TÜRK SOLU YAZARI TUĞRUL ÇELİK İLE SALİH MİRZABEYOĞLU ÜZERİNE SÖYLEŞİ 

ÇELİK: “MİRZABEYOĞLU HİÇ DEĞİŞMEMİŞ!” Merhaba Tuğrul bey! Öncelikle söyleşi teklifimize sıcak bakıp kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Avrupa’da yaşıyor olmamıza karşın, Sayın Salih Mirzabeyoğlu ve eserleri hakkındaki incelemelerinizi Türk Solu dergisinden yakînen takip ettiğimizi, çok değerli bulduğumuzu belirtmek istiyoruz. Adımlar Fikir, Kültür, Siyaset Plâtformu’nun Türkiye’deki merkezî sitesi gibi, Adımlar Avrupa olarak biz de bu yazıları büyük bir memnuniyetle iktibas ediyoruz ve oldukça da ilgi görüyor, okunuyorlar. Bu vesile ile sizi ve yapmış olduğunuz bu çalışmaları okuyucularımıza daha yakından tanıtmak istiyoruz. 1) Bize kendinizden biraz bahseder misiniz? Kimdir Tuğrul Çelik? – Öncelikle Adımlar Avrupa okurlarına selamlarımı iletmek isterim. Kendimi tanıtacak olursam, 1984 Antalya doğumluyum. 2003 yılında üniversite için İstanbul’a geldim. Mühendislik eğitimi aldım ama mesleğimi yapmadım. Üniversiteye geldiğimden bu yana Türk Solu içindeyim. Türk Solu gazetesinde ve İleri dergisinde yazıyorum. Evliyim. 2) Bir süredir Türk Solu dergisinde İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun eserleri hakkında yazılar yazıyor, değerlendirmelerde bulunuyorsunuz. Ezber bozduğunuzun farkında mısınız? Adına ne denir tam bilmiyorum ama “bizim kesim” diye tabir ettiğimiz siyasi çevre içinde Mirzabeyoğlu’nun eserleri hakkında yazılan ilk yazılar bunlar sanıyorum. Türk Solu gazetesi, Başyazarlığını bir yıldır Silivri’de tutuklu olan Gökçe Fırat’ın yaptığı, Atatürkçü, Solcu, Milliyetçi bir gazete ve ben de bu gazetenin bir yazarı olarak kendimi Türk Solcusu olarak tanımlıyorum. Bu anlamda “Yaşayan Necip Fazıl Mirzabeyoğlu” yazı dizisi, yazanın siyasi kimliği açısından bakarsak alışılmış bir durum değil. Yani bu anlamda bakarsak, İBDA fikriyatına sahip insanlar dışında hem de Atatürkçü bir gazetede yayımlanan Salih Mirzabeyoğlu eserleriyle ilgili yazılara, ezber bozucu diyebiliriz. 3) Salih Mirzabeyoğlu ve İBDA Fikriyatını ilk olarak ne zaman ve nasıl tanıdınız? Onun eserlerini incelemek ve hakkında yazmak düşüncesi nereden doğdu? Veya şöyle sorayım: Sizdeki Mirzabeyoğlu’nun hikâyesi nasıl başladı ve nasıl ilerledi? – “Sizdeki Mirzabeyoğlu” dediniz ya, ben de yazıları yazarken bu doğrultuda yazıyorum, hatta bir yazıyı şöyle bitirmiştim: “Bendeki Mirzabeyoğlu’nu anlatmaya devam edeceğim.” Hikâyenin nasıl başladığına gelirsek, önceleri Mirzabeyoğlu’nu sadece ismen tanıyor, siyasî olarak “karşı kutup”ta yer aldığını biliyordum. Hiçbir eserini okumamıştım. Onu hiç okumamış birisi olarak düşüncelerim bunlardı. 2014 yılında “Adalet Mutlak’a” Konferansı oldu. Mirzabeyoğlu çok uzun bir tutukluluk sürecinden sonra ilk kez konuşacaktı. Bu konferansta Mirzabeyoğlu’nu dinlemeye gidenler arasında Başyazarımız Gökçe Fırat da vardı. Ben konferansı canlı izlemedim ama daha sonra youtube üzerinden tüm konferansın videosunu izledim. 16 yıl tutuklu kalmış Mirzabeyoğlu, 16 yıl sonra dinleyicilerinin karşısına çıktığında, istese hapishane hatıralarını anlatabilirdi ama o bunu yapmadı. Son derece samimi bir dille geleceğe yönelik son derece kapsayıcı açıklamalarda bulundu. Bu çok etkileyiciydi ve aslında asıl ezber bozucu olan buydu. “Üç Işık” kitabı biliyorsunuz Mirzabeyoğlu’nun verdiği konferans metinlerinden oluşuyor. Ama neredeyse 30 yıl önceki konferaslar bunlar. 30 yıl sonra ekranda konuşurken gördüğüm Mirzabeyoğlu, aynı Mirzabeyoğlu’ydu. Değişmemişti. Daha sonra Adımlar dergisiyle tanıştık, Adımlar Dergisi Başyazarı Sayın Ali Osman Zor’la Başyazarımız Gökçe Fırat röportaj yaptı, bu röportaj Türk Solu’nda yayımlandı. Onun eserlerine yönelik ilgim de bundan sonra başladı diyebilirim. Eserlerini okumaya, notlar almaya başladım. Derken bir süre sonra bu yazılar şekillenmeye başladı. “Necip Fazıl’la Başbaşa” eseriyle de yazı dizisi başladı. Okuduğum eserlerde benim katılmadığım yerler de oluyor elbette ve bunları da, okuyanlar hatırlayacaktır, zaman zaman belirtiyorum. Çünkü bendeki Mirzabeyoğlu’nu yazıyorum. Katılmadığım yerlerin olması İBDA hakkında yazmaya engel değil tabii. Kendine has, orijinal bir fikir İBDA ve üzerinde düşünüp yazmayı fazlasıyla hak ediyor. Bendeki Mirzabeyoğlu’nun hikâyesi buraya dayanıyor. Yani Başyazarımız Gökçe Fırat’ın ve Adımlar dergisinin vesilesiyle başladı diyebilirim. 4) Bu işe girişme kararı aldığınızda, yazılarınızın bu kadar ilgi göreceğini tahmin ediyor muydunuz? Bu ilgiyi neye bağlıyorsunuz? – Yazılar Türk Solu’nda yayımlandıktan sonra gerek Adımlar’ın merkezî sitesinde gerek Adımlar Avrupa’da iktibas ediliyor. Açıkçası bu kadar ilgi beklemiyordum. Ama gelen yorumlardan anladığımı aktaracak olursam, bu yazılar Mirzabeyoğlu üzerinde var olan ama gözle görülmeyen bir sansürü delmiş oluyordu. Ben bu amaçla yazmaya başlamamış olsam da böyle bir özelliğe de kavuşmuş oldular. Tabii daha önce söylediğim gibi Atatürkçü bir gazetede yayımlanıyor olması, ama özellikle Adımlar tarafından da okuyuculara ulaştırılıyor olması yazıların daha fazla görülür olmasını sağlıyor. Bir de merak uyandırıyor sanıyorum. Böylesine kutuplaşmış bir siyasi atmosferde kimileri şaşırıyor, acaba ne yazdılar diye merak da ediyordur. 5) Salih Mirzabeyoğlu’nu kısaca tarif etmek isteseydiniz… Meselâ bir cümle veya paragrafla şu âna kadar yazdıklarınızı özetleyecek olsaydınız… Ne söylerdiniz? – Zor bir soru, ama aklıma ilk gelen onun devrimci bir fikir adamı olduğu. Yine bir şiirinden şu mısralar da bence onu anlatıyor: “Duyun gönüldaşlarım duyun işitin beni düşmanlarım ipten henüz döndüm ama çok şükür uslanmadım!” 6) Türk düşüncesinin içinde bulunduğu tıkanıklığa ve entellektüel kısırlığa rağmen, Salih Mirzabeyoğlu’nu hâlâ ısrarla görmezden gelen yazı çevrelerinin bu sükûtuna sebep sizce nedir? Onlara özel olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı? – “Necip Fazıl’la Başbaşa” eserini okurken şöyle bir kısım vardı ki bence “İBDA Mimarı” hem kendisini hem de İBDA’yı anlatıyordu burada. “Bizim insanları rahatsız edici bir tarafımız var. Sahte dengeleri, çerezlik doyumları, ucuz tesellilerini yıkıyoruz. Çoğu bizim haklı olduğumuzu bile bile kaçıyor, kaçışını mazur göstermek için de, muhalefet edebilmenin mazeretini tedarik gibi hallere düşüyor.” Sanırım bu özelliği bahsettiğiniz sessizliğin asıl nedeni. Yanılmıyorsam Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kullandığı bir kavramdı: sükût suikastı. Yok saymak, yok gibi davranmak, karşıdakini suskunlukla öldürmek. Yapılan bir sükût suikastı aslında. Bir de şu var, tecrit. Mirzabeyoğlu yıllarca tecrit koşullarında kaldı. Bunun üzerinden yıllar geçti ama bakıyorsunuz bugün tecrit devam ediyor. Her anlamda, yani en yakınımdan örnek vereyim Başyazarımız Gökçe Fırat tamamen alâkasız, uydurma suçlamalarla bir yıldır tutuklu. Sevdiklerinden ne mektup alabiliyor ne de onlara mektup yazabiliyor. Bu da bir tecrit… Mirzabeyoğlu 16 yıl sonra tahliye oldu ama bu sefer de yukarıda bahsettiğiniz sessizlik devam ediyor. Bu da bir tecrit… Ve “tecrit insanlık suçudur!”, isteyerek ya da istemeden tecride sessiz kalmak da bu suça ortak olmaktır bence. 7) Adımlar dergisinin yayın çizgisini nasıl buluyorsunuz? Türk Solu ile Adımlar arasındaki bu karşılıklı samimiyeti oluşturan ana değer sizce nedir? – Adımlar yakından takip ettiğim bir yayın organı. İBDA ve Mirzabeyoğlu üzerine yazarken de yararlandığım bir kaynak. Türk Solu ve Adımlar ile ilgili vereceğim cevap da aslında sorunuzda gizli: samimiyet. Gerek Türk Solu, gerek Adımlar, birbirine ve fikirlere samimiyetle yaklaşan kesimler. Sayın Ali Osman Zor, Türk Solu’ndaki röportajında, Mirzabeyoğlu’nun Adalet Mutlak’a konferansında söylediklerinden hareketle onun bütünleştirici bir dil ortaya koyduğunun, ülkede var olan ayrılıkların aslında suni olduğunun altını çizmişti. Bu gibi ortak fikirler bu samimiyetin kaynağını oluşturuyor bence. 8 ) Türk Solu kadrosunun lideri Gökçe Fırat Bey, bir yılı aşkın süredir, kendisiyle hiç ilgisi olmayan, saçma bir ithamla cezaevinde… Bu süreçte yaşanan ayrı hukuk skandalları da oldu. İşte, yerine getirilmeyen tahliye kararı ve akabinde yaşananlar… Adımlar Avrupa Cephesi olarak süreci yakından takip ediyoruz. Bununla ilgili okuyucularımıza söylemek istediğiniz bir şey var mı? – Gerek Adımlar gerekse Adımlar Avrupa Başyazarımız Gökçe Fırat’ın davasını yakından takip ediyor. Bunun için bu röportaj vesilesiyle sizlere teşekkür etmek isterim. Söylediğiniz gibi kendisiyle hiçbir ilgisi olmayan saçma bir ithamla bir yıldır tutuklu. Bu süre zarfında bir de uygulanmayan bir tahliye kararı var. 16 Ağustos’ta Başyazarımız Gökçe Fırat tekrar hâkim karşısına çıktı. Orada yine tarihi bir savunma verdi. Kendisine yönelik iddiaları tek tek çürüttü. Ve sonunda heyete şöyle seslendi: “Sayın Başkan, İnsanlar özgür doğar ama özgür yaşama şansını her zaman bulamaz. Fakat tutsak insan da sonuçta yaşar. Ben de Silivri’de yaşıyorum zaten. Ama insan onursuz yaşayamaz. Ben sizden özgürlüğümü değil onurumu istiyorum. Bu iğrenç iftiradan beni kurtarmanızı istiyorum. Sizden görevinizi yapmanızı istiyorum. Sadece adalet istiyorum.” Gökçe Fırat’ın savunmasını bu sayıda Türk Solu’nda yayımladık. Buradan Adımlar Avrupa okurlarının dikkatlerine sunmak isterim. 9) Sizin şahsınızda Gökçe Fırat Bey ve Türk solundaki dostlara selamlarımızı iletirken, son olarak söylemek istedikleriniz nelerdir? – Hem bu röportaj için hem de “Yaşayan Necip Fazıl Mirzabeyoğlu” yazı dizisine olan alâkaları için Adımlar Avrupa’ya teşekkür ederim. Yayın hayatınızda başarılar dilerim. Ayrıca buradan Adımlar okurlarının Kurban Bayramını kutlarım. Adımlar namına bende bu güzel söyleşi için teşekkür eder, sizin, ailenizin, Türk Solu camiası ve okuyucularının mübârek Kurban Bayramını tebrik ederim. Nihan Öztürk – ADIMLAR Avrupa – 30.08.2017