AKINCI DEDE VE GENÇ ADAM: GERİLİM (İÇ OLUŞ/HESAPLAŞMA)
Akıncı Dede konuşmasına devam ederken Genç Adam bardakların boşaldığını fark eder ve çayları tazeler.
AKINCI DEDE – “Bir adamın ölçütü, güçle ne yaptığıdır.” der Platon. Müthiş bir söz! Güç nedir? İlimdir, paradır, kılıçtır, iktidardır ve saire. İnsanın kötü olması güce, yani ilme, paraya, kılıca ve iktidara sahip olmasına engel değil. Bütün mesele ilmi, parayı, kılıcı ve iktidarı nasıl ve niçin kullandığıdır. Aslında güç dediğin, iyiden kötüye ve kötüden iyiye gelmenin en dehşetli vesilesidir. Nasip sırrı! (Yine merdivenlerden gelen seslere kulak kesilir.) Bu Mustafa’nın sesi değil mi?
Kapı açılır ve içeriye Mustafa ile birlikte Murat ve Yusuf girerler. Selamlaşma ve tanışma faslından sonra Mustafa, Genç Adam’ın oturduğu ikili koltuğa, diğerleri Hamza’nın oturduğu üçlü koltuğa yerleşirler. Mustafa, kırk beş yaşlarında, çevik yapılı, kumral, serbest dövüş ringlerinde başarılı kavgalar çıkardıktan sonra yirmi sekiz yaşlarındaki Murat’a ve yirmi iki yaşlarındaki Yusuf gibi birçok gence hocalık yapan ve uzun zamandan beridir Akıncı Dede ile tanışan biri.
AKINCI DEDE – Tekrar hoş geldiniz gençler. Mustafa her zamanki gibi inceliğini konuşturmuşsun ve bardaklarınızı da yukarıya getirmişsin. Siz çaylarınızı doldurun, biz kaldığımız yerden devam ediyoruz. Nasip dedik en son. Bu nasip veya nasipsizlik etrafında derinleşmek gerek. Kiminin gücü vardır, ancak nasip olmayacaksa bütün iyi niyetiyle ne yaparsa yapsın işe yaramaz. İşte bu nasipsizlikle, kibrinin ve nefsinin oyuncağı olan bir kimsenin düştüğü nasipsizliği karıştırmamak lâzım. (Yusuf’a gözünü dikerek) Anlıyorsunuz değil mi? (Yusuf’un gözlerini kıstığını görür, gülümseyerek iki elini yumruk haline getirir ve yüzüne yaklaştırır.) Bak mesela, diyelim ki ringdesin ve bir boşluk anında hiç beklemediğin bir yumruk yiyerek yere serildin. (Ellerini indirir.) Yani o yumruk senin nasibin oldu. Artık derin derin nefes alıp, afallamayı üzerinden çabuk atmanın ve tekrar ayağa kalkıp rakibini pataklamanın çaresine bakmalısın. Yani nasibini devam aramalısın.
MUSTAFA – Aklıma senin bir sözün geldi; “Herşey bitebiliyorsa, demek ki herşey yeniden başlamaya mahkûm. Bitmez tükenmez bir hayâlin savaşçılarıyız. Su da biziz, çamur da biz!” demiştin. Çocuklara sık sık, devamlı söylüyorum ki ne olursa olsun bir şeyin bitmediğini, kolay pes edilmemesi gerektiğini iyice kavrasınlar. (Herkese doğru) Biliyorsunuz, bizim işin yarısı motivasyon ile alâkalı.
HAMZA – Geçen geldim izledim. Maşallah sıkı antrenman yapıyorsunuz. Salondaki resimler gayet güzel. Dede Korkutlar, Köroğlular.
AKINCI DEDE – Bir Millet için tarih, dil ne ise, bir ozanın da suyu ekmeği gibidir kavga! Kavgasız ozan, ozansız kavga olmaz. Kavga denilince aşk da anlaşılır. Aşka dair de ezgiler söylenmeli. Bunda sıkıntı yok! Yalnız aşk şarkılarını da bir davası veya bir meselesi olan insanlar yazmalı. Bu sayede aşk, şuna buna harcanmamış olur. Aslında şarkılar hep ferde ve topluma dair bir şeyler söyleyebilmeli ve mutlaka bir mesajı olmalı. Yoksa iki gözün ve iki kaşın arasına sıkıştırılırsa insanın içini daraltır.
HAMZA – Hay ağzına sağlık!
AKINCI DEDE – Yani davası ve meselesi olmayan kişinin aşkı neye yarar, sözü neye yarar, kavgası neye yarar? Kiminin elinde bir saz silâh gibidir, kiminin elinde bir kalem. Şiir de öyle, tiyatro da, resim sanatı da. Hatta bugün sinema perdesi ve hiç çekinmeden söyleyebilirim ki farklı müzik dalları da. Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl’ın tiyatroya verdiği önem malûm. Mesele, yapılan işin nasıl sunulduğudur. Kezâ sizin dövüş sporunuz gibi diğer belli başlı spor dalları da. Eğitim olsun, tıp olsun… Bu iş sokaktan şehre, çekirdekten başlaması gereken müthiş bir iç oluş meselesiyle alâkalı sevgili arkadaşlar. Burada oturup şu meseleleri en azından en küçük ve basit çaplar içinde dahi olsa konuşmamız bile bir ızdırap duyduğumuz için. Demin Hamza gönüldaşımız örnekler verdi. Adam vardır, kılıcı da her daim belindedir. Çünkü asliyle fikir ile yumruk öz kardeş gibidir. Ayrılmazlar! Ayrıldılar mı fikir pörsümeye, yumruk da haybeye sallanmaya başlar. “İç oluş” meselesinin ipuçları burada yatsa gerek. Nasıl ve niçin olmalı? Fizik olarak da, fikir olarak da zinde kalmanın yollarına bakmalı. Yoksa “Ya ol, ya öl!” hitabı iyi bir niyetten öteye gitmez. Her şey ama her şey, nasip hakikatinin olduğu kadar doğuş, oluş, olamayış, yaşam ve ölüm gerilimlerinin esareti altında. Bizi oyalayan bir şeyler var. İşin içinde olsak farklı olur. Bu enerji ile de alâkalı. Fertten topluma yansır. Toplum bilinçlendikçe genişler. Gerilimi hissetmek. Mesela bugün, “vatan nedir?” sualine ne cevap verilirse verilsin, kapısı “hangi vatan?” sorusuna çıkar, oradan vatanın fikrine, nihayetinde fikrin vatanına çıkar. Vatanı vatan kılan nedir? Yine bugün bizim meselemiz, Pîrimiz Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun “Mimar Takdiri” adlı şiirinde geçen “Vatan diye bildiğim fikrimin coğrafyası / Fikir yoksa vatan ne kuru toprak parçası” dizelerindeki ızdırabı anlamak ve fikri vatana nakş ve tatbik etmekten başka bir şey değil. Çünkü fikirsiz kalan insanın düştüğü duruma düşmüş durumdayız.
HAMZA – (Biraz gerilir ve sessizce:) Ama asıl deli biziz!
AKINCI DEDE – Hây yaşa! Düşünün Kumandan “vatan diye bildiğim” diyor. Fikirde sınır yok. Küçük hesap yok. Bir yerlere sığıntı olmak hiç yok! İlle de Mutlak Fikrin hâkimiyeti, istiklâli ve istikbâli! Neticede dava dediğin fikir, eşittir vatan. Yani bizce mesele Mirzabeyoğlu ve İBDA ise gerisi teferruattır! Vatan Anadolu… Anadolu Ruhu’nun ulaştığı her yer. Şuradan buradan modernizm adı altında, oradan İslâm adına monte ve yama edilmeye çalışılan çeşit çeşit akımların neticesinde zirveye ulaşan gerilimi fark etmeyen var mıdır acaba? Hani sağ, sol, demokrat, liberal, muhazafakâr ve daha ne varsa, bu çevrelerin aydın kesimi neye dayanarak varlığını izâh ediyor ve bu gerilime karşı nasıl bir alternatif sunuyor. Bu memleketten çıkmış hangi orijinaliteleri var? Bütüne tabi olmak nedir? Parça ne, bütün ne? Demin mesela yumruk ile fikir öz kardeştir dedik. Fakat ikiz kardeşlerde bile biri mutlaka daha ağır basar. Yani işin özü fikrin emrinde yumruktur ve mantıken bakıldığında fikir yumrukta ayrı işler. Bu inceler incesi bir farklılıktır ve Büyük Doğu İBDA İdeolocyası’na özel bir orijinalitedir. Devlet ve millet demir yumruk anlayışıyla değil, İslâm ruh ve ahlâkı ile donatılan fikrin emri altındaki demirden yumrukla idare edilir. Bu sayede sırf yumruk zorbalığına geçit verilmemiş olur. İktidar, Silahlı Kuvvetler fikrin emrinde. Âlim, mucit, polis, bekçi, öğretmen, öğrenci, doktor, hemşire, esnaf, emekçi, sporcu, sanatçı, anne, baba hep fikrin emrinde. Radyo da, gazete de, televizyon da, tiyatro da, sinema da… Toplumdan, tek tek ferde sunulabilir bir ideolocya ile gerçek vatanseverliğin ve bağımsızlığın önünü açacak ve mukaddes emanetin şuuruyla gerçek bir iç oluş hamlesine kavuşmak. Üstad Necip Fazıl’ın “Mehmetçik Hitâbesi”nin bir bölümünde ifade ettiği gibi; “Hamle budur, dava budur, hareket budur, inkılâp budur!”
(devam edecek)
Nihan ÖZTÜRK – 20.02.2019