ALİ OSMAN ZOR: ADIMLAR KADROSUNA, ÇEVRESİNE VE DOSTLARINA
ADIMLAR Fikir-Kültür-Siyaset Platformu Genel Başkanı Sayın Ali Osman ZOR’un, “25 Mart 2015 Saldırısı ve Ünsal ZOR’un Şehâdeti Vesilesiyle” gerçekleştirilen programda yaptığı konuşmasının metni…
Programın sonunda kürsüye gelen Genel Başkanımızın “yazılı metin” üzerinden okuduğu konuşmasının görüntülü kaydını da sizlerle paylaşacağız.
ADIMLAR
ADIMLAR KADROSUNA, ÇEVRESİNE VE DOSTLARINA
Bükülmez, eğilmez, uzlaşmaz, teslim olmaz, taviz vermez bir çizgi ve istikâmet üzere İBDA Mimarı Kumandan Mirzabeyoğlu’nun hayâli ve rüyâsı olan BAŞYÜCELİK İdealini gerçekleştirmeye namzet insan topluluğu olarak sizleri selâmlıyorum ve hoş geldiniz diyorum!
Bu selâmlamada, fark etmişsinizdir ki, ADIMLAR’ın kısa da olsa bir tarifini yaptım; uzlaşmaz ve teslim olmaz bir çizgi! Başlangıcından bugüne kadar böyle geldi, İnşallah bundan sonra da bu, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun rüyâsını gerçekleştirmek adına böyle devam edecek.
İBDA Mimarı bize bir davâ, bu davânın nasıl tatbik edileceğine dair stratejik bir plân bırakarak perde ardına geçti…
Maddî olarak şu ân, tüm İBDA mensuplarını kapsayacak şekilde son karar hakkı takdirinde bulunan ve sevk ve idare misyonunu yerine getirebilecek Kumanda merkezimiz mevcut değil… Ve bugün, Kumandan’ın şehâdetinden sonra İBDA mensuplarının ilk hâlletmesi gereken mesele de bence bu olmalı.
Hatâmız ve suçumuz o kadar büyük ki, yapılan hiçbir müsbet faaliyet bu hatâ ve suçu örtemez. O’nu koruyamadığımız için suçluyuz! O’nu koruma ve kollama faaliyetini -ki, siyasetin temel misyonlarından birisi- örgütleyip düşmanlarını etkisiz hâle getirememek yapılabilecek en büyük hatâ olarak üzerimizde duruyor. Liderini koruyamayan veya onun katledilerek tasfiye edilmesine gerekli karşılığı veremeyen siyasî bir hareketin başarısından bahsedilemez.
Bu duygular içerisinde bildiğiniz üzere -bugün 10,5 ay olmuş vefâtının üzerinden geçen zaman- vefâtından hemen sonra kapalı bir toplantıda aldığımız bir kararla Adımlar Platformu’nu, platform çatısı altında faaliyet gösteren tüm gruplarla birlikte feshetmiştik. Bahsettiğimiz suçluluk psikolojisi başta olmak üzere, bu karar, Kumandan’ın şehâdetiyle ortaya çıkan beklenmedik yeni duruma bağlı olarak atılmış bir adımdı. Bu karar kapsamında beraber hareket ettiğimiz arkadaşların tamamını faaliyetlerinde serbest bıraktık.
Kumandan’ın vefatının arkasından Ramazan ayında gerçekleşen kamuoyuna açık toplantıda belirttiğimiz “önümüzdeki dönem bir geçiş dönemi. Her geçiş dönemi de bir hazırlık dönemidir. Bu hazırlık döneminde köklü çalışmalarla İBDA’ya nisbetle mücâdelede kök salalım ve köklü işler yapalım” şeklindeki tavsiye niteliğindeki düşüncemizin bir gereği olarak hemen akabindeki toplantıda da bu fesih kararını açıklamıştık.
Bu kararın alınmasında bizim açımızdan etken olan hususlar şunlardı;
1- İBDA’nın ortaya koyduğu stratejik plânın en temel ilkesi “Cephe” örgütlenmesi içinde, her İBDA bağlısının “cephe” üzerinden asıl bağlılığının “son karar” merciî olan ve tüm hareketi bağlayıcı “takdir hakkı”nın da kendisinde bulunduğu İBDA Mimarı olması…
O’nun şehâdetiyle ortaya çıkan yeni durumda ise, her “cephe”yi bağlayacak bir “takdir hakkı”nın kullanılmasıyla “son karar”ı verici bir makâmın bulunmaması… Hâliyle, belli bir hiyerarşiye bağlı cephe içerisinde faaliyet gösteren herhangi bir İBDA mensubunun, bağlı olduğu cepheyi “son karar merciî” görmeyebileceği; bundan dolayı da ayrılmak isteyip de ayrılamadığı bir ortamın ortadan kaldırılması ve hür iradesiyle tercih yapabilmesi için bu karar alınmıştır.
2- İBDA Mimarı’nın şehâdetiyle ortaya çıkan yeni durumun Adımlar Kadrosu ve çevresi üzerinde bir travma etkisi yaptığı açıktı… Normal olan bu travmanın buhran veya bunalım seviyesinin ne olduğunun anlaşılması; eğer böyle bir durum varsa, herkesin tek başına bir muhasebe yapması zaruretinin ortaya çıkması… Bu zaruretten dolayı “doğru karar” verebilmek için, özellikle de benzer olağanüstü şartlarda insanın “çevre” etkisinden uzaklaşarak yalnız kalması en doğru yol olabilir düşüncesi…
3- Bahsettiğimiz bu yeni duruma bağlı ortaya çıkan hususların Adımlar Platformu merkezi tarafından tüm etkileriyle değerlendirilmesi, bundan sonraki faaliyetlerimizin ön şartı olarak kabul edildiğinden dolayı, maliyeti ne olursa olsun, kesinlikle bir “hasar tespit” çalışması yapma zorunluluğu…
Bu hazırlık-geçiş sürecinin neticesinde;
Asliyeti itibariyle tek bir fire bile vermeden, hamdolsun bugüne kadar geldik. Fakat, işin içinde olanların da anlayacağı üzere, iç çekişmelerde ortaya çıkan gerilime dayanamayan insanlar çıkabilir. Gariptir ki, “dış”tan bir saldırı olduğunda dayanabilen bir insan, “iç” çekişmelerde ortaya çıkabilecek gerilime dayanamayabilir. Bunu başa alarak söylüyorum ki; fire vermediğimiz gibi yeni katılımlarla kadromuz ve çevremiz hem keyfiyet hem de kemiyet olarak daha da zenginleşmiştir… Gerilime dayanamayanlar ise, bizim için zaten kayıp sayılmaz. Dönüş yolu daima açık olmak kaydıyla, haklarında hayırlı olan neyse o olsun.
Yurtiçi ve yurtdışındaki gönüldaşlarımızla doğrudan ve dolaylı yaptığımız istişareler neticesinde “birliğimizi tesis” yolunda mutabık kalınan ve bu aşamada ilk adım kapsamında gördüğümüz aşağıdaki alınan kararlar çerçevesinde faaliyetlerimize devam kararı alınmıştır.
1- İBDA Mimarı Kumandan Salih MİRZABEYOĞLU, 18 yıl boyunca, 7/24 gördüğü efsanevî Zihin Kontrolü – TELEGRAM İşkencesi’nin bir aşamasında katledilmiştir. O’nun katledildiğine dair en ufak “şüphe”si olan ya bir yolunu bulup bu şüphesinden kurtulsun, yahut hiçbir açıklama yapma gereği duymadan bizden ayrılsın… Çünkü, bundan sonraki faaliyetlerimizin ideolojik ve siyasî temelini İBDA Mimarı’nın şehâdeti oluşturacağından, O’nun katline-şehâdetine en ufak şüphe eğilimi gösteren bir zihniyetle birlikte adım atmamız mümkün değil… Tüm koruma, kollama, düzenleme ve yönlendirme faaliyetlerimiz Kumandan’ın şehâdeti temel alınarak örgütleneceğinden, O’nun bir suikastle katledilmesine duyulan en ufak şüphe, ideolojik ve siyasî tutum ve tavırlarda zafiyet ortaya çıkarabilir…
Kumandan, suikast tarihi 4 Mayıs 2018 tarihinden 20-25 gün evvel, başka bir cepheye mensup bir şahısla “kaydet!” emriyle yaptığı ve o zaman ilgili-ilgisiz herkesle paylaşılması gerektiğine inandığımız, ama paylaşılmayan, “ihbar” niteliğindeki telefon görüşmesinde aynen şunları söylemişti: “Benim hiçbir şeyim yok. Sağlıklıyım… Bana bir şey olursa TELEGRAM’dan…”
İşin hukukî vechesi hukukçuları ilgilendiriyor… Biz, siyasî vechesi üzerinde değerlendirmeler yapmakla yükümlüyüz ki, meseleyi bu yönüyle ele aldığımızda o dönem yapılabilecek çok şeyin olduğunu hepimiz biliyoruz.
Bu telefon görüşmesinden 20-25 gün sonra Kumandan’ın dediği oldu ve 4 Mayıs 2018 tarihinde suikaste uğradı… Kumandan’ın “ihbar” niteliğinde kabul edilmesi gereken ve bilgilendirme kastıyla yaptığı konuşmasının her cümlesinden anlaşılan bu telefon görüşmesinin muhatabı-çevreler, ne gariptir ki, arkadaşlarımız tâ Kartal Cezaevinden yani işin başından beri bizzat Kumandan’ın direktifiyle, gördüğü işkenceyi kamuoyuna anlatma gayreti içerisinde bir takım faaliyetler yürütürlerken, “aman ha, Telegram’dan bahsetmeyelim!” demekteydiler… O zamanlar “Telegram’dan bahsetmeyelim!” diyenler, bugün de 4 Mayıs suikastinden ve 20-25 gün evvel Kumandan’ın bu “ihbar”ından kimseye bahsetmediler… Tarih illâ ki bunun sebebini sayfalarında boşluk bırakmama adına bu çevrelere soracak… O zaman cevabı hep beraber öğreneceğiz.
Velev ki, Kumandan’ın böyle bir ses kaydı olmasaydı; bizim açımızdan netice değişmezdi… İnsanlığın gâyesine düşman bir çevrenin, yaptığı, böylesi insanlık dışı bir İşkencenin tabiî bir neticesi olarak vefâtını yine şeksiz ve şüphesiz suikast olarak değerlendirirdik. İBDA Mimarı’nın vefâtının bir suikastle gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğine dair en ufak bir şüphe eğilimi ve tavrı, bir yerleri koruma veya bir yerlere mahçup olmama veya mahcup olmaktan imtinâ etme mânâsına geleceğinden, zerre şüphesi olmayanlarla birliğimizi sağlayıp, yolumuza devam edeceğiz.
2- 25 Mart 2015 tarihinde, yâni, 29 Kasım 2014 tarihinde gerçekleşen ve önemi, zaman geçtikçe daha iyi anlaşılanacak tarihî konferansından 4 ay sonra ADIMLAR’a yapılan bombalı saldırının ve Büyük Mücahid Ünsal Zor’un şehâdetinin arkasından İBDA Mimarı, “bu saldırının intikâmının alınacağını” söyledikten sonra, “nasıl” olacağını da aynen şu cümlelerle ifâde etmişti:
“Onu öldürenler, topyekün yeni imân gençliğini kastetmişlerdi. Size düşen karşılığın da aynı çapta olması gerektiğine göre, siz büyük inşânızı tamamlamaya bakınız! O zaman topyekün küfür yığınını o binanın temelleri altında ezilmiş ve kemikleri tebeşir lekesi hâline gelmiş bulacaksınız! Elverir ki Allah, “OL!” desin.” [Ölüm Odası –b Yedi- Salih Mirzabeyoğlu / ŞEHİDLE GELEN…]
Kumandan, Adımlar’a yapılan saldırıyı “topyekün yeni imân gençliğine” yapılmış bir saldırı olarak değerlendirirken, Adımlar da Kumandan’a yapılan saldırıyı “yeni iman gençliğinin gâyesine yapılmış bir saldırı” olarak değerlendiriyor. Dolayısıyla, Adımlar’a yapılan saldırının ve O’nun “ahrette komşu olmayı dilediği” şehîd Ünsal Zor’un intikâmı, küfrü yığın hâline getirip, tebeşir tozu gibi un ufak ederek alınması gerekiyorsa, peki Kumandan’ın intikâmı nasıl ve hangi çapta alınacak?
Gayelerin Gayesi olan Allah ve Resûlü’ne yol verici gâyemizin intikâmı, “bunun hesabını sormazsak adam değiliz!” şuuru içerisinde, Adımlar’ın bundan sonraki faaliyetlerinin tek temeli ve tek hedefidir.
O, bizi, yâni “yeni imân gençliği”ni, yani “gerçek delikanlı”larını korumak için kendisini fedâ etti. Biz ise O’nu koruyamadık, suçluyuz. Ama, suçumuzu biraz da olsa hafifletmek ümidiyle O’na yapılanların hesabını sorup, intikâmını alabiliriz.
3- İçte ve dışta herkesin olduğu gibi bizim de dikkatimizi çekiyor; İBDA Mimarı’nın şehâdetine karşı sergilenen sessizliğin, 18 yıl boyunca Zihin Kontrolü-Telegram İşkencesine karşı sergilenen sessizliğin devamı ve bir parçası olduğu… Anlaşılıyor ki, birileri, meselenin konuşulmasını görünmez veya görünmezleştirilen tedbirlerle engellemeye çalışıyor… “İBDA’nın dostları” olduklarını iddia edenlerin mütereddit ve mahcup tavırları da, bu konuyla alâkalı görünmez/görünmezleştirilen tedbirler alanları, tedbir almakta daha da cesaretlendiriyor.
Şahid olduğumuz bu “sessizlik” tavrı bile kendi başına 4 Mayıs’ta İBDA Mimarı’na bir suikast yapıldığına bir delil teşkil edebilir. Beş yaşındaki çocuk bile bu sessizliğin tipik bir “ademe mahkûm etme” tavrı olmadığını görebilir. Bu bir KOMPLOdur! Bir yerlerde kararı alınmış, eldeki tüm imkân ve araçlarla “nasıl ve hangi seviyede” uygulanacağı en ince ayrıntısına kadar plânlanmış, İBDA Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’na ve tüm İBDA mensuplarına karşı kurulmuş bir komplo… Adı da malûm; hepimizin bildiği “duymadım, görmedim, bilmiyorum”dan mülhem “Üç maymun komplosu”…
Herkesin herkes hakkında istediği yalanı-iftirayı uydurduğu ve yine herkesin herkes hakkında istediği tehdidi ve şantajı yaptığı ve muhatabının hem savcısı, hem hâkimi ve hem de celladı olduğu böyle bir dönemde 4 Mayıs Suikasti’nin “suikast olup olmadığı”na dair maddi delil arayacak kadar terazimiz “hassas” değil.
Bizim için Kumandan’ın “kendisine bir şey olduğu takdirde sorumlusunun Telegramcılar olduğu”nu söylediği ihbar niteliğindeki sözü ve işin başından beri Avukat Güven Yılmaz ve Avukat Ahmet Arslan başta olmak üzere tüm avukatlarının çeşitli platformlarda yaptıkları şahitlik , 18 yıl boyunca gece-gündüz, 24 saat yaşadığı işkence, her türlü maddî delili de kendisine bağlayan ve olması muhtemel tüm maddî delillerin üstünde kesin-açık ve tartışmasız bir delildir…
4- Göğün patlamamak, yerin de çatlamamak için kendisini zor tuttuğu, insanlık tarihinin en acı günlerinden biri olan 4 Mayıs 2018’de, İnsanlığın bu dönemdeki Gayesi’ne karşı işlenen insanlık dışı bu suçun faillerinin açığa çıkarılması, her fırsatta Hükümet’ten talep edilmeli, edilecek…
Pasifizm ruhunu ve teslimiyetçiliği nefretle reddeden bir tavırla, mahcup bir dilenci edâsıyla değil; cesurca, İktidar, iktidar olmanın gereğini yerine getirmeye davet edilecek: “Kumandan Mirzabeyoğlu’nun katillerini bul!” denilecek.
İşin devlet gücü gerektiren kısmını her platformda iktidardan talep etmek, her İBDA bağlısının en tabiî hakkıdır. Bu husus hiçbir şahıs veya hiçbir grubun inhisarında değildir. Her zeminde kiminle görüşülürse görüşülsün, İktidar çevresi ile girilen tüm ilişkilerde söz muhakkak 4 Mayıs Suikasti’ne getirilip unutulmasına ve unutturulmasına izin verilmeyecek. Bu yöndeki tüm gayretlerin önüne, eldeki imkân ver araçlarla set çekilecek. Bu, Adımlar’ın bundan sonraki başlıca görevlerindendir.
Zihin Kontrolü – Telegram gerçeğini sokaktaki adama kadar artık bilmeyen yok… Üsküdar Üniversitesi Rektörü ve İBDA Mimarı’nın bu konuda “muhakkak bilgisine başvurulması gereken kişi” olarak işaret ettiği Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın tabiriyle de, “Zihin Kontrolü artık litaratüre girmiş olarak ilmin kapsama alanı içinde bulunmaktadır.” Herkesin bildiği bu gerçeğin, herkesten daha fazla ve doğru olarak İktidar’ın bildiğini ise her aklıselim tartışmasız bilir.
Fakat;
2002 yılından beri İktidarın, -aynı 4 Mayıs Suikasti’nde olduğu gibi- bu konuya öyle bir kayıtsızlığı var ki, sanırsınız, egemenliği elinde tutanlara göre zihin kontrolü gerçeğini İBDA bağlıları başta olmak üzere hiç kimse bilmiyor. Herkesin bildiği bir gerçeğe karşı kayıtsız kalmak ve “hâkimiyet alanı”nda yaşanan bu gerçekten İKTİDAR olarak hiç bahsetmemek başka ne mânâya gelebilir ve ne ile izah edilebilir?
İBDA Mimarı’nın şehâdeti üzerinden neredeyse bir seneye yakın bir zaman geçtiği hâlde, yirmi yıla yakın devam eden Zihin Kontrol işkencesine karşı, nasıl ki örgütlü bir sessizlik hâkim olduysa, ifâde ettiğimiz üzere aynı sessizlik şehâdetinin ardından da devam ettiriliyor… KATİLLERin bu sessiz ordunun içine gizlendiği kesin! İktidar, bu sessiz orduyu didik didik etmeli; eğer İktidarsa… Hâkimiyeti altında yaşayan milletini düşünüyorsa …
Hiçbir tevile yer bırakmadan söyleyelim ki;
O’nun maruz kaldığı Zihin Kontrolü İşkencesine ve katline susanların veya bu katliamı unutturma ve gündeme gelmemesi için çaba harcayanların Müslüman olduklarına inanmıyoruz! Buna inanmadığımız gibi, “insan” olduklarına da inanmıyoruz.
Böyle bir zaman diliminde, yaşadığımız bu olağanüstü şartlarda, Kumandan’ın şehâdetiyle alâkalı ne düşündüğümüzü tüm unsur ve etrafıyla açık-seçik ve dosdoğru bir şekilde söylemezsek, buna bağlı olarak da yapmamız gerekenleri yapmazsak tarihin sayfalarına “en az katiller kadar suçlu” yazılacağımız gibi, İlâhî Mahkeme’de de aynı yafta boynumuza asılacaktır!
Teslimiyetçi ve mahcup ricâcılıklarını gizlemek için sessizliği tercih edenlerin aksine, bu cinayetin / 4 Mayıs Suikasti’nin faillerinin açığa çıkarılmasını İktidar’dan mahcup ve utanarak ricâ etmeyecek, cesurca talep edeceğiz. Kalben ve fiîlen İnsanlığın Gayesi’ne karşı insanlık tarihinin işlenmiş en büyük suçlarından birine, yani 4 Mayıs Suikasti’ne iştirak edenler, inanıyoruz ki, bizim cesurca sergileyeceğimiz bu talepkâr duruşumuz karşısında her biri kendi hâl dilleriyle kendilerini ele vereceklerdir. Bundan dolayı kim ne biliyor ve ne düşünüyorsa, zaman kaybetmeden bu katliamın unutturulmasına izin vermemek adına cesurca dile getirmeli.
İktidarı herkesin bildiği bu gerçeği bilmezden gelme tavrından vazgeçirmeliyiz. Suçlular açığa çıkarılmadan ve efsanevî Zihin Kontrolü – Telegram İşkencesi kitlelere anlatılmadan, milleti bu işkenceye karşı koruma altına almadan, Anadolu’da gerçek bir İslâm Devrimi’nin başarıya ulaşmasını beklemek ham hayâldir. Hiçbir şantaj ve tehdide boyun eğmeden, tüm yalan ve iftiraların temel yapıldığı linç kampanyalarına kulaklarımızı tıkayarak ân’ın vâcibi – ânın gereğini yerine getirme adına, eldeki imkân ve araçlarımızın tamamını kullanarak bu işe seferber olmak, bugünkü “Devrimci Görev”imizdir; hem de tek görevimiz.
İBDA’nın bağımsızlığı ve “bağımsız, hür bir çaba içerisinde aksiyonunu inşâ etme” ilkesi, bu görevi yerine getirmek için talebimizi örgütlerken, bizim de temel ilkemiz olacaktır.
5- Adımlar, 2013’ün sonuna doğru “Adım” ismiyle faaliyetlerine başladı… 2014’ün Nisan başına kadar bu isimle yürüttüğümüz faaliyetlerimizi düzenli olarak bir rapor hâlinde kendisine gönderdiğimiz İBDA Mimarı, aracılarla şu haberi gönderdi:
“ADIMLAR daha dinamik bir isim, bu sorumluluğu taşıyabilirler mi? Taşıyabilirlerse isimlerini ADIMLAR olarak değiştirirler mi?”
Nezaketi en üst perdesinden verilen bu emir neticesinde ismimizi “Adımlar” olarak değiştirdik. Başlarda kendisinin İBDA’ya bağlı siyasetin nasıl yürütüleceğinin şaheserlerinden olan “Adımlar” ismiyle bir eseri olduğundan, edepsizlik ve layık olamama düşüncesiyle biz, sadece “Adım” demiştik. Bizim bu düşüncemiz daha sonra kendisine aktarılınca, “tabiî işin, böyle bir tarafı da var. Lâyık olmaya çalışsınlar.” demişti.
“Layık olabildik mi, olamadık mı?” Bize karşı hiçbir övgü ve sövgü tutumunu göz önüne almadan içinde bulunduğumuz şu duruma bakarsak; layık olamadık… Çünkü O’nu insanlık düşmanlarından koruyamadık. Mazeretsiz olarak, bu böyle!
“Vazgeçilmezimiz”i kahpece elimizden aldılar!
Evet… İBDA Mimarı, İslâm İhtilâl-İnkılâbı’nın vazgeçilmeziydi… Karşı karşıya olduğumuz “yeni durum”un ortaya çıkardığı bu meseleye Adımlar olarak, bundan sonraki dönemde bilâhare döneceğiz ve ne demek istediğimizi Adımlar sayfalarında açıklayacağız. Şu kadarını söyleyelim ki, Adımlar ideolojiyi yayacak ve siyaseti yürütecek “öncü- kadro” mânâsıyla ideolojik ve siyasi merkezi-liderliği, yeni dönemde İBDA’ya nisbetle kendi anlayışı üzerinde tesis etmek niyetindedir. Bu mânâda “Adımlar” ismi belli bir şahsın faaliyetinden ziyade bir kadronun ifadesine delalet eder. Niyetimiz bu.
Dinamizm açısından ise, gücümüzün son haddiyle, eldeki tüm imkân ve araçları kullanarak hâdiselerin ardından koşturan ve onlar karşısında etkilenen olmayı Pasifizm Ruhunu ve Teslimiyetçiliği reddederek, İBDA adına müdahaleci ve etkin bir oyuncu olma hedefiyle, hep hareketli ve dinamik olduk…
İlk çıkışımızda kendimizi şöyle tanıtmıştık:
“Dost başa, düşman Adım(lar)’a bakar!”
O’na karşı bütün düşmanlıkları üzerine çekebilmek liyakatini göstermek idealiyle, Adım…
Dost O’na, Düşman Adımlarımıza bakmaya devam etsin!
Her Adım’ı İBDA olan ADIMLAR’ın Sahibi Kumandan Mirzabeyoğlu’na Adım uydurabilmek niyetiyle…
ADIM(lar) ATIYORUZ!”
Hamdolsun, öyle de oldu; Ünsal Zor’un şehâdeti de bu anlayışın neticesi oldu.
İBDA adına yaptığımız hamleler, sadece içeride yankı bulmadı; hepinizin takip ettiği üzere Amerika’dan Avrupa’ya, tüm düşmanları İBDA’nın Adımları’na kadar geldi… Yine İBDA adına tuttuğumuz mevziîn etkisi Türkiye’den başlayarak, Avrupa, Ortadoğu, Türkistan ve Rus coğrafyasına kadar yayıldı… Bu etki hâlen de devam etmekte…
Daha sonra, “tehlike”nin farkına varmış olacaklar ki, İBDA’nın düşmanları, Adımlar’ın şahsında tecelli eden “yeni imân gençliği”ne kahpece saldırdılar… Bu saldırıda hedef Adımlar Dergisi’nin yayınına son vermek değildi. İBDA-Adımlar’ın tüm kadrosunu ortadan kaldırmaktı…
“Yeni iman gençliğine yapılan” bu saldırıyı, o dönemde içeriden yapılan sistemli saldırıların cesaretlendirdiğini ve “iç”ten gelen bu saldırıların, Ünsal Zor’un şehâdetini hızlandırdığını bir kenara not edin.
Bundan sonra, “akan su pis tutmaz” mutlak ölçüsüne nisbetle, ânın hakkını verme gayreti içerisinde gözümüzü hedeften ayırmadan, bu dinamizm içerisinde tür faaliyetlerimizi örgütleyeceğiz.
6- Bizim için artık kısa, orta ve uzun vadede gaye hâsıl olana kadar 4 Mayıs Suikasti’ne verilecek örgütlü karşılıkla, BAŞYÜCELİK hedefli mücâdele birleşmiştir ve aynıdır.
7- “DEVRİMCİNİN GÖREVİ DEVRİM YAPMAKTIR”
Castro veya Che Guevera’ya ait olduğunu zannettiğim bir söz var; “Devrimcinin görevi, Devrim yapmaktır!”…
Bir devrimcinin, “Devrim’e inancı olan bir devrimci” hâline gelebilmesi ancak Devrim’in ideolojisini – şuur süzgecini kendi şuurunda inşâ edip “iç oluş”unu tamamlamasıyla, yani, kendi devrimini gerçekleştirmesiyle mümkün olur… Aynı zamanda bu faaliyete, kaybedilen inancın ve güvenin yeniden kazanılma süreci de diyebiliriz.
Bir devrimci, devrim yapma görevini şuurlaştırdığında ve devrim yapabileceği inancı oluştuğunda, içindeki “Fatih” de uyanıyor demektir. Uyanan fatihlerin her biri, ideolojinin taşıyıcısı, O’na nisbetle de, devrimci siyasetin “kurma, koruma ve düzenleme” mânâsıyla yürütücüsü olarak devrimin dayanacağı sınıfı ve mücâdelenin önderliğini oluştururlar.
Bizim devrimimizin dayandığı sınıf, İdeoloji’nin zaman ve mekân şartlarında kendisinde tecellî edeceği ve Derin ve Gerçek Mümin’in vasfı olarak “Aydın Sınıfı”…
“Aydın” deyince aklımıza gelen pratik görevlerden kaçan, kurulduğu fildişi kulelerde “kültürel faaliyetler” adıyla dar bir çevreye mahkûm olmuş, sabah akşam “kadro olmak lazım” deyip, diğer taraftan ise yetişmiş insanların pırasa gibi doğranma gayretini kayıtsızca seyreden “entelektüel bir geveze” gelmiyor.
Bizim “aydın” deyince aklımıza, kafasındaki hedef ve bu hedefe ulaşmak gayesiyle gerçekleştirmek zorunda olduğu Devrim için, ilk önce kendi sınıfını örgütleyen, aynı ânda da toplumun her kesimine inandığı İdeoloji’yi yaymaya çalışan, bu yaygınlaştırma faaliyetini belli bir hiyerarşi, büyük bir sorumluluk ve disiplin içinde yürüten vicdanlı insan geliyor. Hangi sınıfa mensup olursa olsun emri vicdanından alan…
İBDA Mimarı’nın, en kötüsünden mukalliti veya O’nun fikrini kendi fikriymiş gibi bıktırırcasına tekrar eden tipe, Adımlar’ın kadro ve aydın anlayışı olabildiğince uzaktır.
Adımlar Kadrosu ve Çevresi için yapılacak ilk iş, mevcut potansiyeli de açığa çıkarıcı bir anlayış ve hareket tarzıyla esaslı bir çevre taraması işlemi içerisinde Davâ’yı toplumun tüm katmanlarına yayacak, mücadelede yönlendirirci – önderlik rolünü cesaretle üstlenecek bir kadroyu; Aydınlar Sınıfı’nın nüvesini örgütlemek… Eğer Ünsal Zor’a bu öncülerden biri olarak bakıyorsak, şehîdden ilhâm alabiliyoruz demektir. Çünkü bu öncülerin başında da Ünsal Zor geliyor… O’nun şehâdetinin önemi kendi şahsından kaynaklanmıyor; bağlı olduğu Kapı’dan kaynaklanıyor. Aslında tüm şu ifadeler içinde anlatmaya çalıştığımız yegane hakikat budur!
İBDA’nın istediği şuur seviyesine ulaşmayı gerektiren bu eylemin hızla gerçekleşebilmesi için “dayanışmalı fikir oluşumu” prensibiyle birlikte “iş içinde eğitim” prensibi de en etkin bir şekilde işletilmelidir. Bu da bize, İBDA Mimarı’ndan sonra İBDA’nın ortaya koyduğu veya İdeoloji’nin üzerine binâ edildiği belli başlı ilkelerin Adımlar bünyesinde yaşatılması ve canlı tutulması gerektiğini de ihtar eden bir durum.
İş ve eserden, yani, mücadele içinde yerine getirdiği işlerden, icrâ ettiği fonksiyonlardan anlaşılacak bu durum “irfan kıvamı” hedeflenerek “birliğin” temeli, esası ve ilkesi kabul edilmeli.
Adımlar’ın talip olduğu noktayı da göstermesi açısından şu hususun altını çizmeliyiz;
Bir teşkilât, iradî katılımıyla teşkilâta vücut veren yönlendirici – öncü kadronun, İdeoloji’nin “duygu ve düşünce alışkanlıkları”nı ortak refleks hâlinde kazandığında, kendi içinde “birliği” sağlamış gerçek bir teşkilât olur. Ezbere tarafından değil; duyarak, hissederek, şuurlarda sağlanan bu “birlik”ten sonradır ki, o teşkilât birliğin adresi olmaya hak kazanır…
Şuur, tercih yapabilmek… Hürriyet, “başkalarının varlığı ile bağ” kurabilmek… “Şuur terkibi – Sistem”e nisbetle hürriyetini idrak etmiş, hadlerini belirlemiş, tercih yapabilme keyfiyetine ulaşmış, tercihinin sonuçlarını üstlenmiş ve her biri “şahsiyetçilik” prensibini kendinde yaşatan, istikâmetini doğru tayin etmiş, ifrat ve tefrite kaçmayan ahlâklı insanlar… Adımlar’ın teşkilât anlayışı ve İBDA’dan anladığının özü budur!
“Şuurda birliği” ve “şuur birliği” sağlandığında bu kadro keyfiyetine erişilmesi hedefinde en önemli ve ilk adım atılmış olacak…
İradî-hür katılımıyla bu kadronun vücut verdiği teşkilâtın bağımsız mücâdele anlayışı içinde kitleler arasında yaygınlaştıracağı muhtevâ ise, İBDA.
“Kadronun görevi”nden bahisle, Derin ve Gerçek Mümin’in vasfı olan “aydın”dan ne anlaşıldığı aynıdır. Bu noktada İBDA Mimarı’nın “İdeolocya ve İhtilâl” isimli eserinin anlayarak okunması gerektiğini tekrardan hatırlatalım.
İBDA Fikir ve Aksiyon Sistemi’nin açık seçik olarak bizden istediği görevleri, yine aynı açıklıkla tanımlayamadıktan sonra ne “kadro keyfiyeti”nden, ne de İdeoloji’nin taşıyıcısı ve yürütücüsü olması gereken bir kadronun “aydın” vasfından bahsedebiliriz.
Aydın deyince ana hatlarıyla biz ne anlıyoruz?
Aydın, yaşadığı toplum içinde tüm toplumu temsilen vicdanı en gelişmiş, aksiyonunda bağımsız, hür insandır. İBDA’nın muradı olan “aydın”dan anladığımıza gelince; Kurtuluş Yolu’na bağlı, bu yol üzerinde istikâmetini tayin etmiş, yine bu yol ve istikâmet üzere kendi yolunu açan, ifrat ve tefrite kaçmadan, bu istikamete aykırı ne varsa hepsini dışta bırakan, böylece ahlâkını-nurunu tamamlama gayreti içinde olan, ele aldığı meselelerde rey-görüş izhar edebilen, bunu yaparken de hiçbir kınayıcının kınamasına bakmayan, tek manevî otorite olarak İBDA Şuur Terkibi – Sistemini kabul eden ve gören cesur aksiyon adamıdır… Bu mânâda da, vicdanla ilişkisi içerisinde söylemek gerekirse; bizim anladığımız “aydın” aslında gerçek Allah Adamı’dır.
Bu aksiyon adamının yeri ise, seyirciliği ve başka inanış ve görüşlerin malzemesi olmayı reddedici bir tutum ve tavır içinde “fildişi kule” değil, cemiyettir. Hem de tâ merkezi!.. Müdahaleci ve aktör olarak Dava’yı her sahada örgütleyecek şahsiyet sahibinin vasfıdır aydın; hâliyle o, bir seyir manyağı değildir, olamaz da. Onun yeri köşe başlarını tutmak hedefiyle sahadır… Bu şuur seviyesi ise, İdeoloji’de en açık bir şekilde belirtilmiş görevlerini görmekten ve anlamaktan korkmaz.
Adımlar Kadrosu’nun hedefi her sahaya İBDA Ruhu’nu taşımak ve orada yaşatmak için etkili ve sistemli, Sistem’e nisbetle bir mücadele yürütmenin ilk şartı olan bu şuur seviyesine ulaşmak değilse, kenara çekilip kendi iç âlemi içinde hayatını tamamlaması en doğru tercih olacaktır.
Hedefi ve gayreti bu şuur seviyesine ulaşmak olan, bunun yolunun da sahada-siyasî faaliyet içinde bulunmak gerektiğini idrak etmiş şahsiyetlerin vücut verdiği kadro-teşkilât, açık yüreklilikle İBDA’nın emri ve muradı hâlinde kendisine tevdî edilen devrimci görevleri görüp tanımladıktan sonra, o görevleri sadakatle ve fedakârca yerine getirmekten başka bir vazife tanımaz.
Adımların da tüm kadro, çevresi ve dostlarıyla yapması gereken budur.
Düzen güçleri ve iktidar başta olmak üzere, her türlü faaliyet ve müttefiklik, dostluk ve düşmanlık ilişkisi, ulaşılması ve kuşanılması gereken İBDA şuurunun hedeflenmesi ve bu hedef nisbeti içinde bu görevlerin idrak edilmesiyle mümkün ve verimli olabilir… Uluslararası ilişkiler de buna dahil…
İBDA’nın “en ufak çaplarda bile doğru politika” prensibinin yaşatılması manâsına da gelebilecek şekilde, yine bu prensibin esas teşkil ettiği bir mantık içerisinde bilmeliyiz ki; irili ufaklı her türlü faaliyet, hedeften kopmadan ve ancak hedefe nisbetle ele alınır ve örgütlenirse, işte o zaman “mücadelenin tabiî gidişâtı içinde güçlenmek” mümkün olabilir. Bu da İBDA’nın temel prensiplerinden.
Tersi durumda ise; yani, atılan her adımda hedef gözetilmezse, her türlü hareket bizi böler, parçalar ve güçsüzleştirir. Bu menfî durumun ortaya çıkmaması için her adımda tekrar tekrar durum değerlendirmesi ışığında hedef tesbiti ve kontrolü yapmak, siyasî faaliyet kapsamı içindedir. Her bir adım, bir sonraki adımı gerektireceğinden; sonraki adımın doğru zamanda ve doğru yerde atılmış “doğru adım” olduğu kararı, ancak, ilk adımın hedefe nisbetle doğru olduğunu tespit edecek siyasî faaliyet içinden doğmuş ve gelişmiş “siyasî şuur”un vereceği karara bağlıdır.
Bu noktada Ünsal Zor’un şehâdetini bu “yeni dönem” içerisinde atılmış ilk adım olarak kabul edebilir, ondan sonra Kumandan Mirzabeyoğlu’nun şehâdetini ise bu adımın doğruluğunda “yeni dönem” içerisinde kendi birliğimizi ve bütünlüğümüzü tesis etmenin temeli olarak görebiliriz, görmeliyiz.
Siyasî faaliyetlerin doğruluğunu ve yanlışlığını hedefe nisbetle tespit edecek ve devrimci mücadelenin de temsil işlevini yerine getirebilecek siyasî şuurun örgütlenmesi tüm şahıslara hâkim olmak kaydıyla “kadro” halinde ortaya çıkılması zarureti anlaşılıyor. Adımlar’ın hangi görev şuuru ve ne tür bir idrak-irfan kıvamında mevziîni terk etmeyeceği şartı da bu noktada kendini gösteriyor. Gizli olmayan bu nokta, bizce, İBDA’ya muhatab olmanın ilk ve ön şartı olarak kabul edilmeli. Bu idrak seviyesinde görev şuuru ve mesuliyet duygusu gelişmiş böyle şahsiyetler etrafında meseleler konuşulmalı, tenkid-eleştiri metodu da bu şekilde işletilmeli… “Dayanışmalı fikir oluşumu” prensibi de aynı şekilde yine bu şahsiyetler arasında işletilerek hadiseler üzerinde fikir yürütülebilir, O’na nisbetle de herkesin kendi fikri açığa çıkabilir.
Adalet Makâmı
Yukarıdaki ifâdelere bağlı olarak Adımlar kadrosu ve çevresi hiçbir çocukça didişmenin tarafı olarak İBDA ve Kumandan’ın itibar kaybetmesinin aracısı olamaz. Bu büyük bir suçtur! Hele hele bu tür “didişme” içerisinde İBDA’yı taraf olmaya zorlamak Kumandan’ın Adalet makâmına hâlel getireceğinden, affedilebilir bir hatâ değildir.
Evet, Adımlar kadrosu, çevresi ve dostlarının İBDA’ya muhatab olmanın ilk şartı olarak şuuruna varması gereken hususlardan birisi de budur: O’nun makâmı her türlü didişmenin üstünde bulunan Adalet makâmıdır. Hâkimi “taraf olmaya” zorlamak, işgâl ettiği makâma zarar vereceği gibi, kendisini de itibarsızlaştırır. 29 Kasım 2014 Konferansı’na verdiği “Adalet Mutlak’a” isminin bu açıdan bakıldığında rastgele seçilmiş bir isim olmadığı da anlaşılır. Bu başlığın rastgele seçilmediği, konferansın muhtevasına şöyle bir göz ucuyla bakıldığında bile görülebilir. Bu tarihî konferansta İBDA bağlıları başta olmak üzere, toplumu oluşturan tüm ideolojik ve siyasî kesimlere hak ettikleri istihkakı verdikten sonra, olması gerekene (İBDA) nisbetle “ne”, “nasıl” ve “niçin” olmaları gerektiğini de, hepsinin idrak seviyesinde anlattı; hiçbir kesimi dışlamadan, düşmanlaştırmadan… Bu anlayış çerçevesinde bakıldığında 29 Kasım konferansının İBDA Mimarı’nın ilân ettiği “zafer” mânâsını görmek hiç de zor olmaz.
Bu zaferi, hem Telegramcıların hem de onların hizmet ettiği mevcut sistemin ve küfür düzeninin sahiplerine ve yürütücülerine karşı yola çıkmış “Yeni Sistem”in ve bu sisteme bağlı “Yeni Rejim”in mimarı olarak ilân etti.
Nasıl ki bir dönem bazı Hıristiyanların başka Hıristiyanlara karşı Hz. İsa’nın adını Zweig’ın ifâdesiyle “bir savaş parolasına ve askerî eylemler için bahaneye” dönüştürdülerse, benzer bir durumun İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu üzerinden yapılmasına, Adımlar, kesinlikle izin vermemesi gerektiği gibi, böyle bir işin malzemesi de olmamalı. Çünkü, bilerek veya bilmeyerek O’nu, yaptığı işin tarafı hâline getirme gayreti, “Adalet Sarayı”nın misyonuna saldırı, mülkünü tarumar etme yolunun açılmasıdır.
İBDA’yı nasıl ve niçin yapılırsa yapılsın, her “kategorize etme” faaliyeti, O’nun “taraf ilzam etmez” –Berzah Sırrı’ndan gafleti gösterir ki, şuurlu yapıldığı takdirde bu hareket, İBDA Ruhu’nu dinamitlemekten başka bir mânâya gelmez. Her türlü didişmenin üstünde olan bu Adalet Makâmına hâlel getirmemek ve bu Makam Sahibi’nin eşya ve hadiseyi değerlendirirken sergilediği “objektif” tavrını aşındırmamak, bu şekilde de O’nu itibarsızlaştırmamak için Adımlar kadrosu şunlara dikkat etmeli;
1- Kendi faaliyetine “esas” teşkil eden “gerekçeleri açıklanmış terkibi hükümler”in başka faaliyetlerin de esası olabileceğinden, faaliyet sayısı kadar görünümü olur. Bundan dolayı bu hükümlere bağlılık iddia eden hiçbir faaliyete red tavrıyla yanaşılamaz; aksi tutum ise, İBDA Diyalektiğinin temel katagorisi olan “zıt kutuplar arası muvazene” esasını örseleyeceğinden İdeolojinin ruhuna aykırıdır. İBDA Diyalektiği’nin en temel kategorisi “çatışma” değil, denge, muvazene, “zıt kutuplar arası muvazene”…
2- “Gerekçeleri açıklanmış terkibi hükümler”in farklı görünümleri, farklı görünümlerinden dolayı tenkid-eleştiri metodu içinde fikrin yürütülmesi ve üretilmesi hedeflenirken, “İslâm’da olur olmaz yere ‘dır’ ve ‘tır’ yoktur” prensibi başa alınmalı. Çünkü, biliyoruz ki, “dır” ve “tır” tavrı aksiyonu reddedici, Dava’yı kendi nefsinde dondurucu Yobaz tavrıdır.
3- İBDA’nın ahlâk ve diyalektik anlayışının esasları hâlinde şuur terkibi – sistem çapında ortaya koyduğu, İslâm’ın Tatbik Sistemi mânâsına gelen “gerekçeleri açıklanmış terkibi hükümler” ve Kumandan’ın sözleri olur olmaz her yerde kartpostal gibi kullanılamaz. İBDA Mimarı’nın “Âyet ve Hadisler olur olmaz yerde kartpostal gibi kullanılmaz!” hükmünün muradı ve “O değil O’ndan” hikmetinin tabiî neticesi olarak İBDA’nın hükümleri ve Kumandan’ın sözlerinin de olur olmaz her yerde “kartpostal gibi kullanılamayacağı” gayet açık. Muradın açık olma hikmetiyle birlikte, “İBDA’ya muhatap anlayış”ın tesis edilmesinin gereğidir bu… Yoksa, İBDA’nın hükümlerini, “kendi fikrimiz” gibi sağda solda pazarlarız.
Hem Batı anlayışında hem de İslâm metodolojisinde esası temin eden usûllerden biri olarak kabul edilmiştir ki, bir tartışmada karşı çıkılamaz bir “kutsal metni” veya eleştirilemez “bir büyüğü” tartışmanın tarafı olarak veya tartışmada malzeme olarak kullanmak çok ayıptır. Bunu yapan kişi ilim-fikir dairesinde kabul edilmez.
Mezhepsizlik veya kaynakçılık psikolojisi diyebileceğimiz bu durum, Adımlar Kadrosu’nun hiçbir surette tevessül etmeyeceği ve etmemesi gereken bir ruh hâlidir. Neye, kime ve hangi esasa muhataplık içinde fikrini ileri sürdüğünü söylemek başka, muhatap olduğunu kendi fikrinmiş veya yapmak fiilinmiş gibi söylemek daha başka… İBDA’nın en temel meselelerinden biri olan bu husus, Adımlar kadrosunun oluş prensibi olmalı.
4- Dikkat edilmesi gereken çok önemli başka bir nokta ise, İBDA’ya nisbet içinde olduğunu iddia eden hiçbir faaliyet, “gerekçeleri açıklanmış terkibi hükümler”in yani İBDA’nın farklı görünümleri kabul edilip reddedilmezken, tenkid metoduna aykırı, iyi niyet ve yapıcı kasıt içermeyen her türlü müdahale de şiddetle reddedilecek.
İBDA’ya nisbetle ve O’nu eşya ve hadiseler üzerinde yürütmek gayesiyle atılan her adım, “şahsiyetçilik” prensibini yaşatmak ve böylece “iman olsa tezahürü olur” hikmetine binâen, fikrini aksiyonda göstermek için; İBDA’nın tanıdığı hürriyet alanında “hür bir çaba” ve bağımsız bir duyguyla atıldığından; iyi niyet ve yapıcı kasıt taşımayan her türlü dış müdahale -Adımlar’a yapılan müdahaleler gibi- “herkes kendi işine baksın” emri ve “yapmak kadar yaptığına sahip çıkmak da haktır” prensibi gereğince hürriyet ve bağımsızlığımıza yapılmış bir saldırı ve dünyada işlenebilecek en büyük suç olan “varoluşu engelleme” çabası olarak kabul edildikten sonra, tüm savunma mekanizmaları etkinleştirilip doğru zamanda, doğru yerde kullanılacak… Bu dış müdahalenin şiddeti, savunmanın şiddetini, seviyesini ve hangi imkân ve araçlarla yapılması gerektiğini de belirler.
Bu hususu da işaretledikten sonra, Adımlar kadrosunun, çevresinin ve dostlarının mücadelenin bundan sonraki aşamasında bilmesi gereken gerçek şudur;
“Herkesin hakikati kendine” hikmetinde olduğu gibi, herkesin İBDA’sı kendine!
Herkes gibi biz de, “parça üstüne örtülü bütün” şuuruyla kendi yolumuzu kendimiz belirleyeceğiz ve bu yolda adımlarımızı atacağız. Yine, olması gerektiği üzere İBDA’ya tüm muhataplar gibi bizim de hedefimiz O’nun bize açık seçik tevdî ettiği görevleri yerine getirerek İBDA’nın “Adalet Sarayı”na ulaşmak. Bu hedefe ulaşmak için atmamız gereken adımların en zarurisi ve ilk devrimci görevimiz ise şu ân potansiyel olarak mevcut, fakat, işlev olarak görünümü zayıf mücâdeleyi yürütecek ve hedefine ulaştıracak kadronun örgütlenmesidir.
Kendini çözüm için sunan “ânlık” meseleleri çözebilecek, meselelere çözüm ürettikçe, aynı ânda bu çözümler etrafında “dış”ı da örgütleyebilecek “çağından sorumlu” kadro adayını, yani “aydın” tipini “dış”ta aramıyoruz. Çünkü, böyle bir arayışın 40 yıllık İBDA Mücâdelesi’ne liyakatsizlik ve bu mücâdelenin kurucu lideri Kumandan’ın iddiasını yere düşürmek olduğuna inanıyoruz. “İdeolocya ve İhtilâl” isimli eserin “Takdim” kısmında geçen ve ideolojinin bütününe hâkim bir ruh olarak her cümlesinde şâhid olduğumuz İBDA Mimarı’na ait şu ifâdelere hepinizin dikkatini çekmek istiyorum:
“Hiçkimse kendisinin malik olmadığı şeyi başkasına veremez… Bu hakikate nisbetle kendimin ne olduğunu söylemek bana düşmez; ama bugünkü “canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet bilecek kadar gözükara” gençlik, Üstad’ımdan geçen bir cereyan hâlinde benim eserimdir… Elinizdeki baskıyı, o gün bugündür yanımda saf tutan dava arkadaşlarıma ve söz konusu ettiğim “göz nurum, alın terim, hayat sebebim” İBDA gençliği canlarıma ithaf ediyorum!..”
Kitabın ikinci baskısının çıkış tarihi Mayıs 1993; takdimin altındaki tarih ise 1993.
1993 senesi yoğun işkencelerin, gözaltında ölümlerin ve yargısız infazların yoğun yaşandığı bir dönemdi. Birinci Körfez Savaşı’nın ortaya çıkardığı enerjiyle aynı yıllarda Adımlar geleneğinin de yer aldığı İBDA’ya muhatap tüm cephelerin 25 Ocak 1991 “Şanlı Cuma” çıkışıyla “yer altı faaliyetleri”nin başatlığında başlayan, iç ve dış düşmanın bütün kalelerine fedâ ruhuyla gerçekleştirilen bir taarruz hareketini görüyoruz. O günlerdenn bugüne gelen bir mücâdele çizgisi ve geleneği…
91’den bu güne yaklaşık 30 yıl geçmiş. Bu otuz yıl içinde şehîdler ve gazilerle mücadeleye kesintisiz devam edilmiş ve bugünlere gelinmiştir. Bizim zorunluluğumuz bu 30 yıl içinde kesintisiz mücâdeleye devam etmiş ve onların etrafında dönem dönem mücâdeleye dahil olmuş ve böylece ideolojiyi benimsemiş insanlar arasında vicdanı en üst seviyeye ulaşmış kadro adayı bu “aydın” tipini arayıp, bulup, ortaya çıkarmaktır. Bu mânâda Ünsal Zor, bu 30 yılın sonunda bu “aydın” tipinin model-rol şahsiyetidir. İBDA’nın “oluş”a dair bir diğer prensibi olan “doğrulayıcılık usûlü” prensibi de bunu gerektirir. Yine siz, bu mânâda, Kumandan’ın vefâtından sonra İBDA mensuplarını bir yerlere bağlanmaya davet edenlerin veya mevcut İktidarın başını “ilk Başyüce!” olarak selâmlayanların tavrını, bu söylediklerim ışığında da değerlendirebilirsiniz!.. Adımlar, mücâdeleyi yürütecek kadroyu “dışarıda” arayamaz. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’na bağlılığı, sadakati buna engeldir! Mevcut potansiyel içinde arayıp, bulup, örgütlü bir şekilde bu kadroyu ortaya çıkarmak zorundadır.
Her “zorbalık” vicdan patlamasının da sebebidir.
4 Mayıs Suikasti ise, bize, zorbalığın ulaştığı en üst seviyeyi göstermektedir. Bu zorbalığa karşı nasıl bir tepki verebileceğimizi kendi aramızda konuşup karara bağlayamadan, Kumandan’ın şehâdetiyle birlikte başka bir zorbalıkla daha karşılaştık!.. Bu zorbalık da doğrudan bizi hedef almaktaydı. Birileri, hangi sebepten olursa olsun -bunun tartışması içinde değilim- Kumandan Mirzabeyoğlu ile birlikte bizi de gömmek istediler ve bu “gömme” faaliyetini de zorbaca yerine getirdiler. Bunu da bir yere not ettiğimiz bilinsin! Hem bu dünyada hem de ahrette bizzat Kumandan’ın huzurunda takipçisi olacağımız bir dava…
Patlamaya hazır tüm vicdanlara merkezî adres olacak şekilde Adımlar, vicdan patlamasını bu aşamada gerçekleştirmeyecekse ne zaman gerçekleştirecek? Bundan dolayı Adımlar kadrosu ve çevresi işe kendi vicdanını örgütlemekle başlarken, cazibe merkezi olması gerektiği şuuruyla da bir ilke hâlinde dostları başta olmak üzere tüm vicdanlara kapılarını açık tutmalı. Hem de sonuna kadar…“Zorbalık” her alanda örgütlenir ve kendisini ortaya çıkaran gücü ve imkân ve araçları hür insanlara boyun eğdirmek amacıyla acımasızca kullanırken, ona karşı çıkmaya çalışan hür ve bağımsız bu vicdan sahiplerinin örgütlenmemesi düşünülemez.
Biz O’nun “göz nuru, alın teri, hayat sebebi” nesliyiz! İBDA Nesli’yiz, o nesildeniz; ve mücâdeleyi hedefine ulaştırmak için tarihin çok az örneğini kaydettiği bir ilişki, dayanışma, işbölümü ve fedakârlık içinde bu işi biz gerçekleştireceğiz; gerçekleştirenlerden olacağız! Gerçekleştiremezsek bile, gerçekleştirenlere yol açıcı olacağız! Bu şuurla bilmemiz gerekir ki, O, eserini-bizi, yani “hayat sebebi”ni korumak ve yetiştirdiği neslin devamını –kendi devamlılığını- sağlamak için kendisini fedâ etmiştir!
Evet! O’nu katlettiler!
Ama mağlup edemediler!
Kendisini fedâ ederek zaferini mühürledi!
Bu zafer, mücadelenin bu aşamasında bize bıraktığı miras olarak yeniden başlangıcın da esası niteliğindedir. Her türlü iş ve aksiyon sahasını “geçmiş geçmiştir” diyip, geçmişi şimdide inşâ etme şuuruyla geleceğe, mücâdelenin geleneği ve bu esas temelinde inşâmızı gerçekleştirerek yürüyeceğiz.
O’nun hayatı ve eserleriyle sergilediği ruh kuvveti, irademizi çelikleştiren muharrik ana unsurdur. İrademiz çelikleştikçe yenilemez olduğumuzun daha fazla şuuruna varırken, O’nun da yenilmediğinin şuuruna varacağız!.. Bilâkis, zafere mahkûm edildiğimizi daha açık ve daha kolay anlayacağız.
Biliyoruz ki “İdeoloji mücadelenin hem gayesi hem de bu gayeye ulaşmanın aracıdır” da. Roma’da aç aslanlara atılan ilk İsevîleri hatırlayın. Her ân o İsevîlerin yaşadıklarına benzer bir ortamla karşılaşabiliriz. Arenanın ortasında aç aslanlara gururla bakan ilk İsevîlerin yenilmez iradelerine ve sergiledikleri dünyaya meydan okuyan bu tavırlarına sahip olmak ve kendisinde toplu, toplu hakikate ulaşmak ve Tevhid inancı üzerine Kurtuluş Yolu’ndan sapmayarak istikâmet üzere kalabilmek için İBDA aracının bir ateş arabası olduğunun şuuruyla anlayalım ki, bundan sonra İBDA bağlılığı artık ateşten bir gömlek giymekten farksız olacak…
Hem O’nu koruyamamanın bedeli, hem de O’na yapılanların hesabını sormak için ateş arabasıyla gayeye doğru yol alabilmek, cesaretle bu ateşten gömleği giymeyi gerektiriyor.
Son olarak;
“BAĞLILIKTA KENDİNİ ORTAYA KOYMAK”
Bu prensibi hepimiz biliyoruz…
Buna göre Adımlar, her zaman olduğu gibi bundan sonra da İBDA’nın fikrî otoritesinden başka bir otorite tanımaksızın, O’na nisbetle ve O’nun ortaya koyduğu “terkibî hükümler – sistem”in nezaretinde sözünü kesinlikle söylemeli… “Söz söyleme”yi de öğrenmeliyiz!
Şartları doğru tahlil edip, doğru kararlar almayı ve şartlar ne olursa olsun lehimize çevirmeyi ve her şartta nasıl davranmak gerektiği ile birlikte Dava’yı su üstünde tutmayı… Bunu da öğrenmeliyiz!
Nasıl ki;
90’lı yıllarda mücâdelenin gücünü arttırmak ve toplumun her kesimine yaymak için İBDA’nın bizzat pratikte öğrettiği “taarruz dili”ni propaganda ve ajitasyonun en üst seviyesinde kullanmayı başardıysak;
99’da, İBDA Mimarı’nın bizzat ortaya koyduğu “teori” ye, “teorinin pratiği” şeklinde gösterdiği liderliğe uygun hızlı ve cesur kararlar alıp, gözükara hamleler gerçekleştirebildiysek;
2001’den sonra, “99 mağdurları”nın kol gezdiği ve kelimenin tam anlamıyla “yaprak kımıldamayan” bir dönemde moral-motivasyon sağlayıp tekrar derlenip-toparlanıp hamle yapacak duruma geldiysek;
2002’de baş gösterip, 2007’den itibaren zirveye ulaşan “siyasî tıkanıklığı”, risk alarak ortaya koyduğumuz hamlelerle aştıysak;
2010’da, kitaplarda okuduğumuz Devrim heyecanını ve zevkini 2009’da gittiğimiz Kırgızistan’da bizzat devrimin içinde yaşayarak tadıp, tüm teori ve pratik seviyemizi ikmâl etme hedefiyle her şeyi yeniden gözden geçirdiysek;
2011-2013 arası cezaevi sürecimizi, sistemli saldırılar altında olduğumuz hâlde, gayet soğukkanlı bir şekilde “ideolojik eksikliklerimizi tamamlama fırsatı” olarak değerlendirdiysek;
2013’ün son çeyreğinden itibaren tüm bu tecrübelerin de katkısıyla, çok kısa sürede nasıl ki “hareketin bereketi”yle İBDA adına Adımlar’ı toplumun farklı kesimlerinde etkin ve öncü bir güç hâline getirirken, İBDA adına da dünya çapında ses getirdiysek;
25 Mart 2015… Sistematik saldırıların “iç”ten ahlâksızca devam ettiği bu dönemde Adımlar Kadrosu’nu yok etmeye yönelik “dış”tan gelen kahpe saldırının ardından tekrar derlenip toparlandıysak;
Kumandan’ın vefâtının ardından ortaya çıkan başıboşluk, çözülme ve ahlâksızlıkla birlikte Adımlar’ın yok edilmesini hızlandıracak sistemli saldırıların yoğunlaştığı bu ortamı iyi tahlil edip, bizi güçlendirecek ve Davâyı ileriye taşıyacak yöntemleri ilk önce arayıp bulmalı, aynı ânda da bu yöntemleri nasıl uygulayacağımızı öğrenmeliyiz.
Çünkü, İBDA bağlıları üzerinde başkalarının -en başta da İktidarın!- etkisi yayarak gerçekleştirilen bu saldırının hedefi Adımlar gözükse de, asıl hedef, bizzat İBDA’nın ve Kumandan’ın itibarsızlaştırılarak unutturulmasıdır!
Bundan dolayı, bu kritik aşamada Kumandan’ın ifâdesiyle “geliştikçe geliştirilecek prensipler” ışığında ve yine O’nun muradına uygun ve büyük devrimci Lenin’in ifâdesiyle “sistemli ve düzenli çalışmayı, adım adım ilerlemeyi, santim santim kazanma”yı başarmalıyız.
İBDA’nın ve Mimarı’nın unutturulmaya çalışıldığı bu kritik dönemde O’nun ortaya koyduğu “gerekçeleri açıklanmış terkibî hükümler”i İdeolocya ve İhtilâl’de çepeçevre işaretlediği devrimci ilkeleri koruma ve geliştirme gereğini anlamazsak, topluluk hakikatini bütünleştirme şuurundan bahsedemeyiz. “Santim santim kazanma” hedefiyle adım adım ilerlerken, her adımda peşin fikrimiz olan İBDA’yı yeniden keşfederek O’nun düşmanlarının gözüne sokmalıyız!..
Son söz;
Boyun eğdirme çabalarının azgınlaşarak arttığı bu dönemde Adımlar Kadrosu ve çevresi, hangi şekil altında olursa olsun, yalpalamadan, eğilip bükülmeden sapasağlam, dimdik ayakta durmalı!..
Bunu da öğrenmeliyiz!
Hepinize teşekkür ediyorum.
Allah’a emanet olun!
Hakkınızı helâl edin!
24 Mart 2019
(İlk yayın tarihi: 27 Mart 2019)