UNUTTURULAN İKİ KAHRAMAN: DELİ HALİD PAŞA – KADİRBEYOĞLU ZEKİ BEY
İnsanlar bazı kelimeleri, kavramları, isimleri ne zaman öğrendiğini bilmez. Anne-baba, ekmek vs. Halit Paşa ismi de benim için bu sınıfa girer. Çocukluğumun geçtiği Erzincan’da Halit Paşa Mahallesinde akrabalarımız oturduğu için sıkça telaffuz edilen isimler arasındaydı.
Ortaokul yıllarına kadar kim olduğuna dair bir bilgim olmadı. Erzincan’ın kurtuluş tarihi olan 13 Şubat törenlerinde şehrin kurtuluşunda görev almış bir komutan olduğunu öğrenmiştim. Hepsi bu… Daha sonraları Kâzım Karabekir Paşa‘nın Erzincan ve Erzurum‘un kurtuluşunu anlatan hatıratında Dersim Milisleri komutanı olduğu bilgisine rastladım. Yine Karabekir Paşa’nın İstiklal Harbimiz isimli kitabında Halid Paşa’nın askerî hiyerarşiye uymadan direk Mustafa Kemal Paşa ile irtibata geçmesinden şikâyetçi olduğu kısımla beraber aklımdan çıkmayan bir isim haline geldi.
Yıllar sonra Gümüşhane Mebusu Zeki Kadirbeyoğlu‘nun hâtıratında (tafsilatını aşağıda verilecek) mecliste kendisine pusu kurduğu bilgisine ulaşınca kanaatim belirginleşmeye başladı : “Kurtlar Vadisi dizisindeki Memati karakterine benzeyen adi tetikçi…”
Bugün, kısmen haklı olduğumu düşündüğüm kanaatimden vazgeçmeme sebep olan kitap İbrahim Özkan imzasıyla çıkan Deli Halid Paşa isimli eserdir. Kitap, Deli Halid Paşa‘nın hayatının her ayrıntısını yüzlerce eserden faydalanarak yazılmış. Yazarın emeğine sağlık…
Cesaret, kahramanlık, gözü peklik, fedakârlık, vatanseverlik kavramlarının adeta ete kemiğe bürünmüş hali olduğuna dair yüzlerce hadiseyi öğrendikçe bahsettiğim “tetikçi” intibaının hükmü kalmadı. 42 senelik ömrünün 22 senesinde, Yemen, Trablusgarp, Balkan Savaşı,1.Dünya Savaşı ve İstiklâl Harbine katılmış defalarca yaralanmış birisiydi “tetikçi” diye yaftaladığımız kişi… Velev ki öyle olsun. Aslolan, yiğidi öldürürken hakkını vermek değil miydi?
Gerçi Mareşal Fevzi Çakmak Paşa, “Bayburt başarılı olmuş Plevnedir” diyerek tarihe not düşmüş ama buna rağmen tarih kitaplarımızda pek mühimsenmeyen ve Doğu cephesindeki basit bir savunma savaşı gibi gösterilen Bayburt-Kop Dağı savunmasının ağır yaralı kahramanlarından birisidir Deli Halid Paşa ve Mareşal’in tespiti bu hak cümlesindendir. Erzincan ve Erzurum‘u eksi bilmem kaç derece soğuk altında iki metre kar içinde Ermeni mezaliminde kurtarması…. Düşmanın üzerine gözünü kırpmadan Fetih suresi okuyarak saldırması… Kendisine erattan ayrı ikramda bulunmak isteyenleri azarlayarak askeriyle nasıl hemhal olduğunu göstermesi… “Bir mıh bir nalı kurtarır, bir nal bir atı, bir at bir komutanı, bir komutan bir orduyu, bir ordu bir ülkeyi kurtarır” hikmetinin ispatı sadedinde, Sakarya savaşında Çal Dağı taarruzuyla yarılan cepheyi kapatıp, savaşın seyrini değiştirmesi… Benzeri yüzlerce kahramanlık destanının teferruatını mezkûr eserde bulabilirsiniz.
1923 yılında Mustafa Kemal Paşa‘nın isteğiyle gönülsüz siyasete atılmış. Gönülsüz demişken; Halid Paşa deli lakabını hem aşırı cesaretinden hem de asabî kişiliğinden dolayı almıştır. Bu yüzden Mustafa Kemal’e asabî bir yapısının olduğunu, birisi itiraz ettiği zaman çekip vuracağından dolayı vekilliği kabul etmek istememiş. Yaklaşık bir buçuk yıllık vekilliğinde iki kez izin kullanmamış haliyle zaten gergin olan sinirleri iyice gerilmiş. İstirahat ve tedavi tekliflerini Malûl gazilerle alakalı kanun teklifinden sonrasına ertelemiş.
Halid Paşa ile ilgili bahsi şimdilik noktalayıp başlıkta adı geçen Gümüşhane mebusu Zeki Kadirbeyoğlundan bahsedelim. Kitapta Halid Paşa’nın hayatına dair her ayrıntıdan bahsedilmişken Zeki Kadirbeyoğlu‘nun hatıratında bahsi geçen meclisteki pusu hadisesinden hangi sebepten dolayı bahsedilmemiştir? Halid Paşa’nın kahramanlığına, mertliğine gölge düşürür kaygısıyla mı hayatının bu bölümü sansürlenmiş?
ZEKİ KADİRBEYOĞLU
Zeki Kadirbeyoğlu, 1884 yılında Gümüşhane’de doğmuş, 8 Temmuz 1952 yılında İstanbul’da vefat etmiş. Mekteb-i Sultani mezunudur. Çiftçilik, tüccarlık, Trabzon Kongresi Başkanlığı, Erzurum Kongresi üyeliği, Osmanlı Meclis-i Mebusan IV.Dönem Gümüşhane Mebusluğu, TBMM II. Dönem Gümüşhane Milletvekilliği yapmıştır.
Hilafetin İlgasına ve Hanedan-ı Osmaninin Türkiye Cumhuriyeti Memaliki Haricine Çıkarılması Hakkındaki (431 Sayılı) Kanun’a red oyu veren tek mebus oldu.
Zeki Kadirbeyoğlu hakkında ansiklopedik malumat yukarıdaki satırlardan ibarettir. O da Halid Paşa gibi unutturulmaya çalışılan kahramanlardan birisidir. Millî Mücâdelenin önemli devrelerinden birisi olan Erzurum Kongresi‘nin tertip komitesinden, vatansever medeni cesaret sahibi, izzet-i nefsine son derece düşkün münevver bir kişilik.
Zeki Kadirbeyoğlu 2.Meclise MUSTAFA KEMAL’e rağmen girmiş tek bağımsız mebustur. Seçilmesi hayli ilginçtir:
“”Ozaman intihabat [seçimler] vilayetlerde ayrı ayrı yapılıyor ve kaza merkezlerinde bile birer ikişer gün fasıla ile müntehib-i sâniler [ikinci seçmenler] rey veriyorlardı. Bugünkü gibi bütün memlekette bir anda ve bir günde meb’us seçimi yapılmıyordu.
İlk intihab Kelkit kazasına emir verildi.
Süvari seyyar jandarma taburu, kaza merkezini ihata ederek tabur kumandanı bir müfreze ile ayrıca belediye dairesini çevirip kendisi de içeri girdi. Aynı zamanda jandarma kumandanı, kaymakam vekili de tedbir alarak belediye dairesine dahil oldu. Müntehib-i sâniler de tamam olduğundan belediye reisi Hacı Alâeddin bey merhum ayağa kalkarak: “Büyük müsafirlerimiz, biz şimdi mebus intihabına başlayacağımızdan, sizlerin belediye dairesinden lütfen çıkmanızı rica ederiz. Arzu buyrulur ise, yanımızdaki ufak odada oturunuz” demesi üzerine, Süvari Binbaşısı ve Kaymakam Vekili olan jandarma kumandanı: “Biz, buraya intihabı yaptırmak için geldik. İntihap bizim yanımızda yapılacak ve her müntehib-i sâninin yazdığı veyahut yazdıracağı pusulaları göreceğiz. Hükûmetin istedikleri adamlardan başka hiç kimseye rey verilemez” dediler.
Bu açık ve sarih tehdit karşısında belediye reisi Hacı Alâeddin Bey merhum: “Efendiler, bizim elimizdeki intihap kanununda sizlerin bulunacağına dair hiçbir kayıt yoktur halk da kendi vekilini kendisi seçeceğine ve buna karışanların ağır cezalara çarptırılacağına dair maddeler de vardır. Hükûmet istediğini yapacaksa, daha bu ahaliyi aylardan beri köylerinden niçin tedirgin edip, bu mahsul zamanı yerlerinden oynattınız? Kaza idare meclisi kararı ile yapılır, biterdi. Biz de bu eziyetlere katlanmazdık. Ben sizi, burada bırakamam. elimdeki kanun da bunu emrediyor.”
Binbaşı ve jandarma kumandanı:” Biz emir aldık. müntehib-i sâniler hükûmetin gösterdiği zevata reylerini verecek. Vermedikleri takdirde biz verdirteceğiz. Başka münakaşa istemez.” diyerek kesip atarlar. Bunun üzerine Hacı Alâeddin Bey: “Madem ki böyle bir emir aldınız, böyle arzu ediyorsunuz, bizler de kazâ namına mebus intihabına iştirak etmiyoruz ve çıkıyoruz. Sizler de istediğiniz gibi oturabilirsiniz” deyip, bütün müntehib-i sânilerle beraber belediye dairesini terk ederek, kasaba içerisine dağılırlar. Neticenin bu hâli kesbedeceğini hiç de ümid etmeyen kumandan ve kaymakam vekili hayretler içerisinde şaşırırlar; binbaşı doğruca telgrafhaneye koşup, evvelce aldıkları talimat dairesinde Mustafa Kemal Paşa’yı aramaya mecbur kalırlar.
Bir buçuk saat zarfında irtibat temin edilerek, Kelkit Belediye Reisinin ve müntehib-i sânilerin aldığı vaziyet Mustafa Kemal Paşa’ya bildirilir.(Bu muhabere Kelkit Telgraf ve Posta Memuru Gümüşhaneli Müftüzâde, elyevm mütekait ve berhayat bulunan İsmâil Efendiden alınmıştır.)
Mustafa Kemal Paşa, belediye reisini telgraf başına çağırmalarını emreder. Reis Hacı Alâeddin Bey’i hanesinden çağırırlar. Milyonlarca insana numune olacak şekilde medeni cesaretini gösteren bu hamiyetli koca Türk telgraf odasına girerken, Mustafa Kemal Paşa karşısındaymış gibi fesini düzeltmiş ve ceketinin önünü iliklemekle velev gıyabında bile olsa büyüğüne karşı tâzimini göstermiştir.
Muhabere memuru Mustafa Kemal Paşa’ya, belediye reisi’nin hazır bulunduğunu ve aldığı vaziyeti haber vermesi üzerine;
Mustafa kemal paşa: “Reise selâmlarımı söyleyiniz” demiş, reis de bilmukabele Paşa’nın ellerinden öptüğünü bildirmişti.
Mustafa Kemal Paşa: “Hacı Bey! benim size gönderdiğim mebuslara rey verecek olursanız, hem sizin hem de memleketiniz hakkında çok iyi olur. Ve siz de, memnun olursunuz. Zeki Bey’i biz boş bırakmayacağız. En yakın zamanda onu en büyük memuriyetlere koyacağız. Kelkit ahâlisine de selamlarımı söyleyiniz. Tekrar ediyorum, Zeki bey hakkında hiç merak etmeyiniz.”
Hacı Alâeddin bey: “Paşam ellerinden öperim. Bu benim elimde değildir. Halk and içmiştir. Zeki bey umumî harpte bizim ölümüze tabut, dirimize beşik olmuştur. Bizi her türlü felâketten kurtarmış, harpten sonra da açlıktan ölüm tehlikesine gelen ahalinin imdadına yetişerek bize hem yiyecek ve hem de tohumluk temin etmiştir. Eğer bizi istemiyorsan, birer kağnı bir de massamız vardır. Yer gösterin gidelim. Biz vekil olarak Zeki bey’i istiyoruz.”
Mustafa Kemal Paşa: “Massa nedir?” diye sual etmesi üzerine, memur ismail efendi, arabaya koşulan hayvanatı sürmek için, iki metre uzunluğunda bir değneğin ucuna sokulan bir çivinin massa tabir edildiğini izah eder. Mustafa Kemal Paşa: “binbaşı ve jandarma kumandanı orada mıdır?” sualine karşı da, muhabere memuru “Evet, buradadırlar Paşam” cevabını verir.
Mustafa Kemal Paşa, onlara hitaben: “Çekiliniz! Ve intihabı serbest bırakınız. bu nisbette azimkâr olan bir halka fazla tazyik yapılamaz” derler.
Bunun üzerine ikindiye yakın müntehib-i sâniler Belediye dâiresinde tekrar içtima ederek iki rey muhalife karşılık bütün reyleri bana verdiler; diğerleri, birçok kimseler dağıtıldı.
Bu hâli haber alan Seyran( Şiran) jandarma kumandanı ve aynı zamanda Kaymakam Vekili, Belediye Reisi’ne yalvararak, aman beni tehlikeli bir mevkie düşürmeyiniz. Reyleri şimdiden taksim edelim. Tam ve mutlak biri Zeki Bey’e diğer reyleri de Celal Bey’e, Hasan Fehmi Bey’e, Rıza Bey’e, Asım Bey’e bu dördüne taksim edelim. Reis Giriftinzâde Mehmed Bey’i ancak bu şekilde ikna edebilirler. ve Seyran’da reyler açık açık yazılarak Reis Mehmed Bey’in kontrolünden geçtikten sonra intihab bu şekilde yapılır.
Dorul kazasına gelince, iki kazanın müntehib-i sânilerine müsavi olan bu daire-i intihabiyyede Gümüşhane Jandarma Kumandanı ve aynı zamanda vali vekili olan Osman Bey, aşağıdaki telgrafı Dorul jandarma Kumandanı ve Kaymakam Vekili olana çeker:
Dorul Kaymakam Vekâletine
İntihab hakkında Gazi Mustafa Kemal Paşa hazretlerinden alınan telgrafname kazanıza da ta’mimen bildirilmişti. Telgrafnâme münderecatı dikkat nazarınıza alarak, her neye mal olursa olsun hükûmet namzetlerinin kazandırılması elzemdir.
Vali Vekili ve Jandarma Kumandanı
Osman
Güzergâhta bulunan bu kasaba en çok nüfus kesâfetine malik olup, vürud eden müntehib-i sâniler belediye dairesinde içtima ederler. Toplantıya jandarma kumandanı müsellah kuvvetlerle girerek yukarıda yazılı telgrafı aynen reis ve müntehib-i sânilere tebliğ ettikten sonra muhalif bir rey verenin canlı olarak buradan çıkamayacağını da söyler.
Gördün mü Hâkimiyet-i Milliyeyi!” (1)
Hep düşünmüşümdür İkinci Meclis seçimlerinde başka vilayetlerde de Kelkitliler gibi “azimkâr” tavırlar gösterilsey di nasıl olurdu? 1920 şartlarında jandarma komutanının yaptığı tehditle 2015 yılında “Ya 400 ya kaos” manşetinin pek bir farkı olmasa gerek.
Yeri gelmişken bundan bir kaç yıl önce Kelkitli Aydın Doğan ve Tayyip Erdoğan arasında Kelkitli -Kasımpaşalı polemiği yaşanmıştı zavallı Aydın Doğan’ın “Bize Kelkitli derler biz Mustafa Kemal’e rağmen Zeki Kadirbeyoğlu’nu seçmiş insanlarız” demesini beklerdik ne yazık ki diyemedi. Onu geçtik, Zeki Bey merhumun yakınları, Gümüşhane’de açılan öğrenci yurduna Zeki Kadirbeyoğlu’nun adının verilmesine karşı duydukları memnuniyetsizliği izhar ettiler.
Zeki Kadirbeyolu’na pusu kurulmasına sebep olan hadiseler hatıratından:
“3 Mart 1924 Pazartesi, Şer’iyye Vekâleti’nin ilgası, Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Vekili’nin vekâletten ayrılması, Hilâfet’in ilgası ile Hânedân-ı Saltanat’ın hârice teb’îdi (yurtdışına sürülmesi).
Bunların hiçbirisi bir encümene havâle edilmeden, doğrudan doğruya Hey’et-i Umûmiye’ye sevk ile müzâkeresine başlandı.
Her iki vekâletin iki dakikada ilgâsından evvelce Hilâfet ve Saltanat’ı yani umûr-i idâre-i devletin Hilâfet’ten ayrılmış olması münâsebetiyle sırf mânevî bir şekilde kalmış olan Hâlife ve hânedanın millî hududlar hâricine teb’îdi müzâkeresine geçildi.
Mustafa Kemal Paşa da, meb’uslar arasında oturmakta idi.
Bu mesele hakkında söz alan iki meb’us çıktı. Biri ben, diğeri Kastamonu Meb’usu Erkân-ı Harp Miralayı Albay Hâlid Bey idi. (Istiklâl Harbi’nde cepheyi yarıp Başkumandanı’nı esir eden ve zaferi ordumuza temin eden Dadaylı kahramandır.)
Ben şahsen, altıyüz seneyi mütecâviz bir hânedanın perişan bir hâlde millî hududlar hâricine atılıp kovulması ve sürülmesini Türk Milleti’nin ulûvvü cenablığıyla kabil-i kıyas görmedim ve bulamadım. Bâhusus (özellikle) bu hânedan, Avrupa âile-i kraliyeleri gibi milletlerin kurdukları, başkalarının eyâdi-i gasbından kurtardıkları vatanlarını, kendi ırklarından olmadığı halde büyük gördükleri Kral âilelerinden kendilerine bir kral isteyerek başlarına geçirmiş değillerdi.
Osmanlı Hânedânı, bunlarla hiçbir vakit kabil-i kıyas olmayıp, doğrudan doğruya kendi aşîretinin reisi bulunan Birinci Pâdişah Osman Bey, Selçuklular’ın bir beyliğini kabûl ederek Domaniç’e yerleşmiş ve Selçuk Hükümeti’nin inkırâzı vukûunda o da diğer beyler gibi istiklâlini ilân etmiştir ve bunun neticesi olan muazzam Osmanlı Imparatorluğu’nun ana temellerini atmaya muvaffak olmuştur. (…)
Benim nokta-i nazarım (görüşüm), Makarr-ı Hükümet (Hükümet merkezi) yapılan Ankara’nın gözü önünde bir mahallede kendilerine Feriye Sarayları gibi yapılacak iki üç cesim (büyük) apartman içerisinde yerleştirerek Hükümet-i Cumhûriyeti’nin nezâreti altında ikametlerine müsaade olunması zükûr-ünas (erkek) evlâdlarının da bizim evlâdlarımız gibi resmî mekteblerde tahsil ettirerek, işe yaramayan aksâmını devlet memuriyetlerinde tahsil ve derecelerine göre istihdâm edilmesi ve binnetice yarım asır zarfında halka karışıp memlekete daha müfid (faydalı) bir unsur olmuş olurlardı. Osmanlı Hânedanı teessüs ederken zamanında kendilerinden daha büyük ve kudretli hükümdarlar yok muydu? Karahanoğulları, Isfendiyaroğulları ve Dulkadiroğulları hânedanı, bunları o zamanın Osmanlı Padişahları hatta yurtlarını zabtettikleri halde, kapı dışarı sürüp süründürmediler. Evlâdlarını, kendilerini taltîf ederek istihdâm ettiler. Biz de bu ciheti güzelce tatbik edebilirdik. Ben bu nokta-i nazarı müdâfaaya kalkışıyorken, Gazi’nin (M. Kemal’in) sağa sola, vukû bulan işâretleriyle mâiyet-i seniyyelerinden ilk evvel Istanbul Meb’usu Ali Rıza Bey karşıma çıktı. Birinci Harb-i Umûmi’de meşhur levâzım reisi Ismail Hakkı Paşa’nın sağ eli olan bu yadigâra,
“- Siz Saray hafiyesi ve Saray’a mensubsunuz” demesini müteâkib,
“- Bana Saray hafiyyesi ve Saray mensubu diyen bu adam bunu isbât etmesi îcâb eder. Aksi takdirde en büyük nâmussuzdur. Zaten vazifesinde hırsızlıkla iştihâr etmiştir” diye ağzının payını verdikten sonra (Bu Ali Rıza Meclis’te kestor [Mali işlere bakan yüksek görevli] olarak bulunduğu müddetçe yaptığı suistimalinden dolayı çıkarılmıştır) Mustafa Kemal etrafına bakınarak, arkasında gördüğü Kozan Meb’usu Jandarma Zâbiti Ali Sâib’e işaret etmesi üzerine, elleriyle ne yapayım gibi bir işâret vererek:
“- Zeki Bey, Zeki Bey, Hânedan bu müdafaanı görseler seni damad yaparlardı” diyerek yavan bir hezeyanla salondan çıktı.
Cevâben:
“- Damâd-ı Şehriyârî olmak, elbette bir şereftir. Burada kalmış olsalar sizlerden kimseye sıra kalmazdı. Değil Damâd-ı Şehriyârî olmak, fırkanızın edib-i muhteremi Celâl Nûri Bey, Saray’a soğancıbaşlığına çoktan tâlib çıkmıştı.”
Onun peşine Gazi, Topçu Ihsan’a işâret etti. Teşehhüd miktarı Bahriye Vekilliği yapıp, kendisiyle beraber Vekâleti de yıkıp meşhur Havuz-Yavuz meselesiyle mahkemeye sevkedilen şahs-ı maruf da payını alarak yerine oturması Gazi’yi büsbütün çileden çıkardı. Yine etrâfa işâret vermeye başladığı sırada, artık tahammül edemeyerek doğrudan doğruya kendisine hitâb ettim:
“- Paşa, paşa, ben ne Hânedandanım ne de mensubtum. Ben bir hakikati ve kendi görüşümü müdâfaa ediyorken, siz boyuna işâret vererek karşıma adam çıkarmak istiyorsunuz. Ben senin gibi de, Bendegân-ı Hazret-i Şehriyârî’den değilim. Tard olunduğun (görevine son verildiği) halde, Erzurum Kongresi’nde Yâverân-ı Hazret-i Şehriyârî Kordonu’nu kemâl-i fahr-i mübâhatla sînene takarak geldin. Ve bugün de hâlâ altın imtiyaz madalyasını göğsünde taşıyorsun. Mektebden çıkıyorken sadâkat yeminini ben değil sen yaptın. Kızaracak yüz benim de yüzüm değildir” diyerek kürsüyü terkettim. Zira müzâkere çığırından çıkarılmıştı. (Beyînat aynen bu şekilde cereyân etmişti. Matteessüf zabıt değiştirilerek birçok kelimeler çıkarılmıştır.)
Mustafa Kemal hiç me’mul etmediği (ummadığı) bir hücuma mâruz kalınca baygınlık geçirdi. Yâverân, hemen odasına naklederek, beş dakika sonra da otomobili ile Çankaya’daki köşklerine naklettiler. Sonradan aldığım bir habere göre “öldürün” demiş.[1] (…)
Bir akşamüzeri Meclis’te gardroptan pardesümü giyerken, cebimde fazlaca bir kabarıklık gördüm. Elimi cebime attım, sert bir mukavva parçası, hariçten yokladım, başka bir şey yok. Çıkardım, üzerinde kurşun kalem ile acele yazılmış bir yazıyı gördüm.
“- Biz seni çok severiz. Otomobille çiğneyeceklerdir. Meclis karşısında bekleyen otomobile dikkat, kağıdı yak!..”
Kağıdı ezerek hânede yakmak üzere cebime koydum. Çıktım. Ankara Palas Oteli, az ilerisinde boş bir makina bekliyordu. Ben kenardan yavaş yavaş yürümeye başladığım sırada o da harekete geçti. Taş Han önünde Rüşdü Paşa ile Fâik Bey’i gördüm. Meseleyi anlattım. Beraberce yürümeye başladık. Camii geçtikten sonra, tam dört yol ağzında ben tedârikli bulunarak karşıya geçmek istediğim anda otomobil var kuvvetiyle üzerime yollandı. Kurtulamayacağımı anlayınca birden bire fırladım. O hızla geçti, ilerde durdu.”
Bu tartışmalardan sonra İsmet İnönü’nün kendisyle konuşmak için odasına çağırdığı bir hademe vasıtasıyla söyleniyor.
“Başvekâlet odasına girdiğim vakit ayakta ve odanın ortasında yalnız Halid Paşa’yı gördüm.
“-Paşa İsmet Paşa beni istemiştir, nerededir?” der demez,Halid Paşa:
“-Zeki Bey size yanlış haber vermişler, sizinle ben görüşmek istedim, içeri buyurunuz” dedi. Daha iki adım atar atmaz, kapı birden bire kapanarak arkasında saklı olan Rize meb’usu Rauf, İstanbul meb’usu Ali Rıza, Topçu İhsan meydana çıkarak, hemen kapıyı arkadan kilitlediler. Tabii bu hüsn-i niyete delâlet eden bir hâdise olmadığı için, her iki elim de ceplerime giderek biri Bramlon, diğeri Simentvesson olarak iki tabancayı çıkarıp köşede zâviye teşkil eden Başvekâlet masasının üzerinden geçmek sûretiyle arkamı duvara dayadım.Bu vaziyeti ümid etmeyen Halid Paşa:
“-Zeki ne yapıyorsun?” cevabına da
“-Kendimi müdâfaa ediyorum” dedim.” (2)
Halid Paşa Zeki Bey’in bu refleksine karşılık konuşmak istediklerini ve Mustafa Kemal Paşa’ya ve kendilerine hakaret ettiğini sözlerinin zabıttan çıkarması isteklerini red eder. Halid Paşa’ya İngilizlerin takibi zamanında kendisini evinde sakladığını misafir ettiğini bunun karşılığının bu mu olduğu mealinde teesürlerini bildirir. Zeki Bey’i aramaya çıkan arkadaşlarının kapıya birikmesiyle kapıyı açmak zorunda kalırlar.
Daha sonra İzmir Suikastı davasında tutuklanır suçsuz olduğu anlaşılır ve beraat eder. Mustafa Kemal Paşa’dan beraatiyle ilgili tebrik telgrafı alması hayli ilginçtir.
Buna rağmen sivil polis takibinden kurtulamaz. Ticaret yapmaya çalışır bilinmeyen(!) bir el bütün ticari faaliyetlerini sabote eder. Medeni cesareti sayesinde polis takibinden kurtulur. Evinin duvarına takip altında olduğuna dair büyük bir tabela yazar uzun münakaşalardan sonra emniyet müdürü,vali derken Mustafa Kemal’in haberi olur ve “Zeki ne casus ne komitecidir şarkın hârekatını hazırlayan vatanperverdir. Nedir bu , bu kadar tazyik ve rezalettir!” çıkışıyla takip ve tarassut bitirilmiş.
DELİ HALİD PAŞA VE ZEKİ KADİRBEYOĞLU
Gümüşhane’deki Kadirbeyoğlu konağı, Başvekil odasındaki pusudan sonra kader son kez iki kahramanı karşı karşıya getiriyor. 9 Şubat 1925 günü,malûl gaziler için Halid Paşa’nın kanun teklifi yüzünden çıkan tartışma üzerine Ali Çetinkaya (Kel Ali) Rize Mebusu Rauf (Zeki Bey’e pusu kurduğu kişi) ile kavga ederken Rauf Bey’in arkadan ateş etmesiyle ağır yaralanıyor.14 Şubat 1925 tarihinde vefat ediyor. Doğu Anadolu’da eşraftan birileri Deli Halid Paşa’ya ziyafet vermek istiyorlar “Askerimin yemediği yemeği yiyemen!” diyerek ev sahiplerini şiddetle azarlayan bir kişiliği tanıyanlar, malûl gaziler için nasıl bir çaba içinde olduğunu az çok tahmin eder. Ve bu gayretin laubali şekilde karşılık bulması Paşa’nın katliam yapması için gerekli sebeptir. Paşa’nın bu teklifine “para yoktur” diye mazeret ileri sürenlere ; “Şarktan gönderdiğim arabalar dolusu mücehverler altınlar nereye gitti?” diye hesap sormaya kalkması Deli Halid Paşa’nın kaleminin kırılmasına sebep olduğu dönemin havasına şahid olanlar tarafından ifâde edilmekte.
Zeki Bey hadiseyi duyar duymaz olay mahalline geliyor ve ilk müdahaleyi yapıyor. Halid Paşa’nın başını kollarınında tutarken Halid Paşa ne düşünmüştür? Meclisin soğuk odasında günlerce bekletilip ölüme terkedilmişken marazî sadakatini hesaba çekmiş midir? Mustafa Kemal’e atfedilen bir söz vardır “Eğer bir ihtilâl yapacak olsam yanıma alacağım ilk adam Yakup Cemildir, ihtilâlden sonra asacağım ilk adam Yakup Cemildir” Paşa’nın bile bile ölüme gönderilmesinde, davanın üstünün kapatılmasında bu anlayışın etkisi olmuş mudur?
Bu gibi soruların cevabını bilmiyoruz.
28 Şubat döneminde “Namlusunu halka çeviren tanka selam durmam!” diyen Muhsin Yazıcıoğlu’nun Halidî tavrının düşman cephesinde sebep olduğu panik erbabının malumu.İki kahramanın akibetleri ne kadar da birbirine benziyor. Ha meclis odasında ölüme terkedilen Halid Paşa, ha Keş dağında katledilen Muhsin Yazıcıoğlu.
Bu vesileyle bütün şehitlerimize rahmet.
E. Doğan Şeyhoğlu
Kaynak:
1.Yılların İzi, Mahir İz. s. 406-409
2.Kadirbeyoğlu Zeki Bey’in Hâtıraları, Ömer Faruk Lermioğlu s.197-202