MİSYONER İLE MEVALİ
Kumandanımız Salih MİRZABEYOĞLU’nun, “Mihver İnsan” olmasının gereği olarak ifa ettiği ulvi hatırlatmaları, azimli gayreti ve hamiyeti ile karakterli şahsiyetler ordusunun tohumunu ve erk makamının tarihi karakterini bulmaya namzet fidesini ektiğini gözümüzden kaçırmayalım. Bu meyanda şahsiyetini arayan ahalimizin ve tarihi karakterine kavuşma namzedi olan memleketimizin attığı veya atacağı her türlü adım, hududumuz olan veya olmayan ülkeler tarafından tehlike olarak görülmektedir.
Ata mirasına kavuşması arzulanmayan milletin, aziz Türk milleti olduğunu, tarihî otoritesini yeniden kazanması istenmeyen ve mazisindeki kudretine kavuşması engellenen ülkenin de vatanımız olduğunu söylemeye hacet olmasa gerek. Hakikat bu olduğuna göre azılı düşmanlarımızın kurnazca, sinsice ve çok ince hesaplarla içimize oluk oluk fesat saldığı, bizi birbirimize düşüren yıkıcı ve bölücü propagandaları ile memleketimizin gerçeklerine kör, ahalimizin dertlerine karşı sağır etmeye uğraşan düşman oyunlarına gelmemek için şerbetli olmaya mecbur ve mahkûmuz.
DARBIMESEL
Aziz gönüldaşım, bildiğin üzere gönül bir aynadır, ciddi işlerin sıkıntısı da onun pasıdır. O pası da şakadan başka hiç bir cilanın silemeyeceği malûmundur. Müsaaden ile bizler de kısa bir latife-şaka molası verelim. “Behlül, Harun Reşid’i ziyarete gittiğinde vezirlerden biri, “müjde sana ey Behlül, Halife seni domuzlarla maymunlar üzerine çoban tayin etti!” Behlül hemen cevap verdi: “Öyleyse kulağını aç, emrimi yerine getir; sen de benim emrim altındasın.” (*) muhteşem cevabıyla vezire haddini bildirir. İmdi; domuzları, maymunları yola getirecek ve terbiye edecek kadar irfan ehli, hikmet ehli olamasam da çok şükür, bu mahlûkların tasvirini çizip, melanetlerini anlatmaya yetecek kadar mürekkebimiz var.
Bugün, hudut bekçilerimiz olan dilimiz, dinimiz, vatanımız, geleneksel ananelerimiz, örfümüz, tarihimiz, kültürümüz, ahlâkî cevherlerimiz başta olmak üzere mimarimiz, musikimiz, estetiğimiz, diyalektiğimiz vb. bütün değerlerimiz ile bütün kıymetli erdemlerimiz tehditten öte, cevherleri ile birlikte yok edilme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Emperyalistlerin meydan muharebesi açtığı bu kanlı savaş alanları, adeta değil hakikaten yaka yakaya cenk etmeye mecbur kaldığımız savaş mevzileridir. Varlığımızı tehdit eden, bünyemizi çürüten ve insanlarımızın zihinlerini bulandıran bu tehlikelerin; Batı emperyalizminin uzantısı olan misyoner faaliyetler, Acem-İran, Arap emperyalizmine hizmetkârlık eden mevali organizmalar ve Siyonizm bakterisi taşıyan yapılardan geldiğini söyleyebilirim.
Casusluktan beter vatan hainliklerini göz kırpmadan işlemekte tereddüt etmeyen bu alçakları sobelemek, imânımız gereği farz, insanlığın izzeti ve namusunu muhafaza altına alabilmemiz için büyük bir sevaptır.
Malûmunuz olduğu üzere elli sene süren Çin esaretinin acısıyla kavrulan Bilge Kağan’ın: “Ey Türk ve Oğuz beyleri! Üstte gök basmadıkça ve altta yer delinmediği halde, senin ilini ve senin töreni kim bozabilir?” haykırışını duymuşsunuzdur. Cümle âlem bu haykırışı işitir de ne hikmetse cümle sonundaki soru işareti pek dikkate alınmaz. Evet, Bilge Kağan’ın, aziz Türk milletinin uğradığı ihanet, felaket ve başarısızlıkların sebebi olarak, adil, akil ve millî şuura uzak hain yöneticileri işaretlediğini söyleyebilirim. Evet, baştakiler en menfur kötülüklere bulaşmışlardır. Para hırsıyla doymayan gözleriyle servet düşkünü olan yöneticilerin, vazifelerini suiistimal edip en menfur kötülüklere bulaştıklarını gördüğümüz gibi misyoner, mevali, Siyonizm bakterilerini taşıyan mikropları da domine ettiklerini görüyoruz. İmdi, yarın değil hemen şimdi prensibimiz gereği, ahlâksız ve edepsiz yöneticilerin her türlü maddî imkânla desteklediği, rejimin kol kanat gerip ihtimamla beslediği bu hainleri sobeleyelim.
Batılın, Batı temsilcisi olan misyonerler; kadir-i mutlak olmayan ilim ve bilimin hilekâr verileriyle ahalimizi aldatmak, Türkçemizi yozlaştırmak ve gramerimizde tahrifat yapmak, tarihî şahsiyetlerimizi ve karakterlerimizi itibarsızlaştırmak, musikimizi ruhu olmayan mekanik bir ritimle boğmak ve motorize notalarla boğmak, naif diyalektiğimizi ve estetiğimizi kaba yaklaşımlarla adileştirmek, örfümüzü moda yoluyla çirkefleştirmek… Mukaddes ölçülere sımsıkı perçinli tarihî mimarimizi, putperest Batı mimarisinden ayıran fizikî, bediî ve fonksiyonel unsurlarını ortadan kaldırmak gibi benzeri hücumlarıyla sindirmek ve ezmek faaliyetlerinde bulunmaktadırlar.
Üstad Necip Fazıl’ın agoraya çıkması ile şaşıran, apışan ve yedikleri aparkattan sendeleyen Batılın, Batı kolu olan misyonerler, ani bir hamle yaparak gece sürtükleri olan Tahran, Kahire ve Cidde üzerinden ikinci bir cephe açılmasını tetiklediler. Evet, Acem-İran ve Arap emperyalizminin melez çocuğu olan Mevali organizmalar; batılın, batı uzantısı misyoner zındıklar gibi bilim, ilim, sanat, edebiyat, şiir, estetik, musikî ve mimarî gibi ince işçilik gerektiren işlerden anlamadıkları için kutsalları istismar ve ayet simsarlığı üzerinden fitne saçarlar. Mukaddes ölçülerimizi istismar eden bu melûn gürûh ayetlerin muhteva-içeriklerini boşaltmak, Allah Resulü’nü tartışılır hâle getirmek, aziz dinimizin yıldızları olan sahabe atalarımıza hakaret etmek, İslâm dinimizin mukaddes ölçülerini arz tarlasına eken ve İslâm dininin sütunları olan Türkistanlı veliyullah ve Anadolu evliyası Türk atalarımızı aşağılamak, İslâmî ananelerimizin ve anlayışımızın temel yapı taşlarından olan ulema ehlimize iftira etmek, küçük düşürmek, alay etmek, şehitlerimizi küçümsemek, hor göstermek, müteveffa bilgelerimiz tarafından sistemleştirilen örflerimizle alay etmek, cinayet şebekesi bu melûn güruhun yöntem ve usûllerindendir.
Misyonerlerin kanındaki adrenalini dolar ile Euro kızıştırırken, Mevalilerin kanındaki adrenalini de Tahran Tümeni, Riyad Riyali ile Kahire Poundu kızıştırmaktadır. Bu bedbaht ahmak sürülerinin güdücüleri kesinlikle ve kesinlikle yabancı ekalliyetlerden–milletlerden olup yalan söylemeyi bir sanat ve hatta ilim hâline getirmişlerdir. Misyonerler, Paris, Berlin, Vatikan, Londra tarafından eğitilirken, Mevaliler ise Tahran, Kahire, Riyad merkezli mektep, medrese, kurs ve kamplarında yetiştir. Bedenlerinin her uzvunu düşman karargâhı haline getiren bu edepsiz, bu ahlâksız alçakları büyük maddî yardımlarla destekleyen politik yönetici klikler gibi dikkat etmemiz gereken ikinci bir zümrenin de delalet ehli aydınlar sınıfı olduğunu söylemeye mecburum. Bugün, Türkiye’de delalet ehli aydınların sayısının çok, imân yolunda yürüyen, gölgeleri, yakışıklı suretlerinden daha yakışıklı olan aydın sayısının ise bir elin parmağından az olduğunu görüyoruz.
İBDA mimarının: “Toplumdan topluma nakledilen fikirlerden fazla istifade edilemez.’’ (**) prensibinin şuuruyla, taşı yuvarlayanın altında kalacağını bildiğimiz gibi vatanımıza ihanet eden misyoner, mevali, Siyonizm bakterisi taşıyan yapıların hain, değerlerimize, erdemlerimize ve cevherlerimize pusu atan ve beşinci kol faaliyeti yapan delalet ehli aydınların da ahlâksız alçak olduklarının farkındayız.
Hülasayı kelâm; ahlâkî kafa karışıklığı ile batılın zehirli gıdalarına karşı tek ve biricik muafiyet aşısı olan İslâm’a Muhatap Anlayışı ile aşılanmamız, İBDA mimarının cömertçe “lütfen buyurun yiyin” ikramından bulunduğu manevî nafaka gıdalarıyla beslenmeliyiz. Sonuçta düşmanlarımızın felâket plânlarını değiştiremeyeceğimize göre bize düşen vazife kimlik bilincimizi güçlendirmek, millî şuurumuzu kuvvetlendirmek ve atalarımızın mirasını kazanmaktır. Gözlere perde olan beyaz yalanların yardımı olmaz ama acı gerçekler bir ilaç olabilir. Aziz milletimizi iflasa sürükleyen misyoner faaliyetler, mevali virüsler, Siyonist bakterileri yüzünden memleketimizin başına inmiş bulunan Allah’ın Celâl perdesi elbet bir gün kalkacak ve Cemâl yüzü görünecektir. Yeter ki biz liyakat kazanalım ve Allah’ın Cemâl esmasının tecellisi için “mukaddes ölçüler” istikametinde yürümeye devam edelim. İnşallah; sel ağzı yuva tutmaz imânımız, kabaran Türk diyalektiğimizin heyecanı ile parazit unsurları bir gecede silip süpürmekte tereddüt etmez ve güçlük çekmeyiz.
Hainlerin ve ahlâksızların kalplerini değiştiremeyeceğimize göre bizim vazifemiz mihver insan, mihrak şahsiyet Salih MİRZABEYOĞLU’nun buyruklarına göre hareket etmek, dava şuurunun amellerini yapmak ve ceddimize layık olmaktır. Gözleri kataraktlıların şeşbeş palavraları yardım edemez ama dürüst analizler bir deva olabilir. Allahu Ekber…
Burhan Halit KOŞAN
* Molla Cami: Baharistan- Sayfa: 179-180
** Salih MİRZABEYOĞLU: Kültür Davamız- Sayfa: 38