“CEHENNEM BAŞKALARIDIR”
Edebî ve felsefî eserleri kadar politik duruşuyla da adından çok söz ettiren Jean-Paul Sartre bize sorarsanız batının cins kafalar sınıfından son büyük aydınıdır. Onun zatî değeri özel bir tetkik gerektirecek ayrı bir husus ama Sartre sonrası batı yazı hayatında kendisine nispetle mevzu konuşulacak, düşünceleri bir çıkış noktası kabul edilip onun etrafında meselelere sarkılacak büyük bir entellektüelin varlığından, en azından şahsım adına haberdar değilim. Bununla birlikte onu gözümde gereğinden fazla büyütmüyorum. O kendisine ait bir sistem iddiası yerine, Marksizm’in boşlukta kalan bir yanını doldurma cehdinde olduğunu defalarca dile getirmiştir. Sartre’ın çabası, bağlılık beyanında bulunduğu Marksizm’e dışarıdan sokulduğunu ileri sürdüğü “mekanik insan” ile mücadele ve onun yerine kendi geliştirdiği varoluşçuluk düşüncesini yerleştirmektir. İnsan ancak bu şekilde, işçi sınıfının zaferi için kullanılan bir araç olmaktan çıkıp, sınıf zaferinin amacına dönüşebilirdi. Fakat Marksist çevreler onun ontolojik fikirlerine değer vermemiş, Sartre ve egzistansiyalizm hususi bir marka olarak kalmıştır.
Romancı yönüyle de, en beğendiklerimden birisi olmaktan hayli uzak ve hatta yer yer yadırgadığım savrukluk ve başına buyrukluktadır. Çünkü bir adama birçok düşünceyi söyletmek için kurgulanmış ve o bir şeyler söylesin diye mekâna dekor yerleştirilmiş romanları –zorla değil ya- sevmiyor, sevemiyorum. Kahramanın çok konuştuğu, çok bildiği, her bir halta burnunu soktuğu roman tarzının bizzat Sartre düşüncesinin temelindeki “oluş” fikriyle çatışması icap etmez mi?
Felsefî, romancı ve hatta muhalif aydın tavrıyla ilgili lehte ve aleyhte söylenecek olanlar bitmez ve esasen bu yazı Sartre için yazılmadı. Fakat onu değerli ve vazgeçilmez kılan öyle bir yönü vardır ki, belki ülkemizde en az söz edilen tarafıdır: Tiyatro yazarlığı… Sartre’ın en rahat, en dingin anlatımlara eriştiği eserleri,“Kelimeler” adlı otobiyografi bir yana, piyesleridir.
Marksizm’in, tarihin zorunlu aşamalarına tâbi kabul ederek seyirci durumuna düşürdüğü insanı, Sartre oyuncu yapmak istemiş, felsefî çabası bu yönde olmuştu. İnsanı bir “oluş” kabul eden ve ona tarihin şekillendirdiği seyirci rolünü değil, tarihe şekil veren oyuncu rolünü yakıştıran Sartre’ın en etkili edebi eserlerinin yazdığı oyunlar olması bir tesadüf mü? Bizce değil. Dram ve varoluşunun şuurunda olan ve bu varoluşu ne şekilde oluşturacağı kendi eline bırakılıp dünyaya atılan,“özgürlüğe mahkûm” edilmiş insan görüşüne uygun eserler vermek için tiyatro belki en uygun araçtır Sartre için. Sanki sahne onu çağırmış ve “boş teorileri bırak, gücün yetiyorsa insan nasılmış ve neymiş; onun oluşunu benim sırtımda göster” demiş, o da buna kayıtsız kalmamış, en etkili edebi eserlerini bu zeminde vermiştir.
“Kirli Eller” ve “Sinekler” apayrı bir değerde olmasına karşın, ünlü sözü “cehennem başkalarıdır” cümlesiyle son bulan “Gizli Oturum”, “Mezarsız Ölüler” ve hatta “Saygılı Yosma” ile daha birçok piyesi, üzerinde konuşulması gereken, yabana atılmayacak önemdedir. Şahsen Çehov’u saymaz isek, Sartre’ın piyesleri kadar sayfa kenarına notlar almaya mecbur hissettiğim tiyatro muharriri hatırlamıyorum. “Cehennem başkasıdır”diye dillere pelesenk olan ünlü sözünü de zaten ne roman, ne de felsefi eserlerinde değil, oyunlarından birisinin kahramanına sahnede söyletmiştir. Durduk yere Sartre ve piyeslerini hatırlayıp bu yazıyı kaleme almamızın sebebi de bu ifâdedir zaten.
-“Acı, ateş, kızgın ızgara; hepsi sizsiniz demek? Ne gülünç şey! Kızgın ızgaranın ne gereği var: CEHENNEM BAŞKALARIDIR!”
Gizli Oturum adıyla dilimize çevrilen ünlü piyesinin son cümleleridir bunlar ve perde kapanır.
Sonsuza, evet, sonsuza kadar aynı odada ve sadece birbirlerini görerek, birbirleriyle konuşarak yaşamak zorunda kalan üç “ölmüş” insanın rol aldığı oyun… Uyku yok, göz kapakları asla yumulmuyor ve milyarlarca sene birbirlerini görmeden ve duymadan tek bir dakika geçirme şansı verilmemiş. Onları birbirine bağlayan ortak bir şey olmadığı hâlde, dünyadaki günahlarının cezasını çekmek üzere ebediyen aynı odada yaşamaya mecbur bırakılmış üç farklı insan… Azabı düşünün.
İçinde yaşadığımız toplum hızla cehennemleşiyor, başkalaşıyor; ama aynı odada yaşamaya mecburuz ve görmemek, konuşmamak gibi bir seçeneğimiz yok. Birbirimizin cehennemi olmaya başladık. Toplum hiçbir dönemde olmadığı kadar çözülme ve ayrışma noktasındadır. Mahalle, ev, camia ve mektep; aklınıza gelen ne varsa… Artık her iki kişiden birisi diğerini kendi cehennemi olarak görüyor. Bu şartlardan ya intihar çıkar, ya yeni bir basübadelmevt… Elverir ki, birbirimizin değil, buna sebep olanların cehennemi olabilelim.
Hakan YAMAN