TİLKİ GÜNLÜĞÜ’NÜN İZİNDE – FAİK ERDİŞ

Faik Işık

Faik Ağabey’in (Kumandan’ın tabiriyle “Faik Hoca”… Dr. Faik Erdiş, üniversitede matematik hocası. 28 Şubat döneminde ağabeyinin Kumandan olmasından dolayı sözleşmesi yenilenmeyerek üniversiteden uzaklaştırılmıştı.) vefatının ardından Tilki Günlüğü’nde bir gezinti yapmak geldi aklıma. Kardeşinin adını oğluma lâyık görmüştü ya Kumandan… Kumandan’ın adını “Faik” koyduğu oğluma nazaran bir yerde de kendimi vazifeli addettim diyebilirim…

Tilki Günlüğü’ne bakılınca, Kumandan’ın kardeşi ile ne kadar yakından ilgilendiği ve rüyâlarında onu epeyce misafir ettiğine şahit oluyoruz. Aslında Kumandan’ın bütün aile bireyleri ile nasıl bir yakınlık hasreti içinde olup onları düşünmeden edemeyen bir hâl içinde hayat sürdüğünü bilen bilir.

Ben Faik Ağabey’i Metris’te tanıma şerefine nail olmuştum. 1999 sürecinde Metris’e ziyarete gelişlerinden birinde, ziyaret mahallinde tanışmıştık. Vazifem icabı Kumandan gelmeden önce, gelen ziyaretçileri karşılıyor ve hasbihal ediyorduk. Kendisine kim olduğunu, ne için geldiğini sormuştum, o da Kumandan’ın kardeşi olduğunu söylemişti. Gayet mütevazı ve hatta utangaç…

Tilki Günlüğü’nden derlediklerime gelince….

İlk parçalar Faik Ağabeyin, kabre konulduğu gün olan 26 Ağustos’tan. Tilki Günlüğü’nde, 26 Ağustos gününün başlığı MÂNÂYA ERİŞ MERTEBELERİ”

26 Ağustos’ta bir “Levha” ve bir de “Düşvârî”…

Levha: 26 Ağustos 1989

Faik Erdiş, Nalân Said ve ben… Nalân Said, telefonla Hayran Erdal’ı arıyor… Niyeti, onun yerini tesbit etmek ve ufak bir temas vesilesi… Birkaç yerde bulamıyor… Nihayet bir yerde bulmuşlar; telefondan müzik sesi geliyor… Nalân Said, bu işin Faik’in buluşuyla becerildiğini söz ve gözüyle işaret ederek belirtiyor… Kabloları bir fişe bağlayarak, birkaç ahizeye temas sağlamış… Neyse… Nalân Said, Hayran Erdal’ın öğretim görevlisi olması dolayısiyle, yedek olarak bir katta çalıştığını söylüyor!..

Düşvârî: 26 Ağustos 1988

Zeki Bey, Bakiye Hanım ve çocuklar, Altıparmak’tan Hüsnügüzel’e yürüyerek, çay bahçesine gittiler… Üstün Bey, «Televizyon seyredeceğim!» bahanesiyle gitmedi… Tabiî ki yalan… Evlenmesi bahsi açılmasın diye, herkese resmi ve soğuk davranıyor… Güldüren bir ciddiyeti var… 36 numaralı evdeki 36 yaşındaki adamı yalnız bırakarak gittiler… Üç dört gün önce, Osman Gazi, Orhan Gazi ve erenlerden Okçu Baba’nın türbesini ziyaret etmiştim… Üstadım’ın bir deniz şiirindeki mısraı: «Hâlin bana da geçsin-Diye ona yalvardım!»… Bu akşam da, Süleyman Çelebi ve I. Murat’ın türbesini ziyaret ettim… Eşya ve hadiselerin içyüzünde neler pişiyor?.. Duyuyorum, anlatıyorum da, muhataplarımın ruh kulağına ulaşamıyorum… Rapor 5, 1979 bugün: Şehit Salih Kara için (…) iki kişiyle birlikte ucuna bomba süsü verilmiş İKP-C pankartı asıldı ve banka şubesi kurşunlandı… Basında haber çıkmadı… (Salih Mirzabeyoğlu, Tilki Günlüğü, c: 1, sh: 87, 89, 90)

Bu Düşvârî’de geçen “Üstün Bey” Faik Erdiş’tir ve Faik Ağabey hayatı boyunca evlenmmiştir; çocuğu da yoktur. Ve tam da bu gün, o adam kabre konulmuş ve artık Şanı Yüce, Rahman ve Rahim olan Allah’la yalnız bırakılmıştır.

Bir de “faik”in tablosuna bakalım:

Tablo: Faik

Üst… Üst taraf… Yüksek derece… Kendiliğinden yayılan güzel koku… Şişman olmak… İri vücutlu, şişman kadın… Hayırlı kimse… Dal… Lisan… Yaradan kan fışkırması… Bolluk, genişlik… Misk… Kaynamak… Maddi ve manevî kaynayıp fışkırmak… Köpürmek… Coşmak… Kokunun etrafa yayılması… Şiddet… Depreşmek… Ağız büyüklüğü… Meyve, yemiş… Uzun boyunlu bir nevî su kuşu… Geri dönmek, rücû… İki sağım arasında devenin memesinde sütün birikmesi… Yüce, âlî… Güzel kokulu nesne… Diğerinden daha değerli ve üstün… Başın, boyun ile bitiştiği yer… Kıymetlilik.. Fakirlik… Tefekkür… Yaşlanmış kimse, pîr… Tilki… Bir cins beyaz yumuşak mantar… Su üstünde olan kabarcıklar… Sevgili, dost… Kaptan… Sûreler… Ahmak adam… Uyumak… Köpeğin korkudan ürümesi… (Salih Mirzabeyoğlu, Tilki Günlüğü, c: 1, sh: 99)

Levhalar, yani rüyalarda Faik Erdiş… O kadar çok ki, seçme yapmak zorunda kaldım…

Levha: 6 Ekim 1986

Yatakta biriyle yatıyorum… Karşıda babam ve Faik… Faik’le ilmi birşey konuşuyoruz… Bana, fizik ve matematik ile ilgili birşeyden bahsediyor… «Herşeyden. önce 1/4, 2/4, 3/4 nisbetlerini bilmek lâzım!» diyor… «Daha iyi ya!.. İşte o oranlar herşeyden önce, herşeyin izafî oluşunu gösteriyor; mutlaklık yok!» diyorum… Babam, «bu ilmi…» diye karşı çıkıyor… «İşte baba; herşey izafî olduğuna ve mutlaklık olmadığına göre, mutlak varlık Allah!» diyorum… Babam bana karşı olma cehdinde: «Ya ben görmüyorsam?»… «Aaa!.. Baba!.. Aygazın kokusunu duyduğuma göre, Aygaz var… Sonra görmek… Kalb gözü lâzım!»… Sözüme lâf salatası gibi bakınca, «bu bir bedahet baba, bedahetin nasıl konuşulacağı ayrı dava!» diyorum… Sonra yorganın altına giriyorum ve Faik’e dert yanıyprum… Faik misâl veriyor: «Meselâ kelin saçı tararken dökülmez, çünkü onun saçı ölmüştür!»… Yani saç dökülmesinin sıhhat belirtmesi… Ölü saç dökülmüyor!.. (Salih Mirzabeyoğlu, Tilki Günlüğü, c: 1, sh: 433)

Levha: 18 Nisan 1988

Babamla sohbet ederken bana, “Üsküdar’da kurulacak derneğe girsen iyi olur!” diyor… Ben de, “baba beni anlamıyorsunuz!.. Ben bakan olsam, milletvekili olsam ne olur?.. Ben dünya çapında fikri örgüleştiriyorum ama, bu size hitabetmiyor!.. İşte Faik, işte Harun, işte Neclâ; benim etrafımda olan alâkayı size söylemiyorlar ki!” diyorum… Babam hırsla yerinden kalkıp oda kapısından çıkarken, seslenip onu durduruyorum ve yatıştırmak için, “dinleyin baba: Ben, Üstadım’ın “dünya çapında bir hadise” yazısını, tilki gibi sakladığı ve acaba hangisi diye aradığım yazıyı buldum!” diyorum ve Ülkücü kesim ve MHP’de bana gösterilen alâkayı söyleyip, Filistin hakkında verdiğim konferansı dergiden okuyorum!.. (Salih Mirzabeyoğlu, Tilki Günlüğü, c: 5, sh: 22)

Levha: 25 Nisan 1987

Komedyen Kemal Sunal ve yanında birkaç kişi… Kemal Sunal benden, benim yeni çıkan kitabımla birlikte 20 kitap istiyor… Ben, onun kitap almak istediğini anlamıyorum da, o konuşurken kitap hediye etmekten bahsediyorum… Bulunduğumuz yer, Aykut Tansı’nın evinin alt katı… Kemal Sunal’ın yanındaki adam da kitapla ilgili birşey söylüyor… Bu arada 60 rakamı ile uğraşıyorum… Orada Faik Erdiş de var… Kemal Sunal’ın alacağı yeni kitap, “Kavgam”ın 2. Cildi olabilir!.. (Salih Mirzabeyoğlu, Tilki Günlüğü, c: 5, sh: 88)

Levha: 24 Mayıs 1986

Taşınma sözkonusu… Taşınacak eşyaya ait bilgiler… Cağaloğlu’nda bir yerdeyiz… Faik’e, “bir şeyin aynı, aynı olduğundan başkadır!” diyorum… Marifetname isimli eserimi bu esas üzerine almışım ve orada bulunanlara tatbik ediyorum… Ve buluşum, iltifat gibi, doğruluk olarak onlara çok yakışmış!.. (Salih Mirzabeyoğlu, Tilki Günlüğü, c: 5, sh: 384)

Levha: 7 Haziran 1986

Çocuklar, okul idaresinin müsâadesi dairesinde bir resim sergisi yapıyorlar… Ve okul dışında, yönetime biraz muhalif bir dergi çıkarıyorlar… Mehmet Ülger, Faik Erdiş ve birkaç kişi, okula alınmamışlar…Nabi Avcı ve onların grup ispiyonlamış, o yüzden… Öyle mi?.. Ben ispiyonculara gününü gösteririm!.. Bisiklete binip giderken, bir yanımda Yalçın Turgut ve Kandilli’deki Zeyn-âb, öbür yanımda da biri… Bisikleti iter gibi koşuyorlar… Zeyn-âb, benden boşanmış… Elimi tutuyor…Bu arada hafif kavisli sokakta hızla giderken, bir kadın çocuğa, “kaç oradan, daha önce de geçtiler!” diyor… Okula vardığımızda, orada polisleri ve bekçileri görüyorum… Talebeler ve talebe velileri de toplanmış… Polisler kendilerine itiraz eden bir adamı yakalamak isterlerken, orada toplananlar tarafından taş yağmuruna tutuluyorlar… Taarruz edenler arasında ben de varım… Bir yandan da Tekbir getiriyoruz… Bayırdan kendimi bir polisin üstüne atıyorum!.. (Salih Mirzabeyoğlu, Tilki Günlüğü, c: 5, sh: 548-549)

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: