KİTLELER “AMOK”LAŞIRKEN / Ali Osman ZOR

İlk yayın tarihi: 8 Temmuz 2017

KİTLELER “AMOK”LAŞIRKEN

Ali Osman ZOR

.

İnandırıcılık-Güvenilirlik, Liderlik OTORİTESİ, “Millîlik”, Kahramanlık…

Kitleleri, inandığı ideal için aşk ve vecdle peşinden sürükleyecek bir liderin tüm bu vasıflara haiz olması gerekirken, muhalefeti ve iktidarıyla siyaset sahnesinde var olan liderlerin hiç birinde bu vasıflar mevcut değilse;

Bu demektir ki, o ülkenin ilk sırada acilen çözmesi gereken problemi “Liderlik Sorunu”dur. Bu sorun yüzünden kitleler hissî olarak ayrışmış, parçalanmış, bölünmüş ve birleşmeye-bütünleşmeye dair teklif edebilecekleri hiçbir ideoloji ve siyasî anlayışları olmadığından dolayı, başıboş bir arayışa girmişse, bu problemin çözümüne kadar toplum, adeta intihara benzer bir durum içinde kendi kendini imha etme yoluna girmiş demektir. Krizin çözüm sadedinde alınacak her palyatif tedbir, kanser hastasına tedavi maksadıyla verilecek aspirinin hastalığın ilerlemesine mani olamayacağı gibi, bu imhâ sürecini de sadece hızlandıracaktır.

Kendi menfaatiniz icabı da olsa bütünleşmeyi sağlayabilecek bir mizaca sahip değilseniz ve varlığınızı, ancak ayrıştırıcı, iktidarınız için sahte kutuplaşma kapsamında her gün yeni bir düşman üretici, bölücü faaliyetler içinde ve başkalarının yaptıklarını kötüleyerek etrafınızı bu “başkalarına” karşı düşmanlığa sevk edici tutum ve davranışlar içinde karşı tarafa bildirebiliyorsanız, iyilikten, doğruluktan ve güzellikten hiç haz almayan, adeta Yeşilçam filmlerden fırlamış kötü karakter oyuncusu rolünde liderlik koltuğunu işgâl etmiş ama, bir ân önce işgâl ettiğiniz makamdan uzaklaştırılması gereken bir “devlet düşmanısınız” demektir.

Her türlü iktidarı “kutsal kazanç” kapısı haline getirmiş, iktidardan gidişiyle kazançlarının bitişini bir gören bu tipolojinin, zaman zaman yine kendi menfaatleri icabı “aldatmaya” ve “kandırmaya” yönelik oynayacakları “iyi” rolünü karakterleri reddedeceğinden, üzerlerinde çok iğreti duracak, bundan dolayı da iyiyi “oynamak” güvensizliklerine “güvensizlik” katmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

Uluslararası güçlerin politikalarıyla kendi menfaatlerinin “çakıştığı” noktalarda “unutturma” taktiğiyle en temel meseleler “el çabukluğu marifet” hesabı bir çırpıda geçiştirilirken, “gaz alma” kapsamında değerlendirilen, fakat, uluslararası siyaseti yönlendiren güçlerin menfaatlerine hiçbir zararı dokunmayan mevzular ise, bu “devlet düşmanı” liderliğin önünde liste halinde her zaman durur. Dünyanın hangi bölgesine giderseniz gidin karşılaşacağınız durum aynıdır. Dönem neyi gerektiriyorsa, listeden seçilen konular milletin önüne bir bir getirilerek tüm devlet imkânları seferber edilip, mümkün olan en üst seviyede sunî meseleler olabildiğince köpürtülerek kullanılır ve iktidarın ömrü de böylece uzatılmaya çalışılır.

Fakat;

Bu süreç sonunda gelinen nokta hiç de iç açıcı değildir, bütün iktidarların kâbusu olan “yönetim krizi” kapıda belirmiştir. Otorite zayıflamış, inanılırlık kalmamış, güven yitirilmiş, kahramanlık hepten kaçıp gitmiştir. İşler hesap edilenden farklı bir rota izlemiş, kendi koydukları hedeflerden de fersah fersah uzaklaşarak zıt bir istikamete evrilmiştir. Sürecin başında mevcut olan gücün –bu aşamada– yerinde yeller esmektedir.

“Millî İrade” yalanıyla iradesi “çalınan” millet, maddî–manevî neyi varsa bunu çalan hırsızın farkına varmaya başladığından “devlet düşmanından” kopuşlar hızlanmış, toplum iyice atomize olarak iktidarı farklı tedbirler almaya zorlar duruma gelmiştir. Bu bir travmadır; aldatılmışlığın, soyulmuşluğun, ihanete uğramışlığın bir ânda şuuruna varılmasından kaynaklanmaktadır bu travma. İktidarın bu farklı tedbirleri uygulayabilecek şartlara haiz olup olmadığı bir tarafa fakat, çalınan iradesini geri istemeye başlayan kitleler artık, devlet düşmanlarından her kopuşta, aslında onların göründükleri gibi güçlü olmadıklarının şuuruna yavaş yavaş varmaya başlarlar. Tespit edilen bu zaaf noktası, sansürün hiç işlemediği “fısıltı gazetesi” tarafından büyük bir hızla halka halka ülkenin her tarafına yayılır. Kitleler “güç” denilen olgunun, “çalınan iradelerinin” bizatihi kendisi olduğunu birbirlerine bu yöntemle anlatmaya başlamış olduklarından, devlet düşmanının önünde iki yol belirir;

Uluslararası güçlerin menfaatleriyle kendi menfaatlerinin çatışmasından dolayı işgâl ettiği iktidarı ya bırakıp gidecek, yahut da;

Uluslar arası güçlerin menfaatlerini eskisinden daha canla başla koruyacağının garantisini vererek DİKTATÖRLÜĞÜNÜ ilan edecek.

“Yönetim Krizi”nin aşılabilmesi için üçüncü bir yol bu aşamada pek gözükmez.

Çünkü, bu devlet düşmanı iktidarlar “uzlaştırıcı ve bütünleştirici” karakterden yoksun oldukları gibi, bunu sağlayacak derinliğine ve genişliğine bir ideolojiden ve o ideolojiye bağlı siyasî anlayıştan da mahrumdurlar; hatta, yine mizaçları gereği ona da düşmandırlar.

Peki bu ayaklanma şartlarında kitlelerin istediği veya görmeyi arzuladığı şey nedir?

İstediğinden veya görmeyi arzuladığından önce kitleler “devlet düşmanı iktidarı” istemez ve bir ân önce ittifak hâlinde devrilmesini arzular. Tüm yapılan kötülükleri bir ânda cezalandırmak için de fırsat kollar. Artık, toplum bu aşamada kendini “pis” hissetmektedir ve bir an önce arınmaya, temizlenmeye ihtiyacı vardır. Temizlenmenin ilk yolu da pisliğin, kötülüğün merkezi olarak görülen devlet düşmanı iktidarın devrilmesidir. Yine tam bu aşamada –ayaklanma aşamasında– bir şuur zıplaması halinde kitleler bu pisliğin oluşmasında kendi katkılarını da idrak ettiklerinden, aslında kendi pisliklerinden temizlenmek  isterler. Buna kendi benliğinden kurtulma da diyebiliriz. Kendilerini özdeş gördükleri devlet düşmanının nasıl bir iblis olduğunu fark etmişlerdir; aslında aynadaki görüntü kendilerine aittir. Hayatın her alanında şikâyetçi oldukları ve üzerlerine çöken karabasan, aslında kendilerinin ruh topoğrafyasıdır. Yapmak istedikleri tek şey aynayı parçalayarak, kendilerini hapseden yalanın esaretinden kurtulmak.

Stefan Zweig’ın AMOK’unu hatırlatan bu aşamada, kitlelerden “doğrunun” adresini bilmesini beklemek hata olur; onun tek hedefi vardır; temizlenmek, arınmak ve kendini teslim alan yalandan kurtulup zincirlerini kırmak.

Peki AMOK ne mi?

İBDA Mimarı’nın GÖLGELER isimli romanından işaretleyelim:

“Bir Malezyalı, alelâde, iyi, sevimli adam, ağır ağır içkisini içmektedir… Gevşek gevşek oturmuştur; öyle kaygısızdır, güçsüzdür… Benim odamda oturuşum gibi… Sonra birden yerinden sıçrar, hançerini kapmasiyle sokağa fırlaması bir olur… İleriye atılır, koşar; hep ileriye, dosdoğru, nereye gittiğini bilmeden… Yolunun üstündekileri, insan olsun, hayvan olsun, devirir… Kan kokusu şiddetini daha çok arttırır… Koşarken salyalar akar ağzından, deliler gibi bağırır; ama koşar, durmadan koşar, sağını soluna görmeden, bağıra bağıra koşar… Bu korkunç gidişte elinde kanlı hançeri… Köylüler, bu kanlı delilik krizine tutulmuş olanı, dünyada hiçbir gücün durduramayacağını bilirler… Geldiğini görenler, uğursuz haberi mümkün olduğu kadar uzaklara duyurmaya çalışırlar:

-“Amok! Amok!”

Herkes kaçar… Ama o duymaz, yoluna devam eder; hiçbir şey görmeden koşar, önüne geleni öldürür… Bir kuduz köpek gibi öldürülünceye kadar, yahut da bitkin bir halde kan-ter içinde devrilinceye kadar.”

“Yalan” nasıl ki, iblisin çocukları tarafından örgütlenip buna göre kitleler yönlendirildiyse, doğrunun da örgütlenmeye ihtiyacı var. Doğruyu örgütlemeden doğru adına kitleleri yönlendirmek ne mümkün?

Yalanın örgütlendiği merkez ve barınakları arınmak, temizlenmek isteyen ve doğruya susamış toplumun her kesimine mensup “ben artık insan olmak istiyorum” diyen “amok”lar tarafından kuşatılırken, insan olma temelinden yola çıkarak “insanî hakikatin” ne olduğunu gösterecek “doğru”, tüm ihtişamıyla örgütlenmiş bir şekilde kitlelerin önüne dikilecek. Bundan sonradır ki, pislik içinde kıvranan insan soyunun tertemiz inşa ve fetih dönemi açılmış olacak. Bu bir muhasebe, ferdin ve toplumun kendi kendisiyle hesaplaşma sürecidir.

Tüm bunlar tek bir safha içinde eş zamanlı yürüyecek.

O zaman devlet düşmanlarının hiçbir pisliğine bulaşmamış “DOĞRU”, ADALET KILICINI kuşanmış olarak “lider, ideoloji, siyaset ve kadro” bütünlüğü içinde, meydan yerindeki -bu güne kadar iblisin soyları tarafından ondan gasp edilen- hak ettiği yeri alacak.

Artık, “HERKES HAK ETTİĞİNİ ALIRKEN”, toprak ve ideal arası KUTLU YÜRÜYÜŞ de başlamış olacak.

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: