ÇARPIK DÜZEN, DEPREM VE KADER

Selim GÜRSELGİL

Son zamanlarda hepimize ezberletilen beylik laflardan biri de şu: “Coğrafya kaderdir.” Bu sözü her önüne gelen kendi meramına tercüman olarak görüp kullanıyor. İbni Haldun’a affediliyor. Ben İbni Haldun’da böyle bir söze denk gelmedim. Kesinlikle söylememiştir diyecek kadar uzmanı değilim ama söylediyse de bugün herkesin kafasına göre kullandığı coğrafyayı kastetmemiştir. Çünkü bugün bizde ayağa düşmüş anlamıyla coğrafya, İbni Haldun’a hiçbir şey ifade etmez. Onun felsefesinde “iklim kaderdir.”

Biz coğrafyaya dönelim. Malûm deprem kuşağındayız. Eğer coğrafya kader olsaydı, bizim gibi deprem kuşağında olan diğer ülkelerle ortak bir kaderi paylaşırdık. Oysa ne coğrafya, ne iklim kader değil, kaderin -tarihin de diyebilirsiniz- tecelli sahnelerindendir. Küba’da, Şili’de, Japonya’da bizdekinden daha şiddetli depremler oluyor. Ne bir bina yıkılıyor, ne kimsenin burnu kanıyor. Orada olanların bir teki bizde olsa, ülke yok olur. Demek ki kaderin coğrafyayla tanımlanabilir bir tarafı yoktur. Kader, insan iradesine yüklenmiş, fertlerin ve toplumların yapabildikleri ve yapamadıklarını toplayan apayrı bir yazgıdır.

Bakın, bizde 1999’dan bu yana büyük deprem en önemli gündem maddelerinden biri. Peki buna karşı ne yapıldı? Şu: “Parası olan binasını yenilesin.” Yenileyebilen yeniledi. Yetkili inşaatçılar, genellikle şehrin dışında bir kısım arazileri ucuza kapatıp buralara yeni konutlar inşa etti. Bunlardan büyük gelir elde etti. Bunları satın alan insanlar depreme karşı daha dayanıklı evlere taşınmış oldular. Onların boşalttığı eski ve dayanıksız binalara daha fakir kimseler yerleşti. Böylece depreme karşı, bir kısım insanların yer değiştirmesi dışında hemen hiçbir tedbir alınmamış oldu.

Cumhuriyet’in ilânından bu yana, hiçbirinde “şehir plânlaması” diye bir şeyin olmadığı çarpık bir şehirleşme ile köylüler şehir denilen kalabalık yerlerde balık istifi yaşamaya yönlendirildi. Depremin değişmez gündem teşkil ettiği son 20 senede yine bu çarpıklık sürdürüldü. Şimdi yıkıcı bir deprem olsa neler olacağını kimse kestiremiyor. Bunu ne coğrafya ile, ne kaderle açıklayamazsınız. Bu bir ruh hastalığıdır, bu bir ahlâk yoksunluğudur, bu bir basiretsizliktir. Başımıza geleceklerin müsebbibi -ne coğrafya, ne kader-, işte bu 100 yıllık basiretsizlik olacak.

Zelzele başladığında her milletten daha çok ölmek ve yıkılmakla kalmayacak, her milletten daha çok korkacak ve panikleyeceğiz. Her milletten daha çok bencilleşecek, herkesten daha çok birbirimize zarar vereceğiz. İnsanımızın cahilliği ve kötülüğü herkesin diline düşecek. Fakat bu doğru değildir. Türk insanı diğer milletlerden daha cahil ve kötü değildir. Sadece 100 senedir ona eğitim veremeyen, kendisine inanmadığı, ne adaletine, ne insaniyetine güvenmediği çarpık bir düzen tarafından yönetilmektedir. Kendi insanını eğitemeyen, onu iyi olmaya teşvik edemeyen bu düzen, en şiddetli depremlerden bile daha çok zarar vericidir. Yaşadığımız ve yaşanacak her felâketin en büyük müsebbibidir.

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: