HAYSİYET VE ŞEREF
Şu Erdoğan’ın, “IŞİD’den petrol aldığı” ithamı ne kadar zoruna gitmiş ki, bütün dünyayı bunun aksine inandırabilmek için dökmediği dil yok.
Kendileri, IŞİD’den petrol alacak kadar şerefsiz ve haysiyetsiz değillermiş. Yani, bir teröristten petrol almak haysiyetsizlik ve şerefsizlikmiş. Hani, bir de IŞİD yerine, DEAŞ demesi var ki… IŞİD’in İslâm’la alâkası olmadığını böyle ispatlayacak.
IŞİD terörist olduğu için ondan petrol almak haysiyetsizlik ve şerefsizlik ama, kendisinin dahi terörist dediği İsrail’le ticaretin her gün artıyor olması, İsrail’den doğalgaz almak “reel politik”.
Hani terörün dini, ırkı, falânı filânı yoktu?! Terörist diye damgalanan Müslüman olunca hep beraber saldırıyor, Terörist İsrail ile görüşüyorsunuz!
IŞİD terörist ve Müslüman değil ama, Amerika zaten İslam’ın koruyucusu, Fransa İslâm’ın bir numaralı müttefiki, Almanya ezelden Müslüman aşığı ve İngiltere de İslâm’ın tarihî ve stratejik ortağı olduğu için bu dost ve müttefiklerimize, Müslümanları katletmeleri için İncirlik’i kullanmalarına izin verildi.
Ya, işte, Erdoğan olmasaydı, İslâm kimlerin eline kalmıştı. Allah’tan Erdoğan var, Amerika var, Almanya var, Fransa var, İngiltere var da, İslâm’ı ve Müslümanları kurtarıyorlar.
Bugünkü manzara aslında apaçık; ideolojisini beğenin veya beğenmeyin, orada birileri Haçlı teröristlere karşı savaşıyorken, burada birileri de Haçlılarla bir olmuş Haçlılara karşı savaşan müslümanlara karşı savaşıyor ve bir de utanmadan, hakikatin ırzın geçerek, Haçlı işgalcilere karşı savaşanları müslüman saymadıklarını, ama kendilerinin aliyyül âlâ olduklarını iddia ediyorlar. Haçlılara karşı savaşanlar “radikal” kendileri ise “Uluslararası Koalisyon”un parçası olarak iyi Müslüman(!). O koalisyon Haçlı koalisyonuymuş, “Dünya beşten büyüktür!” demelerine rağmen, o beşlinin güdümünden çıkamazlarmış; suyu bulandırmayın.
(Aslında suyu bulandırmak lâzım… Su bulandığında renk doğar, yani renksiz olan varlık hakikatini kendi aynasında nasıl yansıttığı, kimliği, haysiyet ve şerefi ortaya çıkar.)
Davutoğlu da partisinin gençlik kolları toplantısında, utanmadan Necip Fazıl’dan, Büyük Doğu’dan bahsediyor. Ayın 25’inde de RTE’nin katılımıyla Necip Fazıl ödülleri vereceklermiş.
Bir kere, Necip Fazıl, bizim “Tarih Muhasebemiz”i yapan remz şahsiyetimizdir ki, bu aynı zamanda “zaman ölçüsü” demektir. Bu zaman ölçüsü de bize, Haçlı-Yahudi Batı’yı esas düşman olarak bellememiz ve en başta onunla hesaplaşmamız gerektiğini ihtar eder. Ha bir de “kaba softa – ham yobaz” tayfası var ki, bunlar da zaman dışı mahlûklar olarak cins cins ve en başında da AKP misâlinde olduğu gibi, sahte kahramanlar serisinin son mahsulleri yer alır.
“Kahramanlık” da zaman ölçüsüne bağlıdır. Zaman ölçüsüne nisbeti olmayan iş, aksiyon değildir ki kahramanlık olarak görelim. Ondaki tavır “doğru” gözükse bile, bu tesadüfîdir ve onda aslolan yanlışlıktır. Zira bir kimsenin, hakikate mutlak zıt bir şey söyleyebilmesi zaten muhal… Zaman ölçüsü olmayan, istikameti olmayan doğru, bir de kötüye doğru gidişin ifadecisiyse, bizzat kötüden daha kötüdür.
Bu mücerret mevzulardan anlamazlar, zaten anlasalar orada olmazlardı. Ha, anlayarak oradaysalar, ayrı bir felaket… Ahmak ile hainin aynı iş üzerinde olduğunun delili…
Bu kadar zırva tevil götürmez; insanın bu kadar zırvalayabilmesi de “zaman ölçüsü” olmaması ile “zaman ölçüsü”ne bağlı bir “iş ölçüsü” olmaması ile mümkün olur ancak.
Erdoğan’ın bizzat kendi ifâdesiyle, kendini müdafaa sadedinde, “bunlar analiz yapmıyor, niyetlerini söylüyor!” tespiti, aslında AKP yalakalarının hâlini izaha yetiyor da artıyor bile. Onlar da aslında objektif bir analiz yapmıyor, ancak kendi gönüllerinden geçen niyetlerini, sanki gerçekten AKP yöneticilerinin kastı buymuş gibi ileri sürerek, bu millete AKP ihanetini hoş göstermeye çalışıyorlardı… Oysa Kumandan Mirzabeyoğlu, “mücadele, şartların objektif tahliline fikri tatbik etmek” derken, subjektif niyetlerin sanki gerçekmiş gibi sunulamayacağını ihtar etmekteydi.
Subjektif niyetler, objektif gerçeklikmiş gibi takdim edilmeye kalkılırsa ne mi olur? İşte, zamanın dışına böyle düşülür. Kaba softa ve ham yobaz, zamanı kokutmaya bu zeminde kendine yer bulur. Eşya ve hadiseyi teshir memuriyeti ancak bu şekilde piç edilir ve idrakler bu sayede iğdiş edilir. Bir sürü zaman, imkân ve emek boşa harcanırken, emanetler de ehline verilmemiş olunur. Bu, “Dağ düze insin de, aşayım!” diyen, mücadele kaçkınının mantığıdır. Unutulmasın, şeriata en büyük darbeyi, “şeriat isterük!”çüler vurmuştu.
Haysiyet ve şeref, Haçlı teröristler ve işbirlikçisi yerli finolarının karşısında dimdik durabilmededir!
NOT: Bizim için -dünden bu güne-, duruma dair en objektif veri, TELEGRAM’ın devam ediyor oluşudur. Kumandan’ı, yani İslâm’a Muhatap Anlayış’ın “remz şahsiyet”ini yok etmek isteyen saldırı bütün şiddeti ile devam ederken, Büyük Doğu’dan bahsetmek, sahtekârlığın daniskasıdır. Büyük Doğu’yu gerçekleştirme işi kendisine emanet edilen kişiyi yok ederek Büyük Doğu’yu gerçekleştirmek; düşmanlık bu kadar büyük olunca, onu perdelemek için atılan yalan da o çapta büyük oluyor… Ve Kumandan hâlâ, her hafta “Ölüm Odası”ndan yazmaya devam ediyor. Çektiği ızdırabın -mizacı gereği- yaygarasını yapmıyorsa, işkencenin en ağır ve aşağılık şekli ile her ân karşı karşıya kalmıyor değil. Bizler, acının en küçüğüne tahammül edemezken, O, fizikî ve ruhî acı ile şiir yazabilme imkânından dahi mahrum bırakılırken, “tek suçu”, kendisine acındırmak için ağlayıp sızlanmıyor oluşu. Büyük Doğu’yu yürüten İBDA’yı hedef alırsan, Büyük Doğu da kalmaz ki, Büyük Doğu’dan bahsedebilesin.
Baki AYTEMİZ