99’dan Bugüne Tarihe Şahitlik Etmek

99’dan Bugüne  Tarihe Şahitlik Etmek

 

Güldenizden Platformu Başkanı Esma Turan’ın Konuşma Metni

1989 yılında, İBDA’nın temel prensiplerinden olan “ŞAHSİYETÇİLİK” ilkesine bağlı olarak, şahsiyet olma duygusu ve ideolojik manada iş içerisinde kendimizi yetiştirmek maksadıyla ELİF Dergisini çıkarmaya başladık. Bizim için bu aynı zamanda mücadeleye aktif katılım ve oluş içinde İBDA’ya nispetle varlığımızı idrak etmek demekti. Dolayısıyla, bizler hiçbir zaman İBDA’nın pasif takipçileri olmadık ve şartlar ne olursa olsun pasif takipçiliği şiddetle reddettik!

Bu anlayışla, iç oluş-dış oluş münasebeti içinde üniversite çevremize ve umuma açık olmak üzere seminerler ve paneller vermeye başladık.

1990 yılında başlayan 1. Körfez savaşı ‘nda Kumandanımız ile birlikte eşlerimizin- yakınlarımızın gözaltına alınıp tutuklanmasıyla birlikte yeni bir sürece girdik. Bu süreç uzun yıllar devam edecek olan işkencelerin, gözaltıların, tutuklanmaların, cezaevlerinin ve gıyabiliklerin yaşandığı bir süreçti. İşkence gören,  gıyabi tutukluluk dönemlerinde zor şartlar altında mücadelesine devam eden, cezaevlerinde bu mücadeleyi zirveye taşıyan eş ve yakınlarımızın işkencesine, gıyabiliklerine ve cezaevi şartlarına şahitlik etmekle kalmadık, ortak olduk.  Bütün bu zor şartlar altında “öldük, mahvolduk, bittik” edebiyatı yapmadığımız gibi, tam tersine Allah’ın yardımı ile dimdik ayakta kalmayı, oluş maceramızın bir gereği olarak, yaşanması gerekenler olarak gördük. Bu hayat tarzı, bizim için bir külfet değil, tam aksine nimetti.

1998 yılının Aralık ayında Kumandanımız’ın gözaltına alınıp tutuklanmasıyla yeni bir sürece daha girmiş olduk.  O dönemde eşlerimiz ve yakınlarımız cezaevindeydi, ve cezaevleri adeta kuş uçmaz kervan geçmez bir yer görünümündeydi. Cezaevlerine yakınların ve eşlerin haricinde arada bir tek tük diyebileceğimiz bir-iki gönüldaş uğrardı. Cezaevlerindeki gönüldaşlar ve onların aileleri neredeyse unutulmuştu. Burada bir sitem havası sezebilirsiniz; ama bu sitem unutulmaya mahkum edilen kişilerin şahıslarıyla alakalı bir sitem değil, tam tersine onları unutmak demek davayı unutmakla eş manaya gelen bir durum arz ettiği içindir. Evet, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun gözaltına alınması sırasında yaşanan panik ve korkunun sebebi ve bunun neticesi olarak da böylesine büyük bir olayda dahi hareketsiz kalınması, zannımızca, kavga ve mücadelenin içerisinde yer almadan, kavga ve mücadele ediyormuş görüntüsünün bir neticesidir. Şükürler olsun ki, kavganın içinde olmanın avantajıyla, bu hareketsizlikten tiksinerek, en ufak korku ve paniğe kapılmaksızın, O’nu Emniyet Şubesinde aramak sormak da bizlere nasip oldu.

Kumandan Mirzabeyoğlu’nun tutuklanıp Metris Cezaevine getirilmesi ve 1999 yılını “Ümmetin Kurtuluş Yılı” ilan etmesi, dost – düşman herkesin dengesini bozdu ve herkesi “devrim beklentisi” içine soktu. Özellikle bu beklenti, 5 Aralık taarruzundan sonra daha da arttı. Bu durum karşısında endişeye kapılan rejim ve bu rejimin efendileri, Kumandanı ortadan kaldırmak için, O’nun mahkemelere çıkmamasını bahane ederek, 25 Ocak 2000’de Cezaevine, adına “Noel Baba Operasyonu” verdikleri operasyonu düzenlemişlerdir. Sabaha karşı gün ışımadan başlatılan operasyonu haber alan bizler, ulaşabildiğimiz bütün gönüldaşları arayıp haber vermemize rağmen, cezaevinin önüne geldiğimizde bir-iki kişinin haricinde kimseyi görememenin şaşkınlığı içerisindeydik. Panik halindeki polisler tarafından o gün ilk gözaltına alınan iki-üç erkek gönüldaşın yanı sıra, şehadet makamına erişen Nuray kardeşimizle birlikte üç kadın olarak bizler de vardık. Şükürler olsun ki, kavganın ve özgürlük mücadelesinin her zaman ve her şart altında hiçbir zaman dışında olmadık.

26 Ocak 2000 tarihinde üstü başı çamurlar içinde, yüzü gözü yararı bereli, topallayarak mahkemeye çıkartılan Kumandan’a “bu mahkumun hali” ne diye bile sormayan mahkeme heyetinin, olağan dışı hiçbir şey yokmuş gibi bir tavır takınması da ayrıca manidardır.

Kumandan Mirzabeyoğlu’nun bu tarihten itibaren Kartal Cezaevi’ne konulması mücadele tarihi ve bizler açısından yeni bir sürecin daha başlangıç tarihidir. Kartal Cezaevi’nin önünde adeta pusuya yatmış maymunlaşmış medyaya rağmen, Kumandanlığı ademe mahkum etme zihniyetine adeta malzeme hazırlar şekilde, ahmakça bir tutum sergileyerek, O’nu yalnızlığına terk etmek ve orayı Metris’e gelen yığınları ikiye katlayarak gelmek şuurluluğunu göstermek bir yana, bütün çabalarımıza rağmen bu sayıyı yakınların ve eşlerin haricinde, 3-4’den kişiden yukarıya çıkaramadığımızı söylersek mübalağa yapmış olmayız sanırım.

Kumandan ve Kumandan’ın haricinde Ali Osman Zor ve belki bir veya iki kişi daha tek kişilik hücrelere konulmuşlardı. Kumandan’ın tek kişilik hücreye konulmasını ve yaşadığı durumu (o zaman ne olduğu anlaşılamayan telegram hadisesi) protesto etmek maksadıyla cezaevindeki gönüldaşların başlattıkları açlık grevi ve bu açlık grevlerini sabote etmeye kalkanlarla mücadele… Bu iç mücadelenin yanı sıra dışarıdaki düşmana karşı verilen mücadele… Kartal Cezaevi’nin çetin şartları… Bu şartları içeride yaşayanlara ortak olarak bizim dışarıda yaşadıklarımız. Ziyarete gelmemizi engellemek ve Kumandan’ı ve Cezaevindeki yakınlarımızı ve gönüldaşlarımızı yalnız bırakmaya yönelik aşağılık gayretleri içerisinde sözlü ve her türlü taciz mevcut. Ziyarete girmemizi engelleme çabaları neticesinde hak arama mücadelemizde, “Görevi Başındaki Memura Mukavemet”ten gözaltına alınış ve mahkeme neticesinde (Şehidemiz Nuray Zor’un da bulunduğu ) davadan ceza alışımız. Selma Şişman kardeşimizin farklı zamanda,  benzer bir olaydan ama yine aynı sebepten gardiyanların kendisini darp etmesine rağmen gözaltı neticesi tutuklanması… 3-4 ay kadar yattıktan sonra, kendisine darp edildiğini gösteren video kamera görüntülerini DHA’dan 200 Dolar karşılığında satın almamız ve şahitliğimiz neticesinde mahkemenin beraat kararı.

(Burada, bu yazı vesilesiyle bu süreçte bizleri karakol ve mahkeme safhası dahil hiçbir yerde yalnız bırakmayan, Av. Ahmet Arslan ve ağabeyimiz Av.Harun Yüksel’e teşekkürü bir borç biliriz.)

Mücadele ve kavgaya devamdayız…

Kartal Cezaevi’ndeki keyfi uygulamaları, burada başlayıp destek amaçlı diğer cezaevlerinde de yapılan açlık grevlerini ve sesimizi duyurmak üzere,  TBMM’ne, milletvekilleri, komisyon başkanları ve ilgili yerlerle görüşmek üzere ilk gidişimiz. 2012’de ikinci gidişimizin tam tersi bir tutumla düşman karşılarmışcasına karşılanmamız. Onlar bunu hak ettiler manasındaki söz ve tavırlar… 28 Şubat darbesinin insan hak ve hürriyetini hiçe sayıcı kararlarının en keskin ve zorba bir şekilde uygulandığı o çetin şartlarda dahi;  “ Örgüt lideri ve örgüt mensupları olsalar dahi (sizler bu gözle baksanız da) tutumunuz yanlış ve mahkum haklarına aykırı!”  deyip, vakur ve tavizsiz dik duruşumuzu ,kapılarını çarpıp çıkarak sergileyişimiz.

Açlık grevleri neticesi Kumandan Mirzabeyoğlu’nun yanına bir kişinin verilmesi…

25 Haziran 2000 “Feda Eylemi” öncesi, eşi hariç, çocukları da dahil bizlerden hiç kimseyle görüşmek istemiyor. Kendisini kabin gerisinden kaygıyla ve dualarla izliyoruz. İlk zamanlardaki kısa görüşmelerde anlattıklarına bakarak anlayabildiğimiz tek şey Kumandan’a birilerinin bir şeyler yaptığı. Ama ne? Hiçbir fikrimiz yok … Cezaevi idaresi tarafından yemeklerine halüsinasyon etkisi yapan ilaçlar katılması ihtimali en yükseği. Bu durumu ulaşabildiğimiz bütün gönüldaşlara vazife edinerek anlatıp bilgilendiriyoruz. Kimisi duvar gibi tepkisiz, kimisinin ise 1999 yılının Kurtuluş Yılı ilan edilmiş olmasına rağmen bunun fiyaskoyla (!) sonuçlanmış olmasından doğan Kumandan’a olan imanının sarsılmış olduğu, sözle ifade edilmese de besbelli. Samimi gönüldaşlardan bir kısmı ise kendi gayretleri nisbetinde olayı anlamaya ve çözmeye çalışıyorlar.

Derken 25 Haziran “Feda Eylemi”…

Bir müddet Bakırköy Akıl Hastalıkları Hastanesinde kalış ve derken Kartal Cezaevi’ne dönüş. O günlere denk gelen Sabah Gazetesi’ndeki bir manşet kendilerinin dikkatlerinden kaçmıyor: BİZİ UZAYDAN YÖNETİYORLAR!!!

Bu manşet, o zamana kadar hiçbirimizin tahmin dahi edemeyeceği “Zihin Kontrolü” gerçeğinin Kumandan tarafından tespitine Allah’ın Lütf-i İlahisi gereği sebebiyet veriyor. Bundan sonra, yakınları haricinde bizlerle dahi tehdit edilen Kumandan, ( görüşmek istememesinin sebebini, bizlere zarar verilmesinden korktuğu için olduğunu  o zaman söylüyor) kendisine yapılanın ne olduğunu çözmüş olmanın rahatlığı içinde artık konuşuyor, her şeyi daha net anlatıyor. Bizleri yapmamız gerekenler açısından yönlendiriyor.

Herkesle konuşmamızı ve özellikle o dönem F Tipi Cezaevleriyle mücadele konusunda eylem ve basın açıklamalarında birlikte hareket ettiğimiz İHD’li yetkililere olan biteni en ince detaylarına kadar anlatmamızı istiyor. MAZLUMDER veTAYAD (Tutuklu Aile Yakınları Derneği) ile de görüşmelerimiz oluyor. İHD’li yetkililer, konuyla yakından ilgileniyorlar ve yeni uygulamaya konulan F Tipi Cezaevlerinde böylesi bir durumun olabileceğine olan inançları şüpheye mahal dahi bırakmıyor. Bu Cezaevlerinde daha bilmediğimiz ne uygulamalar olabilir kim bilir diyorlar. Bu yüzden en büyük desteği onlardan alıyoruz. Kumandan’ın durumu onları yakinen ilgilendiriyor. İHD ile birlikte peş peşe basın açıklamaları yapıyoruz. Ama maalesef bu çalışmalar sırasında da yalnız bırakılıyoruz. Üç –beş hanım ve Kumandan’ın avukatları hariç katılım olmuyor. Havaya, anlayamadığımız ve çözemediğimiz bir ölü sessizliği hakim. Gördüğümüz bir erkek gönüldaşa soruyoruz: “Neden basın açıklamalarına gelmiyorsunuz” diye. “Polit büro kararı aldık, bu tür eylemlere katılmıyoruz” cevabını veriyor. Beynimizden vurulmuşa dönüyor ama “kol kırılır yen içinde kalır” hesabı kimseye derdimizi açamıyoruz.

Bugün bunları dillendirmemizin sebebi, mevzuumuz aynı zamanda tarihe şahitlik etmekse, bu şahitlikte hakkı yerli yerine koymak adına, menfi veya müsbet, herkesin hakkını teslim etme zaruretindendir.

Güldenizde Elifler Platformu olarak, bir çoğunuzun bildiği üzere, çalışmalarımızın bir kısmını Fikre Özgürlük Platformu/ İstanbul olarak sürdürdük. Bu devre aşağı yukarı hepinizin malumu.Çeşitli basın yayın organlarıyla, yazarlarla, STK’larla, parti mensuplarıyla ve TBMM’de milletvekilleri ve Komisyon başkanlarıyla görüşme ve kamuoyu oluşturma adına bilgilendirme faaliyetleri…

4 yıla yakın bir zamandır, bütün iç ve dış engellemelere rağmen Bolu F Tipi Cezaevi önüne her ay bir vesileyle, kendi vicdani ve insani sorumluluğumuz adına gidiş gelişlerimizde bu faaliyetler sırasında eş zamanlı olarak hükümet üzerinde de ciddi baskılar oluşturduğumuzu düşünüyoruz. Zira Bakırköy sürecinden sonra yaptığımız Meclis görüşmelerinde;  “Bıçak kemiğe dayandı. Ne yapacaksanız bir an önce yapın. Kumandan’ı sevenlerin ve bağlılarının sayısını kestirebilmenin imkan ve ihtimali yok. Böyle bir kitlenin sabrının taşması tehlikesi ile karşı karşıya gelmek istemezsiniz herhalde” şeklindeki görüşmelerimizin bunda payı olduğu kanaatini taşımaktayız.

Aynı zamanda, oluşturulan kamuoyu, toplumsal mutabakat ve duyarlı gönüldaşlarımızın katkısıyla Başbakan R. Tayyip Erdoğan’ın gittiği her yerde “Mirzabeyoğlu ne zaman çıkacak” sorusuna muhatap  olması, TV ekranlarında Kumandan Mirzabeyoğlu’nun adını zikretmek zorunda kalması neticesinde, bu sözün neticesini pasif bir bekleyiş yerine, AKP İl Başkanlığı önünde 7 ayı aşkın bir zaman boyunca her hafta kendisine hatırlatmamızın da hükümet ve Başbakan üzerinde ciddi baskılar oluşturduğu kanaatindeyiz.

Bugün geldiğimiz nokta, ADIMLAR DERGİSİ’nin önderliğinde gerçekleştirdiğimiz son iki Bolu seferinde “Kumandan’ı istiyoruz; hemen şimdi” sloganı, slogan olmanın ötesinde, “ya verirsiniz ya da buradan ölümüzü çıkartırsınız” şeklindeki hissiyatımızın gerçek bir tezahürüdür.

Son olarak, avukatları tarafından verilen dilekçe neticesinde, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun yeniden yargılanma başvurusunun kabulü ile “Mirzabeyoğlu’na Özgürlük Süreci” tam olarak bitmiş sayılmasa bile ciddi bir ivme kazanmıştır.

Yeni bir sürecin eşiğinde olduğumuz bu günlerde, rehavete kapılmadan, hedefe ulaşıncaya kadar  mücadeleye devam… Bütün İbdacılar gibi, bugüne kadar dava ahlakı adına duruşumuzu Kumandanımız’ın düşmana karşı dik duruşuna göre ayarlamaya çalıştık. 1990’da bu dik duruşa hepimiz şahit olduğumuz gibi, 99’da da ve en son “Hayatında bir kayıp olarak görmediği ve fikir damıtarak geçirdiği” 16 yıllık esaret sürecinin bitiminde de şahit olduk. Bitmekte olan bu süreç, o’nun her şart altında tavizsiz ve dik duruşuyla kendi zaferidir.

“Tarihe Şahitlik Etmek” başlığını verdiğimiz konuşmamızda, tarihe şahitlik etmenin “kuru kuruya olamayacağı”nı,  bunun “nasıl”ını göstermeye çalışırken, “insan iş ve eserlerinin toplamıdır” hakikatine binaen aynı zamanda kendi muhasebemizi de yapmış oluyoruz.

Bu muhasebe, son nefesimize kadar her daim,

ZORUNLULUĞUMUZ,

MECBURİYETİMİZ ve

MAHKUMİYETİMİZDİR.

10.08.2014

Esma TURAN

ADIMLAR DERGİSİ

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: