FERT VE TOPLUM
”Korkuyoruz. Akıldan, fikirden, inançtan yürekten korkuyoruz. İstiyoruz ki; kimse düşünmesin, bilmesin, anlamasın. Hele gençler, ot gibi taş gibi, eşya gibi olsunlar; ne dersek inansın, nereye korsak dursunlar.” (Dündar Taşer)
Bu korkunun mânâsı nedir? Bugün yaşadığımız bunca badirenin sebebi bu korkuya gelip dayanmaktadır. Bu korku ile bir nesil; ya akıl, fikir ve hareketten soğuyor, düşünmeyi ve hareketi boş görüyor, ya da bu korku duvarlarını aş(tırıl)an köksüz ve ruhsuz yabancı iklimlerden esen rüzgârlarda savruluyor. Evet, bu memleketin asıl felâketi istikbâlini karartmak olacak. İstikbâlini karartmak; konuşmaktan, düşünmekten ve hareket etmekten soğumuş bir neslin, ya sunulanı yiyen koyun gibi olması ya da memleket bunca badireye girerken hiç bir şeye karışmayan, ”merhumu nasıl bilirdiniz?” sorusuna, ”etliye sütlüye karışmazdı, pek mübarek zattı” cevabı ile terk-i diyar edecek bir nesil ile olur ancak.
Yalnızca duyguları oburlaştırılmış bir gençlik ortaya çıkacak ve futbol maçı izler gibi hadiseler karşısında ya alkış tutacak ya da slogan atacak. Sonuçta akıl ve fikirden yoksun bir nesil duygularının karşılığını alamayıp, ortaya çıkacak hüsranın faturasını kendisine yüklenen duygulara kesecek ve tarihine, medeniyetine, inancına, onu var eden bütün değerlere isyan bayrağını kaldırıp, kendisinden başka hiç bir değer ve otorite tanımayacak. Ortada ne bir millet, ne bir toplum kalacak, ferdi mahveden bir ferdiyetçilikten başka bir şey bulunmayacak!
İstikbâlimizi ipotek altına alacak ferdiyetçilik felaketini doğuran zaman ve zemin büyük bir titizlikle hazırlanıyor. Toplumsal bütün bağlar çözülüyor, yerine yalnızca akıl ve düşünceden yoksun, duygusal bağlar ve maddî çıkar bağları ikame ediliyor. Fertler arasındaki ilişki, duygu ve maddî menfaat düzeyinde tutuluyor. Evet, duyguları ve maddî hedefleri örselenen fertler birbirine kin ve nefret kusuyor. Bölüşmekten bölünmeye evrilen cemiyet anlayışı, giderek iliklerimize kadar sirayet ediyor.
Düşünmekten, farklılıklardan, istişare etmekten, paylaşmaktan neden korkuyoruz? İnsanları neden bir kalıba koymak zorundayız? Ferdi, fert olarak neden kabul edemiyoruz? Cemiyetin, toplumun bir parçası olarak, ferdin kendisini ifâde etmesinden, cemiyet havuzuna su taşımasından hangi saikler ile çekiniyoruz? ”Sen kimi destekliyorsun?”, ”Seni çözemedim, necisin?”… Çözmek gibi bir sorumluluğumuz mu var? İnsanları, birbirini çözmesi gereken problem haline nasıl getirdik? Farklı şeyler okumak, düşünmek ya da konuşmak nasıl problem haline geldi ki birbirimizi çözmek zorunda hissediyoruz kendimizi!..
”İstiyoruz ki, kimse düşünmesin, bilmesin, anlamasın…”
Zaten düşünmekten, bilgiden ve anlayıştan kaçtığımız için kaç asırdır bir girdabın etrafında dönüyor duruyoruz. Birbirimizi anlamıyoruz, anlamaya da hiç gayret etmiyoruz. Artık girdabın içine yuvarlanmak ile karşı karşıyayız. Cemiyet şuuru, toplum ve millet olduğumuzun farkındalığı ile ancak aşabileceğimiz bu felâket karşısında giderek bütünü oluşturan taneleri, tesbih ipine dizilmiş taşların tek tek kırıldığı gibi kırıyor ve eksiliyoruz, parçalanıyoruz. Ortada ne bir cemiyet, ne bir millet kalıyor. Giderek yığınlaşan bir kalabalık halini alıyoruz. İşte düşmanlarımızın istediği de tam olarak budur. Akıl, fikir ve hareketten yoksun, cemiyeti ikame edecek ferdin yerine cemiyetten kopuk ferdiyetçiliğin kol gezdiği yığını sömürmek daha kolay. Böyle bir yığında bütün korunma ve savunma hatları yarılmış, surları ve kaleleri tarumar edilmiş, saldırılara tamamen açık hâle gelmiş ferdin tek gayesi kendisi olacaktır.
Cemiyeti ihya etmek, önce ferdi ihya etmek ile mümkündür. Ferdin düşünce dünyasının güçlenmesinin önünü açmak ile mümkündür. Ferdin bilgilenmesini, düşünmesini, konuşmasını ve hareket etmesini sağlamak ile mümkündür. Ferdi, cemiyetin bir parçası ve eksikliğinde cemiyetin olamayacağı bir parçası olarak gördüğümüzde, ferd ve cemiyet arasında kopan bağları yeniden oluşturmakla mümkündür. Yani Üstad’ın dediği gibi, ”Ferd ve toplum arası” güreşin kalkması ile mümkündür.
Bir başka ifade ile, nasıl bir istikbal düşlüyoruz? ”Burada bütün mesele, yani konunun odak noktası, toplumu düşünenler mi yoksa pul koleksiyoncuları mı tanzim edecek?” Cemiyeti oluşturan fertleri düşünmekten alıkoymak, gençlerin bir ot ya da eşya gibi olmasını istemek, istikbâli pul koleksiyoncularının eline terk etmek olacaktır. Bütün duyguları örselenmiş, değerleri yok edilmiş, cemiyetten kopmuş, kendisinden başka hiç bir şeye inanmayan ferdiyetçilik batağında pul koleksiyoncularının tanzim edeceği bir istikbâl düşleyenler bugün bu korkuları ile bir milleti yok ediyor…
Suat KÜRŞAT