FİKRÎ KAVRAMLAR ÜSTÜNE DENEMELER -1-
ÖNSÖZ
Üstad “Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu” terkibini getirdi. İBDA Mimarı ise onu formüle etti:
– Batı Tefekkürünü İslam Tasavvufu önünde hesaba çekmek ve ikinciye nüfuz ederken birinciyi aslîleştirmek…
Bundan Hikemiyat doğdu. Hikemiyatı İBDA Mimarı, İslama Muhatap Anlayışın tecrid buudu olarak tarif eder… Yani tefekkür buudu… Veya yeni İslam tefekkürü diyelim.
Hikemiyat disiplinini, yeni İslam tefekkürünün verim sahası olarak İBDA Mimarı kurdu.
Hikemiyat, hem felsefenin tam karşıtıdır, hem de onunla bir hesaplaşmadır. Yani karşıtı olması, ona sırtını dönmesi anlamında değil, hemen hemen ona cephe alması, ona bütünüyle hücum etmesi anlamındadır.
Temel olarak felsefe de hikemiyat da aynı fıtrî ihtiyaçtan doğarlar: Hikmet ihtiyacı… Felsefe, eski Yunanca’da “hikmet sevgisi” demektir. Hikemiyat da Arapça’da “Hikmete ilişkin tefekkür ve hikmet disiplini” anlamına gelir.
Felsefe başıboş aklın hikmet arayışıdır. Hikemiyat ise bağlı aklın hikmet arayışı. Felsefenin din ölçüleriyle alakası yoktur ve onların üstüne çıkmak ister. Hikemiyat ise din ölçülerine sımsıkı bağlı düşüncedir.
Hikemiyat felsefenin bütün mevzularını ve meselelerini kapsar ve onları aşar. Felsefenin getirdiği hiçbir mesele yoktur ki, hikemiyatı ilgilendirmez olsun. Ancak hikemiyatın bir kısım mevzu ve meseleleri, felsefenin dışında ve uzağında kalır.
Hikemiyat, esasen Hak görüşüne dayandığı ve bütün fikir hayatı üzerinde amir olduğu için, onun felsefeye bakışında felsefe artık “felsefe” olmakta çıkar ve “tefekkür” olur.
Nasıl ki, bir kavramı Fransızca’ya tercüme ettiğinizde o artık kendisi olmaktan çıkar ve Fransızca bir kavram olur, derler. Aynı şekilde bir felsefî meseleyi hikemiyata taşıdığınızda da o artık felsefe olmaktan çıkar ve hikemiyata ait bir mesele olur.
Bu yüzden “Batı Tefekkürü ve Hikemiyat”… Denemeler halinde Batı tefekkürü ve Hikemiyat arasında bir kavram yolculuğu, mânâ aydınlatması, kavramlar ve mânâlar arasında bir gidiş geliş.
Aslında bu kavram benim Aklıselimin İcapları adlı kitabımın alt başlığı olacaktı ama orada baskı aşamasında sehven bu isim çıkmayınca, buraya kaldı.
Umarım faydalı bir çalışma olur.
GEİST
Geist, malum… Bu kadar basit aslında… Geist, malumdur. Ve tarifi:
– Kişinin, toplumla ilgili küçücük parçacığı dışında kalan bütünlük yönü…
İşte insanın bu yönü ilginçtir asıl; ferdî şuuraltı orada, müşterek şuuraltı orada, insanı insan yapan her şey orada…
Peki toplumla ilgili küçücük parçacığında ne var? Hayat sandığı, şuur sandığı, her şey sandığı hiç… Evet, hiç… Ancak sıradan insanların hoşlanabileceği, hatta sıra numarası alıp bekleyecek kadar hoşlanabileceği bir hiç…
Bu yönü ilginç değil insanın… Kişinin, onda “fert malumu” olan o orijinalitesi ilginç… Sözünde sözünden başka olan… Farkında olmadan ağzından kaçan… Bilmeden bildiği… Rüyasında gördüğü… Hani hiç el değmemiş, hiç ayağa düşmemiş, hiç “hiç” olmamış olan…
İnsanda “insan” olanı… Geist olan!
2 Mayıs 2012
MALUM
Lûgatta mâlum “bilinen”dir. Fikirde ise “ruh”; veya “geist“… Ancak ruhun, akla dair olmayan yönü… Bu yönüyle ruh, psikolojide şuuraltı’dır, edebiyatta “ben” dediğimiz o esrarlı havandır (bir ben vardır bende benden içeri’deki “içeri ben”), matematikte bütün sayıların temeli olan 1’dir, fizikte şudur, kimyada budur, simyada odur…
Fertte bir “fert malumu” olduğu gibi, toplumda bir “toplum malumu” da vardır. Henri Bergson “Din ve Ahlâkın İki Kaynağı” isimli ünlü eserinde, din ve ahlâkın insanda bu iki malumdan ileri geldiğini tespit eder; fert malumundan ve toplum malumundan… Toplum malumu, toplumun bütün fertlerinde iz bırakır, nesilden nesile intikal eder, topluma katılan her fert onun içine doğar, ferd’in bir tür altyapı özelliğini belirtir, ferd’in fikir ve davranışlarını o şekillendirir.
Bununla birlikte, aslolan yine ferttir. “İnkılap” dediğimizi büyük dönüşümün dinamiği toplumda değil, yine ferttedir. Toplum fertleri belirlediği gibi, fertler de toplumu belirler. Hatta çoğu zaman bir tek fert, bütün bir toplumu belirler; bütün bir toplum malumuna onun rengi sirayet eder; ve toplumu meydana getiren fertler, bu malumun rengini alır. Demek ki inkılap daima bir tek kişide başlar, oradan topluma sirayet eder ve toplumdan yine fertlere döner.
Hegel‘in subjektiver geist, objektiver geist, absoluter geist dediği manzara… “Keyfiyet âleminden kemmiyet âlemine inen ruh, orada kendine yabancılaşmasının son haddine vardıktan sonra yeniden keyfiyet âlemine döner; ama bu, bir dairenin başlangıç ve son noktası gibi, artık kendinin aynı değildir.” Subjetif malum, objektif malum, mutlak malum… Tek, çok, yine tek… Kabul, red, reddin reddi…
Bir arkadaş, Ali Şeriati‘nin buna “tevhid-i vücud / varlığın birlenmesi” dediğini söylüyor. Bu kavram, öz olarak vahdet-i vücud’a ait kavramdır. Vahdet-i vücutçular, objektif âlemin üstünden adımlarlar; onu olumsuzlarlar… Hani çok hoşgörülüdürler, şöyledirler, böyledirler edebiyatı var ya… Senin benim hoşgörümüz değil ki o; onlara ait, o makama ait hoşgörü… Sorarlar onlara:
– Siz varlığı âleme yayıyorsunuz. Halbuki âlemde köpek gibi, domuz gibi necis şeyler vardır. Varlığı bunlara kadar yaymak nasıl mümkün olur?
+ Evet, onları görenler için dediğiniz doğrudur. Biz onları görmüyoruz ki… Biz âlemde varlığın kendisinden başka hiçbir şey görmüyoruz.
Cevabını verirler. Sen ben bu cevabı verebilir miyiz? İnsanın nefsi var, nefsine esareti var… Nefsinin esaretinden kurtulmadıkça malum meçhul ona… İBDA Mimarı bir şiirinde şöyle dikkat çeker buna:
“Malumu meçhullükten kurtarmak asıl dava
İstikamet olmasa iman derdi bedava!..”
İstikamet? Her yöne ayrı ayrı gidip her yönden ayrı ayrı gelmek değil herhalde… Bir yön tutmak ve o yönde gitmek… Hani; malum meçhul ama, en azından istikamet malum!
3 Mayıs 2012
PYTHAGORAS
Dediklerine göre Pythagoras, felsefeye “felsefe” ve felsefeyle uğraşana “filozof” demeyi ilk defa icad etmiş olduğuna inanılan kimsedir. Onun sözü:
-“Hikmet tanrılara mahsustur, biz faniler ancak hikmet sever (philo sophos) olabiliriz!”
İşte “felsefe” ve “filozof” buradan doğmuş; “hikmet sevgisi”nden… Biz de diyoruz ki, gerçek hikmeti sevgisinin yeri orası değil, HİKEMİYAT’tır.
10 Mayıs 2011
KARL JASPERS
Dikkate değer çağdaş filozoflardan biri de Karl Jaspers’tir. İlk hatırladığım, İBDA Mimarı Büyük Muztaribler eserinin ikinci cildinin hemen başında ona yer verir.
Jaspers’in yanılmıyorsam sadece bir eserini gördüm bu yaşıma kadar. O da “Felsefe Nedir?”i… Orada şöyle diyor:
-“Bugün Hipokrat’ın tababetini fersah fersah gerilerde bıraktık; fakat Eflatun’un hakikatinden ileride miyiz, geride miyiz, bunu bilemeyiz…”
Felsefe işte budur. Ve bunu 19. Yüzyıl aydınlanmacılarına anlatamazsın. Onlar eşya karşısında bilgimiz çoğaldıkça hakikat nezdinde de ilerlediğimizi zannederler. Genişlemeyi derinleşme sanırlar. Oysa kemmiyet (nicelik) ve keyfiyet (nitelik), birbirine ircaı kabil olmayan iki ayrı kategoridir.
10 Ekim 2011
FELSEFE
Üstad Necip Fazıl şöyle söyler:
-“Felsefe doğruyu getirmenin değil, yanlışı çıkarmanın rejimi… Her felsefe, diğerinin yanlışını çıkarırken doğruyu söyler!..”
Akıl davası… Akıl nübüvvetten mahrumdur ve doğruyu getirmez; ama akıl, aklın (kendisinin) eksiğini görür ve gösterirken doğruyu söyler. Ve her defasında onun doğrusu, doğrudan eksik kalır. Zira Nübüvvet tavrı aklın ötesindedir.
15 Ocak 2012
KADINLAR FELSEFE YAPAMAZ
Felsefede yazılı olmayan ama herkesin bildiği bir kural, bir postüla vardır. O da şu:
– Kadınlar felsefe yapamaz!
Peki ama bu yaptıramayacakları anlamına gelmez. Ve asıl kuvvet merkezi de burasıdır; yapmaktan ziyade yaptırmak… Nasıl ki bir padişah aslında bir iş yapmaz, ama her işi yaptıran odur.
Kadınların kendilerinde ve çevrelerinde ilgilenecekleri felsefeden daha önemli şeyler vardır.
Erkekler tabiata, kadınlar da erkeklere hükmetmeye çalışırlar.
1 Ocak 2012
BİRAZ FELSEFE HERKESE İYİ GELİR
Bizim zamanımızda üniversitede felsefe okumaya heves edenlerle bu hevesin sebebini merak edenler arasında şöyle bir diyalog geçerdi:
– Felsefe insana ne kazandırır?
+ Ağzın laf yapar abi!
Bunun dışında da pek bir şey kazandırmaz zaten. Modern üniversitenin en sapa koridoruna tıkılmış olan felsefe, insana bir meslek bile kazandırmaz. Felsefe okuyan her şey olabilir, ama filozof olamaz. Lise öğretmeni olmak için felsefe okumak da biraz lüzumsuz bir uğraştır.
Halbuki bir Hikemiyat talebesi için felsefe, tıpkı bir doktorun hastalığı tanıması gibi zaruri bir uğraştır. Doktor nasıl ki hastalığı tanır, onu iyice anlarsa onun için gerekli ilacı geliştirebilir ve önerebilir. Aynı şekilde Hikemiyat talebesi için de felsefe “antitez” ve “zaruri” hükmündedir.
Felsefenin meseleleri bilinmeden Hikemiyatın davası anlaşılamaz.
7 Mart 2012
MUTLU MESUT FELSEFE OKURKEN GELEN GELECEK KAYGISI
Üniversitelerde felsefe öğrencileri, diğer bölümlerin öğrencilerinin hemen hepsinden daha havalı, daha özgüven doludur. Onlar her şeyi herkesten daha iyi bilirler veya öyle zannederler. Yalnız arada bir gelecek kaygısı, diğer bütün üniversite öğrencilerini olduğu gibi onları da ağır şekilde taciz eder:
– Biz ne olacağız?
Örnekelere bakarlar. Anadolu’nun şirin bir köyünde, mis gibi bir hava, buz gibi bir pınar, cennet gibi bir tabiat ortasında bir sınıf öğretmeni olmak üzere olduklarını görürler. Nice Kant müritleri, nice Sokrates şakirtleri, “oğlum konuşma, kızım yaramazlık yapma” çığlıkları atarak heba olup gideceklerdir.
Felsefe artık felsefe değildir. Felsefe işlevini kaybetmiştir. Felsefe dağılmıştır. Bütün ilimler ve ilmin kendisi felsefeye isyan etmiş, ondan kopmuş ve kendi yollarına gitmişlerdir. Felsefenin, her birinin arkasından bakıp onlara bir küfür savurmaktan başka ne söyleyebileceği bir söz, ne önünü alabileceği bir yol kalmıştır.
Felsefenin çözülüşü, Osmanlı’nın çözülüşü gibidir. Yavaş yavaş bütün unsurlar kaynar, bütün unsurlar artık felsefeye ait olmadıklarını düşünmeye başlar ve dışarıdan –zaten felsefeden hoşlanmayanlardan- da aldıkları yardımlarla ilk fırsatta isyan bayrağını çekerler.
Felsefe eskiden ilimler arası bütünlüğü sağlıyordu, şimdi artık kendi içinde bile bir bütünlüğü sağlayamıyor. Felsefenin akıbetinin bu olması, bir yerde kaçınılmazdır; zira bütünlük (bütün fikir), zihni çaba ile kurulamaz ve kurulamayacağı için de ilerledikçe parçalanmaya yol açar.
Böyle olmakla ruhun bütünlük ihtiyacı ortadan kalkmaz. Fakat ona yeni bir iman mihrakı, yeni bir yol bulmak gerekir. O da HİKEMİYAT’tır. Hikemiyat, felsefenin olmaya heves ettiği ama olamadığı her şeydir. Artık felsefe geri gelmeyecek, ama onun tahtında Hikemiyat, bütün ilimleri çatısı altında toplayacak ve yönlendirecektir.
O halde bundan böyle felsefe öğrencilerinin, modern üniversitenin en sapa koridoruna tıkılmış olduklarını farkederek “biz ne olacağız?” kaygısı duymalarına gerek kalmayacaktır. Onlar, çağı geçmiş ve günümüzde hiçbir işe yaramayan eski filozofların sözleriyle vakit öldürmek yerine, geleceğin fikir disiplininin, Hikemiyatın alfabesini öğrenmiş olacaklardır.
23 Ağustos 2012
Selim GÜRSELGİL – ADIMLAR Dergisi