CEZAEVLERİNDE İŞKENCE UYGULAMALARI

CEZAEVLERİNDE İŞKENCE UYGULAMALARI

28 Şubat döneminin hukuksuz yargılamalarından dolayı onyıllardır suçsuz yere cezaevinde tutulan Müslümanların haklarının iadesi bir tarafa, yeni uygulamalarla cezaevlerinde zulüm altında tutulmaya devam ediyorlar…

15 Temmuz hadiseleri sonrası Fethulahçılara yapılan operasyonla tutuklananların sayısı 45 bini aştı. Öyle ki bu süreçte 15 Temmuz öncesi zaten 190 bini aşan cezaevleri nüfusu karşısında “yenilere yer açmak” için Hükümet tarafından yapılan bir infaz düzenlemesiyle adî suçlardan tutuklu/hükümlü 40 bin kişi salıverildi. Tabiî doluluk oranı yüzde 200’leri bulan bu yoğunluk karşısında yeni cezaevleri inşâsına da hız verildi.

Aralarında Fetullahçı cezaevi müdürleri ve gardiyanların da bulunduğu bu tutuklamalar sonrasında AKP Hükümeti tarafından cezaevi koşulları hiç olmadığı kadar sıkılaştırılarak, Adalet Bakanlığı ve Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü’nün gerçekleştirdiği yeni uygulamalar, bütün siyasî mahkûmlara uygulanan bir zulme dönüştü. Öyle ki, yeni gelen Müdür, İdarî personel ve gardiyanlar, Fetullahçı olmadıklarını ispat edebilmek için tutuklu ve hükümlülere karşı ayrıca saldırganlık göstermekteler.

Haklarında Fetullahçı polislerin işkence ile fezleke hazırladığı, aynı şekilde Fetullahçı hâkim ve savcıların haksız ve hukuksuz düzmece dosyalarla ağır kararlar verdiği gönüldaşlarımız başta olmak üzere İslâmcı, sol veya ulusalcı bütün siyasî tutsaklar bu zulme muhatap olmakta. Fetullahçılar ile Erdoğan-AKP hükümeti arasında yaşanan mücadele, onyıllardır haksız ve hukuksuz bir şekilde cezaevlerinde tutulmaya devam edilen insanımıza karşı yasaklar ve kısıtlamalar şeklinde yansımakta.

 

İslâmcı Mücâdele’nin Gerçek Sahiplerine Düşmanlık

Şimdiki nesil bilmez… İktidar çevresinde nemalanan güya “İslâmcı” abileri ise bilip de söylemez:

Türkiye’deki İslâmcı Mücâdele’nin en büyük imtihanı cezaevlerinde gerçekleşmiştir. Bu çerçevede 1 Şubat 1991 yılında ağır işkencelerden geçerek tutuklanan İBDA Mimarı Sayın Salih Mirzabeyoğlu ve arkadaşlarıyla başlayan bu süreç, özellikle 1992 yılında İBDA-C Davalarından zindanlarda yatan gönüldaşlarımızın başlattıkları cezaevleri direnişleriyle esaslı bir temele oturtulmuştur.

O dönemde Müslümanlara Müslüman oldukları için cezaevlerinde sistemli bir şekilde işkence yapılıyor ve Müslüman-Akıncı tutsaklar, sol tutsakların faydalandıkları “siyasî haklar”dan faydalanamıyordu.

Müslümanların “adî mahkûm” muamelesi gördüğü bu yıllarda Şehidimiz Ünsal Zor, Kemal Şişman ve Tahir Başarıcı başta olmak üzere onlarca gönüldaşımız Batıcı Hükümete, düzen güçlerine, cezaevi idaresine karşı açlık grevleri başlatıyor ve zindan içinde zindan hayatı yaşatan işkence politikalarını Ölüm Orucu ile protesto ediyorlardı.

Toplamda 90’lar boyunca ortalama 1600 günlük (4 yılı aşkın) dönüşümlü açlık grevleri ve söz konusu gönüldaşlarımızın Metris cezaevinde ilk olarak başlattıkları ile birlikte 450 günlük süresiz açlık grevi-ölüm orucu günlerinin ve benzer şekilde haksızlıklar karşısında gerçekleşen onlarca isyanın üzerine binâ edilmiştir İslâmcı mücâdele…

Bugün hayatta kalan gönüldaşlarımızın üzerinde hâlen kalıcı etkileri bulunan bu ilk açlık grevlerinde, bugün AKP’ye tabanlık eden “İslâmcı camiâ” dergi ve gazetelerinde “İslâm’da açlık grevi yoktur”, “Müslüman kendi kendisini öldürmez”, “cezaevlerinde isyan etmek haramdır”, “Ulul-Emr’e itaat farzdır” fitneleriyle bu mücâdeleleri baltalamaya çalışır şekilde Mücahidlere kinlerini kusuyorlardı.

Ve nihayet 2000’lerin ilk günlerinde İBDA-C koğuşlarına gerçekleşen “Noel Baba” kodlu operasyonlarla 35 gönüldaşımız ağır yaralanıyor ve Hasan Meriç tam da bir Ramazan gününde (7 Ocak 2000) Bandırma Cezaevi’nde, Sancar Kartal da 25 Ocak 2000 tarihinde Metris Cezaevi’nde kurşunlanarak katlediliyordu.

 

F Tipi Cezaevleri’nde İşkence Uygulamaları Sürüyor

Evet… Yeni nesil bunları bilmez… Daha doğrusu kaçırılır dikkatlerden bu gerçek mücadeleler ve mücahidler… İktidar ve çevresinde nemalanan güya “İslâmcı” abiler tarafından.

Bugün;

İslâmcı mücâdele içerisinde zindanlarda bu işin çilesini çeken İBDA-C Davaları, Hizbullah Davaları, İslâmî Hareket Davaları, Sivas Davaları ve Hizbut-Tahrir Davalarından yüzlerce yiğit haksız-hukuksuz bir şekilde zindanlarda tutulmaya devam edilmekte…

Ethem Köylü’ler, İsmail Uysal’lar, Cihat Özbolat’lar, Cemil Şahin’ler, Yavuz Arslan’lar, İrfan Çağrıcı’lar, Tamer Aslan’lar, Muhammet Şakir’ler, Yahya Mirzaoğlu’lar, Necdet Yüksel’ler, Cafer Soykök’ler, Ahmet Turan Kılıç’lar, Ferhan Özmen’ler, Osman Erdemir’ler, Can Özbilen’ler, Emin Tenşi’ler, Eyüp Bozkurt’lar, Soner Uçan’lar, Bülent Pamuk’lar ve sair yüzlerce masum Müslüman siyasî mahkumun hukuksuz-yasadışı olarak cezaevinde tutulmaya devam edilmeleri yetmiyormuş gibi, şimdi de 15 Temmuz bahanesiyle cezaevlerini “zindan içinde zindan” hâline getiren uygulamalar tatbik edilmekte.

Peki, hemen tamamının haklarındaki kararların altında Fetullahçı polis-hâkim-savcıların imzalarının bulunduğu 28 Şubat dönemi mahkûmlarına fatura edilen bu didişmede 28 Şubat hukuksuzluklarına maruz bırakılmış Müslümanların suçu ne? Üstelik bu yiğitler arasından İBDA-C Davası’ndan 9 yıl yattıktan sonra tahliye olup da 15 Temmuz 2016’da şehîd olan Halil Kantarcı gibilerinin olunduğu da bilinmesine rağmen…

Son aylarda tamamı cezaevi idareleri tarafından keyfî gerekçelerle tatbik edilen bu uygulamalardan bazıları şöyle:

– Ayda bir olan “açık görüş” hakkı artık 2 ayda bir şeklinde uygulanmakta.

– F Tipi cezaevlerinin tam bir hücre cezaevi olduğu gerçeği karşısında bakanlık ve CTE Müdürlüğü’nün öve öve bitiremediği “Sosyal faaliyetler” ve “sosyal alanlar”a çıkışlar yasaklanmış durumda.

– “Sosyal faaliyetler” ve “sosyal alanlar”a konulan çıkış yasaklarıyla tam mânâsıyla tecrit altına alınmış masum mahkûmların hücrelerinde resim veya benzeri hobi çalışması yapabilecekleri bütün malzemeler yasaklanmış ve hücrelerde bulunan malzemelere el konulmuş durumda.

– 2005 yılında yürürlüğe giren kararnameyle sınırlamalar kaldırılmış olmasına rağmen kimi cezaevinde 3, kimi cezaevinde 5 kitaptan fazlası (bu sayıya Kur’ân-ı Kerîm de dahil edilerek) yasaklanmış durumda.

– Bu hukuksuz uygulamalar karşısında en ufak bir itirazda bulunanlara karşı 6 aydan az olmamak üzere “telefon yasağı”, “mektup yasağı”, “ziyaret (görüş) yasağı” ve benzeri yasaklar uygulanarak temel haklarından mahrum edilmekteler.

Önceden uygulamaları ve mahkûm yakınlarının ikametine olan uzaklıkları sebebiyle bazı cezaevlerine “sürgün cezaevi” denirdi. Fakat görünen o ki, 15 Temmuz sonrası dengesi iyice bozulan Hükümetin uygulamaları sebebiyle artık her cezaevi birer “sürgün yeri” hâlini almış durumda.

Cezaevlerinde bulunan Müslümanların hayatlarını ortaya koyarak elde ettikleri en tabiî hakları dahi bugün tekrar 90’larda olduğu gibi gasbedilmekte. Ve mevcut İktidar ise, verilen bu mücâdelelerin üzerine kurulduğu, gasbettiği İktidarına güvenerek zindanlarda kıstırdığı yiğitlerimizden tekrar bedel ödemesini beklemektedir. Üstelik 15 yıllık iktidarları boyunca neredeyse tamamına yakının, o cezaevinden bu cezaevine ziyaretlerine koşan ana-babaları evlâtlarına hasret bir şekilde can vermişken

Bugün “İslâmcı mücâdele” denilen dinamiğin sermayesini sömüren İktidar ideolojisine ve kimliğine bakılmaksızın Sol, Ulusalcı, İslâmcı bütün siyasî tutsaklara karşı başlattığı hukuksuz ve yasadışı uygulamalarından vazgeçip, en azından mevcut hukuku uygulamalıdır.

Fetullahçılarla birlikte gerçekleştirdikleri, hattâ “siyasî karar mekanizması” olarak asıl sorumlu oldukları Ergenekon, Balyoz ve sair kumpaslardan kendilerini “ak”layabilmek için yasa çıkartıp hukuksuzlukları gideren Erdoğan-AKP Hükümeti, 15 yıllık iktidarı boyunca benzer şekilde bir hak iadesini 28 Şubat Dönemi’nin hukuksuzluklarına maruz kalan Müslümanlar için niçin uygulamadığı sorusuna, yarınki devam yazımızda cevap arayacağız.

Gerçi hakları hâlen gasbedilen yiğitleri, örtülmeye çalışılan hakikati görmek isteyene bu yazı da yeterli olmalı.

Aydın KALKAN
İlk yayın tarihi: 8 Şubat 2017

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: