SANATIN BAŞLADIĞI YER

BİR AÇIKLAMA:

Salih Mirzabeyoğlu: “Tolstoy’un, “sanat, hiçliğe yakın yerde başlar!” demesi boşuna değil. Kulakların çınlasın Hakan Yaman!” (Ölüm Odası, B- Yedi, Giriş, İbda Yayınları, 1.Basım, s: 168)

ADIMLAR’da ilk defa yayınlanacak aşağıdaki yazıyı, tam 10 yıl önce, 2009 senesinde kaleme almıştık ve dönemin dergilerinden birisinde çıkmıştı. İbda Mimarı’nın Ölüm Odası’nda “kulaklarımızı çınlatmasına” vesile olan yazıdır. Salih Mirzabeyoğlu, HEP ve HİÇ ilişkisi üstünde durduğu sonraki birçok yazısında da, Tolstoy’un bir Rus ressamdan naklettiği sözü, büyük romancıya atıfla kullanmıştır.

Hakan YAMAN – 18 Ağustos 2019
ADIMLAR



SANATIN BAŞLADIĞI YER

Büyük Rus romancısı ve ahlâk idealisti Tolstoy, içki ve ayyaşlık üzerine hazırlanan bir kitaba “İnsanlar Kendini Neden Aptallaştırır” başlıklı bir takdim kaleme alır. Bu yazının bizce en ilginç kısmı, ömrü boyunca kıskandığı ve ismini anmaktan kaçındığı, şahsi sohbetlerinde ise yerip horladığı Dostoyevski’den bir şekilde bahsetme zorunluluğu duyması, Suç ve Ceza romanının meşhur kahramanı Raskolnikov’a dair yorumlar yürütmesidir. Oysa –mesela– Gorki’nin kaleme aldığı sohbet notlarında, ne kadar acımasızdır Dostoyevski’ye karşı.

Ama biz Tolstoy’un bahsi geçen makalesine, edebiyat tarihçiliği ve eleştirmenlik zaviyesinden çok önemli sayılabilecek bu yönüyle değil, yazının akışı içinde hoş bir anekdot olarak yer alan güzel bir nükte vesilesiyle değiniyoruz.

Tolstoy’un anlattığına göre ünlü bir Rus ressam, öğrencilerinden birisinin çalışması üzerinde, birkaç fırça darbesiyle ufak düzeltmeler yapar. Bu küçük değişiklik sonrası tabloya bakan öğrenci, hayranlık ve hayretle; “benim çalışmama NEREDEYSE HİÇ dokunmadınız, ama buna rağmen tam anlamıyla farklı bir şey çıktı ortaya!” deyince, ressam şu nefis cevabı vermiş: “NEREDEYSE HİÇ, SANATIN BAŞLADIĞI YERDİR.”

Ressamın bu nüktesi üstünde biraz düşününce anlıyoruz ki, “neredeyse hiç” sadece sanatın değil, aynı zamanda hayatın da başladığı yerdir. İBDA Mimarı’nın Şiir ve Sanat Hikemiyatı adlı eserinden: “Hayat dinin kapsamı içinde olduğu gibi, sanat da dinin kapsamı içindedir.”

***

Kilit, Anahtar, Kapı, Konak, Çatı gibi tarihi romanlarıyla şöhret bulmuş rahmetli Mustafa Necati Sepetçioğlu, kendisiyle bir sohbetimizde, bana yol göstermek niyetiyle gençlik yıllarından bir hatırasını anlatmıştı. 1950’li yıllardır… Sepetçioğlu, sanırım üniversite öğrencisi… Peyami Safa, “Türk Düşüncesi” adını taşıyan bir dergi çıkarmaktadır. Yazdığı hikâyeyi ona götürür. Peyami, heyecan içinde yorum bekleyen delikanlının hikâyesini okuduktan sonra “olmamış, olmamış” hükmünü verir ve gördüğü kusurları büyük bir ciddiyetle, ayrıntılı olarak sıralar. Hevesi kırılmış genç öğrenci, büyük bir üzüntüyle çalışmasını almaya davranır, ama usta romancı vermez: “bunu yayınlayacağım!” der. Sepetçioğlu hayret içindedir:

-“Peki, bu kadar kötü bir hikâyeyi niçin yayınlıyorsunuz?”

Peyami Safa, kalın gözlük camlarının ardından gülümseyerek bakar ve altını çizdiği bir cümleyi gösterip, cevap verir:

-“Şu cümle var ya; şu cümle! İşte bütün hikâyeyi tek başına kurtarıyor!”

Bir hikâyede bir cümle nedir? NEREDEYSE HİÇ… Oysa hayatın baş döndürücü trafiği karşısında, “neredeyse hiç” deyip geçtiklerimiz, yüzüne bakmaya tenezzül etmediklerimiz, esasta o kadar çok şey ki…

***

İBDA Mimarı’nın İdeolocya ve İhtilal’de çerçevelediği ve bütün ömrünce sadık kaldığı “en küçük çaplarda bile doğru politika” ilkesi, muhtemelen bu “neredeyse hiç” sapmalarının önünü kesmek içindir.

Her gün dengelerin değiştiği sosyal ve siyasî hayatın karmaşık ilişkiler ağı içinde, bazen ufacık bir yanlış tercihin katlanarak büyüyen vebali, bir ömür kambur olup sırtımıza yapışır. Bazen beklenmedik bir zamanda, umulmadık birisinden yükselecek soylu bir tavır, şeffaf su kabına düşmüş bir damla iksir gibi, silik ve pörsük geçmiş upuzun bir yaşamı rengarenk kılar; romancılara ilham kaynağı olur. Dostoyevski’nin kahramanlarını hatırlayın!

Bazen dağ kadar büyüttüğümüz meseleler, gerçek anlamıyla “neredeyse hiç” mesabesindedir; bazen “neredeyse hiç” gözüyle baktıklarımız, dağ büyüklüğünde yığılmış, yüzleşmek için bizi beklemektedir.

Bazen kötü ve saçma bir mısra, upuzun bir şiiri mahveder, biçim ve estetiği kalbinden yaralar. Hâlbuki tek bir mısraın hatırına yüzlerce yıldır anılan divanlar da vardır.

“Dinlerin birliği” diye ortaya çıkan sapığa sorarsanız, kelime-i tevhidin ilk kısmına inanmak yeter. Ona göre ikinci kısım koskoca imân bahsinde ufak bir teferruat, adeta “neredeyse hiç”tir. Oysa biz biliyoruz ve inanıyoruz ki, o ikinci kısımda ebedi kurtuluş ile sonsuz helak kapısı arasındaki seçim saklıdır.

Din büyüklerinin ölçüsü malûm: “Kendisinden kıl kadar bir şey eksilince ortada kalmayan şey şeriattır.” Kıl dediğimiz nedir; “neredeyse hiç.” Ama ufak bir itikat bozukluğu, secdede geçen bir ömrün heba sebebi olabilir.

Kumandan’ın “Münşeat”ını hatırlayalım… Bazı bölümlerinde Nietzsche’nin meşhur Zerdüşt’ünden alıntılar yapmış, onun satırlarına “neredeyse hiç” dokunmadan, “tırnak içinde” eserine katmıştır. Ama bütünlük içinde, onun elinin değdiği her kelime, her mısra farklı bir istikamete dönmüş, hikmetler asıllarına bağlanınca bambaşka bir anlam çıkmıştır ortaya. Münşeat’ı gördükten sonra, “Tanrı’yı öldürdüm!” diyen Nietzsche’nin kendi eserini İBDA tefekkürüne hizmet olsun diye yazdığı bile iddia edilebilir.

 “Neredeyse hiç” sadece sanatın başladığı yer değildir.

 “Neredeyse hiç”  hayatın ve kader sırrının düğüm noktasıdır.

  “Neredeyse hiç” kıldan ince SIRAT KÖPRÜSÜDÜR.

                                                                                                Hakan YAMAN / 2009

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: