve cesaretle doğru hedef göstermezse, yürümez, yerinden bile kımıldamaz. Bilme ve yönlendirme konumunda olan insanların doğru hedef gösterememesi ve ruhî olarak toplumu hazırlayamaması, her meselede kafa karışıklığının ortaya çıkmasına sebebiyet vermektedir. Bu durumda rahatlıkla şunu söyleyebiliriz, işler karmaşık bir hâle geldiğinde bu karakterdeki liderlere kesinlikle güvenilmez. 29 Kasım Konferansı’ndan bizim anladığımız hususların başında yukarıda altını çizmeye çalıştığımız bu liderlik mevzuu gelmektedir. Diğer taraftan ise, bir idarenin veya rejimin meşruiyetinin bizim açımızdan kaynağının ne olduğudur. İBDA Mimarı, eserlerinde derinliğine izâh ettiği bu durumu 29 Kasım’da şöyle ortaya koydu; “Beni idare ederken neye dayanıyorsun? Bana birşey söyle ki, ikimiz arasındaki ortak birşey olsun o. O ortak birşey, müslüman için -ister idare et, ister idare edil- Allah ve Resûlü’nün Hükümleridir. Hiçbir düşünce, kendi “mutlak”ını getiremediği için, kendi de beşer ürünü bir “eser” olduğu için, orada, başa geçtiği ânda da, gene idare etme hakkında değil aslında!” Bu ifâdelerden anlıyoruz ki, mesele, iktidarda bulunan şahıstan ziyâde, o şahsın hangi hükümlere nisbetle hükmettiğidir. İslâm’ın Tatbik Sistemi demek olan İslâma Muhatap Anlayışın, yani Büyük Doğu – İBDA’nın dışında hiçbir hâkimiyeti kabul etmememiz gerektiği gibi, hiçbir idareye de insanların nazarında meşruiyet kazandırıcı hâl ve hareketler içinde bulunmamamız gerektiği gayet açık. Verilebilecek meşruiyet ise, ister liderlik bazında, isterse hükümet bazında olsun, sadece ve sadece “reel politik” çerçevesinde gösterilecek bir “anlayış”tan ibarettir. Yani, içinde bulunduğu durumu anladığını söylemek… Adaletin tesis edileceği ve bunun için de bütün defterlerin açılıp hesapların görüleceği bu safhada, zihnimizi kirlenmişlikten arındırabilmek için bu hususları net bir şekilde ortaya koymamız gerekir. “Reel politik”ten dolayı “eli kolu bağlı bir hükümet”in arkasında “anti emperyalist” olarak bulunamayacağımız gibi, havada uçuşan “Batı karşıtlığı”na dair lâfların peşinden gitmeyeceğimiz de gayet açık. Bizim açımızdan böylesi bir “Batı karşıtlığı” ya bir çadır tiyatrosudur yada korkudan veya “reel politik”ten söylediğini yapamıyordur. Bunun, “verilen bir kredi” mânâsına “reel politik”ten kaynaklandığı, anlayış gösterilerek tesbit edilmiş. Bundan daha öte bir beklenti içine girmek, bizim için zaten mümkün değil. “Yeni Dünya Düzeni buradan başlayacak” dedikten sonra, artık kurtuluşun ciddiyeti ve devrimin dostları ve düşmanları bu mânâya yakınlıkları ve uzaklıklarıyla ölçülür. Mevcut düzenin sahibi Batı, bütün unsurlarıyla hâlen saldırılarına devam ederken, Yeni Dünya Düzeninin dostları da bu saldırıya karşı çıkanlar olurken, düşmanları da bu saldırının işbirlikçileri olarak kendilerini göstermekte. Bu noktadan baktığımızda; “Bütün dünyaya, bütün insanlığa sunulabilir bir ideolocyan yoksa; bir de tek tek her ferde sunulabilir nitelikte bir ideolocyan yoksa, senin fikrinin “fikir haysiyeti” yoktur.” (Salih Mirzabeyoğlu, 29 Kasım Konferansı) Böyle bir ideolocyanın siyasetteki tabiî görünümünün de bütünleşmeyi hedefleyici ve sağlayıcı olması gerekir. “Yeni Dünya Düzeni buradan başlayacak” demekle, “Anadolu Birliği bu anlayışta sağlanacak” demek arasında da bir fark yoktur. Hâliyle de kendinde bütünleşme iddiasında bulunan bu sesin, Adaleti bir hesaplaşmadan sonra tesis edeceği tartışılmaz. Dolayısıyla da bu anlayış dışında herhangi bir yere ümit ve korku bağlamak bizim için yapılabilecek en büyük yanlışlıktır. Bunu bu şekilde tesbit ettikten sonra, Yürüyen Büyük Doğu’nun nitelikleri kullanılarak bugüne kadar sahtelerinin kesimlerin ümit ve korkularına hitâb ederek iktidarda kaldıklarını da söylememiz gerekir. Kesimlerin ümit ve korkularına hitâb edebilen ve böylece Batı yararına iktidarlarını bugüne kadar devam ettiren insanların kurdukları bu Çadır Tiyatrosu’nu yerle bir etmenin yolu, bu sahteliği bütün çıplaklığıyla açığa çıkartacak, “asıl”ı göz plânına dikmekle mümkün. Söz konusu aslın, tanıtıcı vasfı da, her kesimden insanların tek tek kendilerini ifâde edebilecekleri ve böylece bütünleşmeye doğru adım atacakları bir “bünye” ifâde etmesi. Bu da bir hesaplaşmayı beraberinde davet etmekte. Böyle bir hesaplaşmaya, her kesimi ve tek tek her insanı zorlamak, -29 Kasım’da olduğu gibi-, bu Çadır Tiyatrosu’nu yerle bir etme sürecinde her kesiminin verimini de bu bütünleşmeye dahil etme isteğindendir. Bu da samimiyetin bir göstergesidir. Samimi olarak bu davete icabet edildiğinde ise, bu bünyeye varlığınla katılmak söz konusudur ki, bu, bünyeye uymayan tarafını da dışarıda bırakmakla gerçekleşir. “Teknoloji, sahte ruhçuluğu ortadan kaldırmış, böylece gerçek ruhçuluğa yol açıldı” İBDA Mimarı’nın 29 Kasım’da söylediği bu söze nisbetle şunu söyleyebiliriz; 2002’den beri “stratejik ortaklık” çerçevesinde yaşanan iç ve dış siyasî gelişmeler, sahte kurtuluşçuların foyasını meydana çıkartmış, böylece gerçek kurtuluşçuluğa yol açılmıştır. 29 Kasım Konferansı’nın bizim için ifâde ettiği diğer önemli mânâ da budur. Bugüne kadar, ismi ne olursa olsun, sahte kurtuluşçu anlayışlar bünyesinde birilerinin yararına olarak oluşturulmak istenen bütünleşme sağlanamamış, şimdi, 29 Kasım’la gerçek bütünleşmenin sağlanacağı asıl kurtuluşçuluğa yol açılmıştır. Tabiî ki bu da hesaplaşmayı davet etmekte. Belki de, bugüne kadar bütünleşme ihtiyâcından dolayı mevcut durum her kesim tarafından desteklendi. Herkesimi içine alacak şekilde ümit-korku, pazarlık ve beklenti ortamı oluşturuldu ve bu ortam yüzünden de dağılmadık, çözülmedik kesim kalmadı. Peki bu işin sırrı nedir? Bu işin sırrı, her kesim için kendilerini Ehven-i şer pozisyonunda tutmayı başarabilmeleridir. “Tamam, bu adamlar yaramaz ama bu adamlar giderse falâncalar gelir” hissi, istisnasız her kesimde mevcuttu! Beklenen ve oyunu bozabilecek ise; “gelirse gelsin!” diyebilecek güçlü bir ses idi. 29 Kasım’da bu ses Haliç’ten duyuldu. Bu sesten en çok rahatsız olan ise, “filânca gelir” diye, oyunculara baskı uygulamaya çalışan bütün kesimlerin seyircileriydi. İnandığını iddia ettiği değerlere nisbetle bugüne kadar işlenen suçları şeytani teselliler ile örtmeye çalışan ve bu suçların cezasız kalması için hak suretinde onun bunun peşinde hareket eden muvazaacı tipler… Bu Çadır Tiyatrosu’nu bugüne kadar devam ettirenler de aynı kişilerdi. Çünkü, yaşadığımız bu dönem insanların koparmak istemediği, hatta bir çoğunun daha yeni yeni tadına vardığı menfaat ilişkileriyle dolu. Bu menfaat ilişkilerinde din, ideoloji, siyaset, hepsi bir araç. Böyle olduğundan dolayı “sözün bittiği yer” denildiği hâlde söz hiç bitmiyor, “cici demokrasi” onun için bir din gibi algılanıyor. Çadır Tiyatrosu’na bu açıdan baktığımızda oldukça verimli bir toprak diyebiliriz. Bugüne kadar Güneydoğu, Irak’ın Kuzeyi ve Suriye gibi ve Amerika’nın taşeron örgütler üzerinden Anadolu’ya saldırısı gibi esas meseleler, hep, bu Çadır Tiyatrosu üzerinden örtüldü. Bu esas meseleler ortaya çıkmasın diye kavga ediyor görüntüsü altında didişmeler körüklendi. İş kavgaya geldiğinde ise, didişen taraflar sırra kadem bastı. Didişmeyi körükleyen bu seyirci takımının tek bir işlevi var; o da Çadır Tiyatrosu’nun devamını sağlamak. Ruh hâlleri ise, “reel politik” içerisine hapsolmuşlardan farklı değil. Hangi kesimden olursa olsun, bu işe yaramaz tayfa, dostunu ve düşmanını bu Çadır Tiyatrosu’na göre belirler. Bir adam bize tersse, fakat düşmanımızla savaşıyorsa bu bizi rahatsız etmez. Ama, Çadır Tiyarosu’ndan nemalanan didişmeci bu seyirci takımı hemen devreye girerek Esas Düşmanla savaş için belki de oluşabilecek bir bütünleşmeyi engellemek için size zıt olup, fakat düşmanımızla savaşan adamla sizin aranızdaki ayrılık noktalarını kaşımaya başlarlar. Çünkü bunlar oyunun neticesine etki etmedikleri gibi, bozungu ve bölücü olup, her türlü bütünleşmenin karşısındadırlar da. Ne gariptir ki, bunu hak ve hakkikat kisvesi altında yaparlar. Hesaplaşmanın belki de ilk merhalesi bu seyirci takımıyla olacaktır. Bu seyirci takımının genel karakteri, siyasette “düşmanımın düşmanı dostumdur” şeklinde değil de “düşmanımın düşmanı, benim de düşmanımdır” şeklinde ortaya çıkar. Genelde de Amerika’nın veya onun kurduğu Çadır Tiyatrosu’nun düşmanı bu seyircinin de düşmanı olur. Doğru tavır ise, senin Baş Düşmanınla (dünya düzeninin patronuyla) savaşan bir hareket Baş Düşmana ortaya koyduğu tavırdan dolayı, isterse düşmanın olsun desteklenir. Bunu, bir müttefiklik içerisinde söylemiyoruz; doğru siyaset mânâsına siyasî ve ahlâkî bir tavır alma olarak işaretliyoruz. Burada soğukkanlılık, öfke gibi bir çok etken devreye girdiğinden bu didişmeci seyirci hemen harekete geçerek sizin bu duygularınıza hitâb eder. Eğer nefret kontrolünüz sağlam değilse, Asıl Düşman’a duyduğunuz öfkeyi gözden kaçırarak, bu didişmeci, seyirci takımının kayığına binebilirsiniz. O zaman da bütünleşmenin ideolojik ve siyasî merkezine gelmek için adım atan “kaliteli adam tipi”nden nefret eden bu seyirci takımıyla, farkında olmadan aynı hizâda görünebilirsiniz. 29 Kasım Ruhu bize bu safhada bunların hepsine birden dikkat etmemiz gerektiğini ihtar ediyor. Gelinen nokta itibariyle, hiç kimsenin söyleyecek sözü kalmadığından dolayı, işler kuru sloganlar etrafında didişmeye döküldü. Söylenecek söz olmadığından dolayı yaşanan bu didişmeler esnasında en çok duyduğumuz cümle ise “sözün bittiği yerdeyiz” ifâdesi olmakta. Fakat, yapılması gerekene dair herhangi bir fikir- imaj olmadığından ötürü, söz de bir türlü bitmiyor. İşte, 29 Kasım Koferansı “sözün bittiği yer”in bir adım ötesine geçerek, yapılması gerekene dair olan sözü söylemiştir. Bu noktada da her kesimi söylediği sözün altını samimiyetle doldurmaya davet etmiştir. Ayrıca, Yürüyen Büyük Doğu olarak İBDA Mimarı, İBDA’nın yok sayıldığı bir sahte Büyük Doğu projesini yırtıp atacağını da, Tarihî Konferans’ının bütün havasına hâkim bir tavırla, ilgili olan herkese hissettirmiştir. Bu tavrı ortaya koyarken de “müslümanlar” genellemesiyle dili İBDA’dan gözüküp, İBDA’nın gölgesi altına sığınarak haksızlık, hırsızlık, işbirlikçilik, vatan ve millet düşmanlığı yapan adamların üzerinden çekip almış ve artık onların bu dili örtü olarak kullanamayacaklarını ve onu istismar edemeyeceklerini en üst seviyeden, ilgili herkese ihtar etmiştir. Bunun karşılığında da, İslâm’ı eleştirmek isteyenlere, bu kötü örneklere bakarak değil de, bizzat İBDA’ya bakarak bunu yapmalarını söylemiştir. Çünkü, nerede bir hırsız, işbirlikçi ve vatan haini varsa, suçüstü yakalandığında “Allah”, “Peygamber” diyerek işi hemen İslâm’a havâle ediyor ve kendisini suçüstü yakalayanın da hemencecik “Allah ve Peygamber düşmanı” ilan etmekten çekinmiyor. Sanki, -haşâ- Allah bunlara, “kimseye hesap verme, ben seni idare ederim” demiş ve senet almış… Müslüman kisveli bu adamların yaptıklarından dolayı da, toplumun geniş bir kesiminde zamanında başka ideolojilere ve inançlara olduğu gibi, bugün de İslâm’ karşı bir alerji oluşmaya başladı. Onun için de, Allah’a ve Resûlü’ne iftira atan bu adamların yaptıklarının İslâm’la alâkası olmadığı açığa çıkarılmalıydı. 29 Kasım’da İBDA Mimarı, ortaya koyduğu tavırla bu dili onlar üzerinden çekip alarak bu durumun açığa çıkmasını sağlamıştır. İslâm’ın tenkid edilecekse kendisine bakılarak edilmesini söylemesi, zaten bu kötü örneklerin de dışta kalmasını kendiliğinden sağlamıştır. Dolayısıyla da 29 Kasım’ı, adalet’in sağlanması için hesaplaşmanın başladığı tarih olarak anlamamız yanlış değil. Çadır Tiyatrosu’ndan nemalanıp mevcut durumun devam etmesini isteyelerin yaşadığı panik havası ortaya konulan bu ayırımdan kaynaklanmakta. Bugüne kadar bu ayırım yapılmadığından dolayı müslüman kılığına bürünmüş işbirlikçi, vatan haini ve hırsız tipler, İslâm dışı çevrelere karşı hep bizim şemsiyemiz altında görünüyorlardı. 29 Kasım’da ise, İBDA bu örtüyü onların üzerinden çekerek “müslüman” genellemesiyle yapılan bütün yanlışlıkların önüne ket vurmuştur. Siyasette, “müslümanım” dedikten itibaren her haltı yiyemeyeceğin ve önünde akan suların durmayacağı 29 Kasım’la birlikte tebliğ edilmiştir. Bugüne kadar, Batı işbirlikçiliğinin korkusu, “müslüman” genellemesi ve bu genellemenin insanlar üzerinde oluşturduğu etkinin dağılmasıydı. Bu yüzden, bir ihanetten, İslâm adına yapılan bir yanlıştan bahsettiğiniz ân size, linçe varacak şekilde saldırmışlardır. Çünkü sizi Çadır Tiyatrosu’nda oynanan oyunun bozguncusu olarak görürler; “Niçin siz bu oyunun devam etmesi için en azından ‘yedek’ görevi görmüyorsunuz?” Bugün birileri için safların daha da netleşemeyeceği bu şartlarda, İBDA Mimarı, 29 Kasım’da gerçek kurtuluşun iç savaş durumunun yaşanmadan da olabileceğinin reçetesini sunmuştur. Bu durumdan ise, safları iç savaşa göre düzenlenen uluslararası güçlerin rahatsız olacağı gayet açık. İç savaş durumunu minimize edebilmek gayesiyle de İBDA Mimarı herkesin kendisini sonuna kadar ifâde etmesi, anlatması ve izah etmesi gerektiğini söyledi. Bu durumdan kaçarak, kavga adı altında sadece didişmeyi önceleyenlerin İBDA mimarının sunduğu bu fırsatı değerlendirmeyip, Batı saflarında Anadolu’nun parçalanması için görev ifâ ettiklerini ve edeceklerini söylememiz yanlış olmasa gerek. Bu noktada da eğer ki Anadolunun kurtuluşu için bir iç savaş çıkacaksa, bu savaşın tarafları, Batının Anadoluyu parçalamak için kullanacağı taşeron örgütler ve İBDA anlayışı çerçevesinde Anadolu Bütünlüğü için parçalanmaya karşı çıkacak olan Milli Hareketler olacak. 29 Kasım Konferansı ise Batının Anadoluyu parçalamak için kullanmayı düşündüğü yapılanmaların bütünleşmekten yana olan bütün kesimler içindeki zehirli etkilerini kırmak için atılmış çok önemli bir adım olarak değerlendirebiliriz. Şu ân yaşanan bütün gelişmelerin değerlendirilmesinde 29 Kasım Konferansı bizim için nisbet noktası oluştururken, bundan sonra atacağımız adımlarımız için yol haritası işlevine de sahip. Ülke içi ve ülke dışı problemlerin çözümüne dair büyük bir hesaplaşma ve bu hesaplaşmanın tabiî bir gereği olarak büyük bir savaş, ihtiyâç olarak sokaktaki adama dahi hissettiriyor. Kördüğüm olmuş problemlerin çözümünün “çözerek” gerçekleşmeyeceği, bu kördüğümün ancak kesilerek çözülebileceği, neredeyse herkesin kabul ettiği bir yöntem olarak kendisini dayatmakta. Bu yöntemin Kumandan Mirzabeyoğlu’nun Konferansında mevzu ettiği misâl çerçevesinde Kral Richard kabalığında mı, yoksa Selahaddin Eyyûbî inceliği ve idrakinde mi kullanılacağı 29 Kasım’dan sonra, sanki herkesin tercihine kalmış gibi. Hangi yöntem kullanılırsa kullanılsın Adalet için hesaplaşma mutlaka olacak!.. Ali Osman ZOR ADIMLAR Dergisi – 1 Ocak 2015

ALİ OSMAN ZOR, HOLLANDA NOS TV’YE KONUŞTU

Ali Osman ZOR: “İSLAM BİRLİĞİ BİR ŞEKİLDE KURULACAK” Hollanda Devlet Televizyonu NOS, ADIMLAR Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Sayın Ali Osman ZOR ile bir röportaj gerçekleştirdi. NOS Tv Muhabiri Lucas Waagmeester’ın ısrarları üzerine Tarihi Kongre günü olan 29 Kasım 2014 Cumartesi günü Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilen bu kısa röportajın görüntülü kaydını izleyebilirsiniz. Röportaj öncesinde 15 Kasım 2014 Cumartesi günü dergimize gelen Waagmeester ve ekibi, yapılan ön görüşme neticesinde İBDA ve Kumandan Mirzabeyoğlu hakkında edindikleri bilgiler sonrası Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun vereceği konferansa katılma isteklerini ısrarla beyan etmişler ve bu Tarihi Gün’de de Haliç Kongre Merkezi’nde hazır bulunmuşlardı. Konferans öncesi eğer mümkün olursa Genel Yayın Yönetmenimiz ile bir de röportaj yapmak istediklerini ifâde eden NOS temsilcilerine, bunun, Sayın ZOR’un yoğun olmasından dolayı mümkün olmadığı söylenmiştir. Konferans günü NOS Televizyonu’nun karşılaştığı kalabalık karşısında bir televizyoncu refleksi göstererek ısrarlarını arttırması sonucunda Genel Yayın Yönetmenimizle röportaj yapma fırsatını bulmuş ve ayaküstü kısa bir söyleşi gerçekleşmiştir. Konferanstan iki hafta önce dergi büromuzda gerçekleşen ve Hollandalı gazetecilerin İslâm Mücahidlerini, İBDA Merkezi’nde Türkiye’nin Misyonu’nu anlama ve kendi akıbetlerini, Batı’nın istikbâlini öğrenebilmek merakıyla sordukları sorular ve Ali Osman Zor’un açık yüreklilikle verdiği cevaplar karşısında gerçekleşen bu röportaj, Batı’nın bilmek istediklerinin özeti mahiyetinde cevaplara hâizdir. VİDEO

Der Spiegel, Ali Osman Zor İle Röportaj Gerçekleştirdi

Almanya ve Avrupa’nın köklü yayın organı Der Spiegel dergisi temsilcisi, bugün, Adımlar Dergisi merkezine gelerek bir röportaj gerçekleştirdi. Adımlar Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Sayın Ali Osman Zor ile röportajı gerçekleştirilen kişi ise, Der Spiegel yazarlarından Maximilian Popp. Maximilian Popp’un, yayınlanacak geniş kapsamlı bir makâlesi için Almanya’dan gelerek gerçekleştirdiği ziyaret ve görüşme sırasında görüntülü olarak kaydedilen röportajı, siz değerli okuyucularımız için http://www.adimlardergisi.com sitemizde ilk fırsatta yayınlayacağız.