ESSELÂM 4 – Necip Fazıl KISAKÜREK

KÂBE

-17-

Kâbe, Allah’ın Evi;

Bir nokta, yere konmuş.

Ötelerin pertevi,

Maddeye vurup donmuş.

Mücerretten bir alem,

Mikâp seklinde bir sır.

O âlemle bu âlem

Arasında bir sınır…

Suret olmaya suret;

Maddenin son kapısı.

Belirsizden işaret,

Şekilsizin yapısı…

Suret ki, gerçeğinde

Suretler barınamaz.

O mâna eteğinde,

Yere varış ve namaz.

Dünyada âhireti

Yönleyen, onu kollar.

Suretler, o sureti;

O mânayı, mânalar…

Âdem kurdu ilk önce,

Sonra İbrahim Resul…

Ve Kâbe görününce,

Göründü yol ve usûl…

(Kâbe’ye ait yukarıdaki hikmetler İmam-ı Rabbani Hazretleri’ne aittir.)

***********************************************

HACER-ÜL-ESVET

-18-

On yıl geçti… Kâbe sellerden çökük;

Çürümüş temeli, dört yanı dökük.

Dediler: Edelim yeniden bina…

Kureyşliler ona çoktan âşina;

İbrahim Resulden kalma değeri;

Ama her şey gibi değişmiş yeri.

Tevhit mekânında dizilerle put;

Bilinmiyor, ismi bilinen Mâbut.

Bina tamamlandı, Karataşta iş;

Hemen her kabîle kılıcı çekmiş,

Taşı ben koyarım yerine, diyor…

Bir şeref kavgası kopmuş, gidiyor.

Biri dedi: «Size en güzel çare:

Kollayalım, geçip bir kenar yere;

Kâbeye ilk gelen hakem tutulsun;

Ne karar verirse yerini bulsun!»

Sessiz, beklediler… İlk gelen O’ydu.

Karataşı bir bez üstüne koydu:

Dedi: «Uçlarından tutup hepiniz!

Taşıyın ve ardım sıra geliniz!»

Taşı elleriyle yerleştiren O…

Şaşkın yığınları birleştiren O…

Dikildi toprağa, böylece, evet;

Şanlı Cennet taşı Hacer-ül-Esvet…

***********************************************

UKÂZ ÇARŞISI

-19-

Mekke’de bir çarŞı Ukâz Çarşısı;

Çarşı ki, nereden baksan karşısı…

Şehri haleleyen büyük panayır…

Sade alım-satım yeri mi, hayır!

Orada en zengin alış veriş, söz.

Üstünde ruh tüter, dalga dalga öz.

Düşünce merkezi, şiir meydanı…

Sanki bir kürsüde dil buhurdanı,

Püskürtür her yana bir şeffaf buğu;

En gizli mânânın çatlar kabuğu.

Cennet dili, gökler gibi bir lisan…

İşte bu meydanda, bakın ne cilve:

Orta yerde, kızıl tüylü bir deve;

Devede bir yaşlı adam, süvari;

Hikmet besteliyor evliyavâri:

«Girilir bir sudur ölüm, çıkılmaz!

Bana bir şey göster, çökmez, yıkılmaz!

Bir din var ki, üstün, Allah indinde;

Geçmez zaman, batmaz güneş, bu dinde.

Bir de Resulü var, Hakkın, gelecek;

O’ndadır, pörsümez güzel ve gerçek.

Keşke ümmetinden olabilseydim!

Ne çare, kapımda ecel, baş eğdim!»

Yazık!… Bilmiyor ki, bunları diyen,

İnsanlar içinde, onu dinleyen,

Bahsettiği Resul bulunmaktadır.

Neylesin ki, henüz basamaktadır.

«O’nu sevin, diyor; O’na güvenin!»

Süvarisi, kızıl tüylü devenin…

***********************************************

FİKİR

-20-

Fikretmekte, fikretmekte:

Ver sırrını, ey kâinat!

Gökler üstü açmış kanat,

Yüksekliği yükseltmekte.

Fikretmekte, fikretmekte…

Hep yolculuk, hep yolculuk;

O yer bu yan, güney, kuzey.

Düşüncedir sevdiği şey;

Yol ve fikir, çifte oluk.

Hep yolculuk, hep yolculuk…

«Sana selâm, sana selâm!»

Meleklerin haykırışı.

Köşe bucak, nur çıkısı;

Yok başka iz, başka kelâm:

«Sana selâm, sana selâm!»

O ne haşyet, o ne haşyet!

Ne bir haber, ne sezinti.

Yüreğinde bir ezinti:

Hastalıksa bu hal şayet?

O ne haşyet, o ne haşyet!

Ve düşünce ve düşünce…

Son menzile ilerledi.

Yaşı ancak otuzyedi;

Tek sırdaşı büyük zevce.

Ve düşünce ve düşünce…

***********************************************

HİRÂ DAĞI

-21-

Bir dağ ki, ismi Hirâ;

Ona kilimdir sahra.

Başı göklere değmiş,

Kuyu dibinden hücra.

Üzerinde bir koğuk;

İçi yılandan soğuk.

Sükût saçını yolar,

Dibinde boğuk boğuk…

Kimsesizlik bucağı,

Mâvera salıncağı.

Üç yıldır bu yerde O,

Bekliyor olacağı.

Erişmiş yaşı kırka;

Adım başı harika.

Işıklar, pırıltılar,

Nidalar, arka arka.

Bir süzülüş, ziyada;

Bir siliniş, eşyada.

Çıkıyor gördükleri,

Altı aydır, rüyada.

Onyedi Ramazandı;

Yine dağa uzandı.

Gece gördüğü rüya,

Nurdan bir fezeyandı.

Gökler sökülmesin mi?

Dağ taş bükülmesin mi?

Bir nur ki, billûrlaşmıs,

Yere dökülmesin mi?

Ey sema, mavi mendil!

Resulün alnını sil!

Kimdir karsışındaki?

Sultan melek Cebrâil!…

***********************************************

NEBİ

-22-

Hep ard arda perdeler, ötenin ötesinde;

O’na göründü Melek, bu dünya perdesinde.

«İkrâ», vahyin ilk oku;

«İkrâ», bir emir: Oku!

Cevap: «Ne okuyayım?… Okur değilim ki, ben!»

Üç kere aynı emir ve karşılık… Peşinden,

Âyet âyet bir hitap:

Allah’tan gelen kitap.

O’na Allah, «İsmiyle oku, diyor; Rabbinin!»

Marifete daveti, Kâinat Sahibinin…

Senin için, ey insan!

Büyük kerem ve İhsan….

Veren… «Uyuşmuş kana hayat ve hamle veren.»

Kilitleri açtıran, «ilmi kalemle veren»

Allah’tan kula ihtar…

Allah ismi anahtar!..

Heceletti, Mevlânın fermanını Cebrâil;

Ve alışınca O’nda âyetlere kalb ve dil,

Silindi birdenbire…

Hepsi bir anlık süre…

Ne o, melek kaybolmuş, gök yırtık ve yer batık!

Tecelli ki, önünde adım atılmaz artık.

Eşyada bir çökerti…

Aklı yakan ürperti…

Sırtında bir ağır yük, indiği dağdan üstün;

Evine koştu: «Sarın beni, sımsıkı örtün!»

Nebî girdi döşeğe

Ve gömüldü râşeye…

***********************************************

KORKU

-23-

Döşekte, koynuna almış gaibi,

Titriyor, örtüler altında Nebî.

Devletinden O’na sır verilmemiş;

Makamı ve hali gösterilmemiş.

Yok, nebîliğinden henüz bir koku…

Nedir, ne oluyor? Ve büyük korku!…

Kalmamış başına yastığında yer,

Çöker mi acaba bastığında yer?

Kül olmak var, zaman bir lâhza dursa…

Soruyor: Ya bana bir hal olursa?

Korkma, bir şey olmaz, diyor Hadice;

Gidiyor, Varaka adlı bilgice.

Hadicenin yaşlı adam, yeğeni;

Diyor ki: «Yıllardır beklenen yeni,

Ve son Peygambere bunlar işâret.

Sana müjde: O’na sabır, cesaret…

Gördüğü o şekil, ederim yemin,

Musa’ya görünen Cibril-i Emin…»

O’na da rastladı bir gün ihtiyar,

«Müjde olsun, dedi; Allah sana yâr!

Sen O’nun en büyük Peygamberisin!

Tevekkülle bekle, zamanı gelsin…

O gün kavmin düşman olacak sana.

Keşke düşebilsem ben de arkana;

Seni canla başla koruyabilsem…

Yetişir miyim tek, o güne bilsem?»

Doğru; eza çeker kavminden nebî;

Budur nebîliğin ulvî nasibi…

***********************************************

BERZAH

-24-

Üç sene, tam üç sene;

Kesildi vahyin ardı.

Gökleri tıkmışlardı,

Bir karanlık mahzene.

Hirâ dağı ses vermez;

Feza buz tutmus gibi…

Sus ve düşün, yok dibi!

Akıl almaz, el ermez.

Buna berzah demişler;

Sayı saydıkça ölüm.

Hep kesiklik ve bölüm;

Arsın, fersah demişler.

O’dur, atacak, O’dur,

Kendisini bir yardan:

Hemen bir ses yukardan:

Resuller Resulü, dur!

İnişi yok basamak…

Geldi iş son kerteye.

Ya geçmek var öteye,

Yahut bin parça olmak…

Ey Cebrâil, etme gel!

Bir renk, ışık nağme ol!

Sevgiliden nâme ol!

Bekletme, bekletme gel!…

***********************************************

RESUL

-25-

Başı önünde, bir gün, inerken dağ yolundan.

O’nu bir ses durdurdu, çekmiş gibi kolundan.

Önü boş, arkası boş; bakındı, ne can, ne iz…

Sükût bir tas ocağı, açılmış dehliz dehliz.

Duyduğu ses topraktan gelmiş olmasa gerek,

Hummâ dolu gözlerle döndü, ürkek…

Aman!… İşte orada, derinde mi derinde,

Vahyin şanlı Meleği, bir kürsü üzerinde…

Bir çakıntı, bir parıltı, göze mil çeken ışık;

Koşarak indi dağdan, etekleri dolaşık…

Birden ne görse iyi; her yerde aynı şekil,

Sayısız aynalarda tek tecelli: Cebrâil…

Eve koştu, dişleri birbirine vurmakta,

O’nu, akıl yakıcı bir rüzgâr savurmakta…

Dedi: «Soğuk su dökün üstüme kırbalarla,

Ve sarın vücudumu, sımsıkı abalarla…»

Zangır zangır bir yatak, örtü üstünde örtü…

Ve birden, oracıkta bir fışkırış, püskürtü.

Bu bir nur infilâkı, bu bir ilâhi şişsek;

Arş’tan hedef almışlar; nur huzmesinde döşek.

Resul, resul ki, artık resuller ona uyruk;

Geldi Melek, dilinde Haktan Resule buyruk:

«Ey örtüler altında titreyen Peygamber, kalk!

Allah emrini bildir, senin, yerde gökte halk…»

***********************************************

İLKLER

-26-

İlk Müslüman, Hadice;

Haberi öğrenince

Teslim oldu büsbütün…

Ardından Ebubekir;

İspatı aşan fikir,

His ki, akıldan üstün…

Derken küçücük Ali;

Önce şaşkınlık hali,

Sonra candan tutuluş.

Ve Zeyd, azadlı köle;

Ona açıldı kale,

Sığınak ve kurtuluş…

Er, köle, kadın, çocuk,

Her dalda bir tomurcuk,

Teker teker birinci.

Dostlarına koştular;

Kalblerinde bir rüzgâr,

Ebedîlik sevinci…

Bildirdiler buyruğu;

Herbirinin yumruğu,

Kapılarda bir topuz.

Geçtiler evden eve,

Kuruldu ilk çerçeve,

Sayı tam otuzdokuz…

***********************************************

DAVET

-27-

Peçe altında davet;

Duvaklar şahid olun!

Fısıltılı bir halvet:

Dudaklar şahid olun!

Erkam’ın evi dolu;

İlklerin karakolu.

Önü uçsuz çöl yolu;

Uzaklar şahid olun!

İlkler, gençten ve kuldan,

Mustaripten, yoksuldan.

Baba ayrı oğuldan.

Ocaklar şahid olun!

Kureyşte tepki alay:

Bu ne acaip olay!

Hakaret dolay dolay;

Sokaklar şahid olun!

Dillerde bilmeceler,

Büyük günü heceler.

Şahid olun geceler.

Şafaklar şahid olun!

Ve emir: Bayrağı çek!

Putlar tepelenecek!

Küfür debelenecek!

Sancaklar şahid olun!

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: