KUMANDAN MİRZABEYOĞLU’NDAN SONRA – II / Yalova Devlet Hastanesi…

Yalova Devlet Hastanesi

Evininbahçesinde kendisini yormayacak şekilde düzenleme yaparken Telegramcı Köpeklerin Elektro-manyetik dalgalar maharetiyle… İlk müdahaleeşi Hayran Hanım tarafındanyapılıyor. Bilinç zaafiyeti ve nefes alamama gibi belirtiler. “O esnada yoldangeçen” Askeri Devriye aracı ve içindeki askerlerin “ilk yardım müdahalesi”…Ardından kısa sürede beliren “Ambulans”…

Yalova Devlet Hastanesi-Yoğun Bakım ünitesi…Medya “Son Dakika” haberlerini tüm hızıyla kafa karışıklığına yol açıcı bilgilerle servis etmekte…

İlk bilgi Başhekim tarafından aileye verilmekte: “Salih Bey beyin kanaması geçirmekte, müşahede altında tutup bekleyeceğiz.

İnsan trafiği, telefon trafiği,haber trafiği, karmaşa, endişe, öfke, üzüntü birbirine karışarak büyümekte… Kalabalıkgiderek artıyor. Olağan dışı bu hareketlilikle birlikte Tayyip Erdoğan’ın Hayran Hanımı (Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun eşi) araması ve bilgi alması.  Erdoğan’ın araması sonrası Hastane’nin teyakkuzu en üst seviyede… Doktorlar tarafından bir operasyon veya müdahale henüz dile getirilmemişken…  Müşahede altında tutulmasına dair karar bir ânda ameliyat-cerrahi müdahale yapılmak üzere değiştiriliyor!

Yoğun bir kanama olmaması ve beklenmesi gerekirken veya müdahaleyi sonradan gören uzman doktorunun ifâde ettiği üzere müdahalenin başka bir şekilde gerçekleşmesi gerekirken K. Salih Mirzabeyoğlu’nun kafatası sol yan-üst kısmından kibrit kutusu çapında bir yer açılıyor. Açılan bu yerden beyne direkt müdahale ediliyor. “Kanın beyinden boşaltılması” adınayapılan bu müdahale ile birlikte yüksek çekim gücü sebebiyle beynin bir kısmı da kanla birlikte alınıyor! Sonrasında kafatası parçası zımba tel yardımıyla (surgical staples-gallstones) dikiliyor.

Not:

Beynin bir kısmının bir şekilde alınması işlemi, bu tarz müdahalelerde gayet normal (Beyin jöle kıvamındadır, kan boşaltımı-çekimi esnasında beyinden parça kopmaları mümkün olabilmektedir) hadisedir. Burada direkt; “doktorlar K.S Mirzabeyoğlu’nun beyninden kasıtlı olarak parça aldılar-beynin bir kısmını kopardılar” dememiz -kasıt var veya yok- yaşanan şaibeli süreçte not edilmesi gereken en önemli noktalardan biridir!

Not:

Uzman Beyin Cerrahı  “…”:

– “Yapılan müdahale gereksiz, yersiz, acemice ve olabildiğince yanlış bir teknik kullanılarak icra edilmiş. Oysaki kafatası üst kısmından takke gibi alınıp, karnına koyulabilirdi. Böylelikle beynin kanama ve beyindeki basıncın azaltılması sürecinin tamamlaması rahatlıkla sağlanabilirdi. Beyin kanamasında “sünger”i düşünün; kan doldukça şişer, kanamayı çekmekle o bölgenin kanaması bitmez! Hadi çektiniz-kanı boşalttınız bir nebze, neden kapatıyorsunuz? Açık kalmalı, beyin rahat bırakılmalı ve sıkıştırılmamalıydı!”

Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nayapılan ameliyat-operasyon sonrasında, “2 gün uyutulacağı ve sonrasında kademeli olarak uyandırılacağı” bilgisiyle beklemeye başladık. Olumsuz bir bilgi paylaşılmamıştı, en azından ameliyatta neler yapıldığına dair bilgiye hiçbirimiz sahib değildik. Elbette umutluyduk… Birbirine kenetlenmiş gönüldaşlar, birbirine sarılanlar, kibirsiz, içten pazarlıksız insan topluluğunun olduğu manzara görülmeye değerdi, normal zaman diliminde Kumandan Mirzabeyoğlu’nun görmek istediği sahnelerden biriydi o günler… En azından çoğunluk için… “Her şeyi başardım fakat kalplerinizi birbirine kaynaştıramadım…” demişti ya hani. Hayır efendim onu da başardınız…

Anlayan anladı…

Kademeli olarak uyandırılacağı ânı bekliyorduk ki, Başhekim açıklama yapmak için göründü:

Salih İzzet Erdiş’in beyin ölümü gerçekleşmiştir. Yapılabilecek hiçbir şey yok!”

Dünyanın en kötü kurulmuş cümlelerinden biriydi bu bedbaht açıklama. Nasıl olur, “mümkün değil!” Kimin anmak ister ki buna? Yalan-asparagas bir açıklama olmalıydı veya bir meczup eceline susamış olacak ki, böyle bir şaka yapıyordu…

Hakikatte ne oldu, ne düşünmeli ne yapmalıydık, yapacağımız şeyi düşünebilecek akıl-şuur nereye gitti bir ânda? Çıldırmalı mıydık, yoksa ağlamalı mı yada ne, ne yapmalıydık? Her bakış başka bakışlarda aradığı cevabı bulamadı:

O öldü mü? Ölecek mi?

Ve sessizlik, sükûnet, birazg özyaşı, sıkılan yumruklar, birbirine daha sıkı sarılan gönüldaşlar…

“ÖLDÜ!” haberleri peş peşe servis edilirken, birden bire gür bir ses:

“ÖLMEDİ!

YAŞIYOR!

KALBİ ATIYOR!

KENDİNİZİ BIRAKMAYIN!

TOPARLANIN!”

Ali Osman Zor’un etrafına toplandık, tüm o “ne yapılmalı-ne yapacağız” kaosunun dışında ayaküstü yapılan acil toplantı neticesinde her birimiz görev şuuruyla bir şeyler yapmaya çalışıyorduk. O sürecin başından sonuna kadar sükuneti, metaneti ve vakarını bir ân olsun terk etmeyen Ali Osman Zor, bana dönerek “sen ne yapabilirsin-bir şeyler yapmalısın!” dediğinde açıkçası sendelemedim değil. Ne yapabilirdim ki? Aklım büsbütün mekânını terk etmiş ve bana cevap vermiyordu… “Hey akıl orda mısın?..”

Ali Osman ağabeye baktım, birileriyle konuşuyordu ama gözleri uzaklara bakarken gördüm, kaşları çatık ve mahzun… Kalbimdeki hüzünle ve bir şey yapamamanın burukluğunu dayanıma alarak yürüdüm, bir sigara yaktım, bir ânda bütün bunların rüyâ olmasını diledim, fakat… Mehmet Ali Bayram’ı gördüm, uzun yıllar birlikte hapis hayatında kaderdaşım-gönüldaşım kendisi…  O’nun da gözleri yerde ve mahsun-üzgün, ama yumrukları sıkılı-öfkeli de. Selâm veremedik birbirimize, konuşamadık da. Hapiste olduğu gibi volta atmaya başladık, önümüzü kesen duvar olmadan özgürce ilk defa sanırım onunla böyle yürüyorduk. Birden durdu, “Ne yapacağız biz şimdi?”  dedi ve sigarasından derin bir nefes çekti. Böylesi bir durumun tecrübesini ilk defa yaşıyorduk hepimiz. Bunun o ânda cevabı henüz yoktu, ama olmalıydı, olabilmeli, bir şeyler yapılabilmeliydi, beklediğimiz şey bu değildi, daha yapılacak çok şey vardı ama böyle olmamalıydı… Yürüdük, yürüdük…

M. Ali defalarca aynı soruyu sordu ve ben defalarca cevap veremedim…

Yanı başımızda bir vak’a vardı, önemli bir vak’a, “modern tıb”ba göre ümitsiz bir vaka… Gönüldaşlara göre olmemesi gereken bir vaka. “Beyin ölümü gerçekleşti” denildiğinde “ÖLDÜ” diye tanımlanan bir vaka. Ali  Osman Zor’un yanına gittim, M. Ali sanırım halâ voltalıyorve sigara içmeye devam ediyordu. A. Osman Zor  ağabeyin yanına geldiğimde etrafı daha da kalabalıklaşmış ve “ağabey ne yapalım-ne yapmalıyız?” soruları karşısında mücadele ediyordu. Onun da bunaldığı, cevap vermemesinden, ama sinirli ve öfkeli olduğu sigarasını derinden çekmesinden belli oluyordu.

Ve göz göze geldik, gayri insiyaki şekilde elim telefonuma gitti, bana baktı ve “arasana, ne bekliyorsun, Geleneksel Tıb ile uğraşan sensin, yok mu yapabileceğiniz bir şey, yıllardır bu işlerin içindesin?..”  dedi. Sesi sert ve tok, ama bir o kadar da sitem tonundaydı. “Geleneksel Tıb” mevzuunda, tâbi olduğum ekolden bazı isimlerle iletişime geçtim. İlk etapta umutsuz vaka yaklaşımında bulundular, ân be ân ağabeye bilgi aktarıyordum ve oda iyice sinirleniyordu ki haklıydı; kendilerini medhedip de böyle vakalarda yapılacak bir şey olmadığını söylemeye getiriyorlardı birçoğu. Asıl ulaşmam gereken isme de bir türlü ulaşamıyordum. Süre aleyhimizeydi… Canımız Kumandanımız için bir şey yapamamanın ağır yoğunluğu içinde geçen dakikalar…

Yavuz UÇUM

KUMANDAN MİRZABEYOĞLU’NDAN SONRA -1-

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: