BOP İSLAMCILIĞI, İSLAM’DAN KAÇIŞTIR! / ALİ OSMAN ZOR İle Röportaj – 3. Bölüm

BOP İSLAMCILIĞI, İSLAM’DAN KAÇIŞTIR! / ALİ OSMAN ZOR İle Röportaj – 3. Bölüm

ADIMLAR Fikir – Kültür – Siyaset Platformu Genel Başkanı sayın Ali Osman ZOR ile yaşanan gelişmeler etrafında 3 Mart 2020 tarihinde gerçekleştirdiğimiz röportajın üçüncü ve son bölümünün video kaydını ve bu kaydın metin dökümünü ilgi ve alakâlarınıza sunuyoruz.
AdımlarTV

.

.

AdımlarTv: Konu biraz da bu noktaya geldiği içinsormayı düşünüyorum, Abdullah Gül’ün bir açıklaması vardı… Gül, “Türkiye’deve dünyada siyasal İslâmcılık çöktü!” demiş… Ne dersiniz bu konuda?

İyi oldu hatırlatmanız. Yani uzatmadan; aslında Gül’ün “çöktü” dediği İslâmcılık, bizzat kendisinin de içinde olduğu ve Türkiye’de temsilcisi bulduğu BOP İslâmcılığı!.. Bu mânâda doğru söylüyor, BOP İslâmcılığı, hem dünyada hem Türkiye’de aldığı darbelerle çökmüştür! Yani çöken kendileri! Kendi temsil ettikleri anlayış çökmüştür… Burada kötü olan şudur; bu anlayış Batı karşısında, özellikle fikir olarak, tabii siyaset olarak da “Batı şuur süzgeci” karşısında hem de Batı siyaseti karşısında mücadele eden İslâmcılığın -konuşmamın başında ifâde ettiğim üzere-, 100 yıllık verimini kullanarak iktidara gelip, orada hebâ etmesi. Burada kötü olan bu… Yani diyelim İslâmcı olmayan iktidarlarda İslâmcı mücadele bir sempati ile karşılanırken, bunların BOP İslâmcılığı iktidarında ise bir antipati oluştu. Bu antipati neticesinde de tabi insanların itikatları başta olmak üzere, aile yapıları, toplum yapıları bozuldu. “Bozuldu” da değil, yerle bir oldu! Ortada bir şey kalmadı!.. Hâliyle İslâm’dan bir uzaklaşma ile karşı karşıyayız biz. Buna rağmen, BOP İslâmcılığının uygulamalarını bahane ederek, aslında bir “İslâm düşmanlığı” da oluşmadı. Şimdi “İslâm”ı kendilerine bağlayarak “İslâmcı mücadele çöktü!” demek, zaten onların BOPÇU’luğunun ayrı bir delili olur. Çünkü BOP’un hedefi buydu; İslâm’ı demokrasi içerisinde sulandırarak, Batı sistemi içerisinde eritmek, zamanla da yok etmek!.. Aslında söylediği bu!.. Bu mânâda da bizim anladığımız İslâm değil, onların anladığı “İslâm” Batı karşısındaki mücadele karşısında aslında yok oldu… Bugün çözülemeyen sorunlarla problemlerle karşı karşıya olmamızın sebebi zaten bu BOP İslâmcılığın varlığından kaynaklanıyor.

.

HESAP SORULACAKLİSTENİN BAŞLARINDA YER ALIYORLAR

Buradan devam edersek eğer, aslında az önce izah etmeyeçalıştım; bundan sonraki mücadele, onun bahsettiği veya onun gibi olanlarınmensup olduğu “ılımlı İslâm” da denilenAmerikan-Batı İslâmcılığı ile, Batı İslâmcılığınında içinde bulunduğu Batı saldırganlığı karşısında konumlanan İslâm Temelli İslâmcılık arasındadır aslındabundan sonraki mücadele…

AdımlarTv: Aklıma, Amerika’nın Taliban’ın peşindenkoşup sürekli bir “uzlaşma” çabası içinde, “anlaşma” peşinde koşması geliyor…

E, tabi!.. O mânâda baktığında Afganistan’da “siyasal İslâmcılık” başarılı oldu, savaşı kazandı!.. Yani bu –zaten ifâdeleri seçerek kullanmaya çalışıyorum- tekrar etmek gerekirse, çöken kendileri! Evet çöktüler, İslâm’ın sahte uygulamasıydı! Burada zorluk şu; bu sahtelikleri de aşıp, bunun sahtenin “sahte” olduğunu da izah edici bir uygulama, bir tatbikat ortaya koymak gerekir -ki, bizim sorumluluğumuzun olduğu nokta burasıdır zaten- burada da bu sahte, ayrıca daha sonra gelecek sahtelerinden de önünü kesmiş oldu, bu sahte uygulama… Bundan sonra gelecek olan İslâmcı mücadele, programıyla, tatbikatıyla, siyasetiyle, her şeyi ile aslında “yapılmaması gereken”e dair de bir fikir sahibi oldu. Yani “siyasal İslâmcılığın çökmesi” onlar açısından; “çöktü, biz İslâmcı potansiyeli bitirdik! Şimdi liberalizm iyice rahatladı!” gibi bir düşünceyle söylenmişse, bu bir hayâl ve yanılgı… Çünkü o iş öyle değil… Hadiselerin akış yönüne baktığımızda, akış şekline baktığımızda “İstikbâl İslâmındır!” hükmünün hiç olmadığı kadar geçerli olduğunu görüyoruz burada. Eğer ki Türkiye kaynaklı, kendi içinde ilk önce uzlaşmayı hâlledip, bir birlik-bütünlük içerisinde bölge ülkelerine bir uzlaşma, bir fikir, bir ideâl merkezinde bir uzlaşma siyaseti önerebilseydi, durum farklı olurdu. Ki bugün yapması gereken o. Onu yaptığınız anda da, BOP İslâmcılığına karşı konumlanıyorsunuz demektir… Dolayısıyla Abdullah Gül‘ün o ifâdesi, aslında kendilerinin bundan sonraki siyasetlerindeki konumunu belirlemek için söylenmiş bir söz. O açıdan bakıldığında da, o hamlenin Davutoğlu, Abdullah Gül, Ali Babacan hamlelerini AKP’yi yenileme hamlesi olarak da görebiliriz. Yani tekrardan bir şeye başlama. Bu mümkün değil! Çünkü onlar “problemi tespit edip ve ona çözüm üretici” konumda değiller! Onlar, o kadro bizâtihî bugün insanlarımızın yaşadığı problemlerin müsebbibi konumundalar! Dolayısıyla da yaşanan problemlerle ilgili bir muhasebe yapıldığında, bir hesap sorma konumuna geçildiğinde, hesap sorulması gereken listenin başında yer alıyorlar!

.

BOP İSLÂMCILIĞININ YAŞADIĞI TRAVMA

Abdullah Gül’ün “siyasal İslâm çöktü!” sözü etrafındayaptığımız değerlendirmelere bağlı olarak şunu da ifâde etmek gerekir. BaştaAKP genelinde söyledim husus, aslında Abdullah Gü’ün bu ifâdelerinde çok açıkbir şekilde ortaya çıkıyor. Ne demiştik? İnandıkları değerlere nisbetle tasfiye ettiklerinin yerine bir şey koyamayınca bir travma yaşandı. Bu travmanın sonucu olarak da farklı bir düzen kuruldu. Bu düzen de insanımızı intihara ve cinnete sürüklüyor şu ân! Abdullah Gül’ün “siyasal İslâm çöktü” sözünde de aynı şeyi görüyoruz aslında. Yani çökenkendisi olduğundan dolayı, düşündükleri veya inandığını iddia ettikleri ilke veprensiplere uygun bir siyaset geliştiremeyince, o siyasetin mağlubiyetini, sanki “İslâm’ın mağlubiyeti” gibi sunuyor. Temelyanlış bu zaten; mağlup olan kendisi. Mağlup olduğundan dolayı, mağlupolmanın verdiği travmayla da İslâm haricindeki yerlere savruluyor… “Siyasalİslâm çöktü” derken neyi teklif ediyor?Yine aynı; liberalizm, kapitalizm, işteBatı hayat tarzı! Ve eski durumundan daha beter olarak bu hayat tarzını vebu sistemleri teklif ediyor bu insanlar! Dolayısıyla bu ifâde ile aslındagörmemiz gereken husus, bu insanların, yani BOP İslâmcılığının yaşadığı travmadır. Ve bu travmayı maalesef bütün ülkeye yaşattılar ve biz ülkeolarak zaten kurtulmamız gereken travmada budur.

Neticede geldikleri dönem itibariyle, İslâm’ın güçlü olduğu bir dönemde, İslâm’a sempati beslendiği bir dönemde geldiler. Ve bunu antipatiye çeviren, güçsüzlüğe çeviren de kendileri. İslâm Devrimcilerinin yapmaları gereken husus, zaten 100 yıllık kazanımları -İslâm Temelli kazanımları- uluslararası güçlere ipotek olarak verdikleri bu kazanımları bunların ellerinden alarak, toplumun yaşadığı tramvaya son vermektir. Bu travma neye benziyor? Birçok siyasi hareketin başına geldi. Mesela Türkiye’de “Sol”un da başına geldi bu: Adam işkenceyle cezaevine girmiş, 10 yıl -15 yıl cezaevinde yatmış. Sonra çıkıyor bakıyorsun ki, işte “reklamcı” olmuş, yok “cinsel özgürlük” hareketleri, “feminizm” filân… Hâlbuki sen cezaevine niye girmiştin, niye işkence çekmiştin?!. Ortada bir “çöplük” vardı, o çöplüğün kaldırılması için mücadele etmiştin!.. Cezaevinden çıktıktan sonra bu çöplük kalktı mı ortadan? Kalkmadı!.. Senin teklif ettiği şey yanlış olabilir, o zaman başka bir teklife bakman gerekir. Bugün aynı durumlar “İslâmcılar”ın da başına geldi. Kendi yakın çevremizde de bunu yaşıyoruz…

.

“İSLÂMCILAR”IN ZATEN FABRİKA AYARLARI BOZUKTU

Şimdi ideâline, inandığını iddia ettiğin değerlere uygun bir düzen oluşmayınca, ne oluyor; ortaya çıkmış düzeni ideallerine uydurmaya çalışıyorsun! Veya düzene uyum sağlarken, angaje olurken -yani düzenbazlık yaparken!- istifade ettiğin ideolojik argümanlar da, yine o inanmaktan vazgeçtiğin idealler aslında! Yani yeni statünü sağlarken de ondan istifade ediyorsun! Bugün artık buna izin vermemek lazım! BOP İslâmcılığının tekrar hayatiyet bulmaya çalışırken, İslâm’ı istismar etmesine artık izin vermemek gerekir!.. Ki, mücadelenin ana cephelerinden birisi bu zaten. Bizim, en baş devrimci görevlerimizden birisi de bu olması gerekir… Yani aynı durumu Sol’un düştüğü durum veya tarihte verdiğimiz misâller gibi bugün de İslâmcılar –“İslâmcı” denilen, tırnak içinde, siyasetler- aynı duruma düştüler. Yani değiştirmek üzere yola çıktıkları bir düzene angaje oldular, uyum sağladılar, o düzenin sunduğu fırsatlardan istifade ederek de başka statüler elde ettiler! Şu ân yaptıkları ise bu statülerine değer kazandırmak, değer üretmek. Bunu üretirken de tekrar İslâm’dan istifade etmek isteyeceklerdir, buna izin verin vermemek gerekir! İslâmcıların bu mânâda, hani o “fabrika ayarlarına dönmeleri gerekir” filan deniyor ya: İslâmcıların zaten fabrika ayarları bozuktu aslına bakılırsa! Nerede bozuktu? Çünkü İslâmcıların bir ideolojisi yoktu, vaaz ettikleri bir dünya görüşü yoktu, insanlara sundukları bir hayat tarzı yoktu! Kuru kuru “İslâm” diyerek İslâm olacağını düşünüyorlardı. Bugün geldiğimiz noktada bunun böyle olmadığı ortaya çıkınca, yaşanılan travma “siyasal İslâm çöktü” şeklinde karşımıza çıkıyor. Halbuki çöken bizzat kendileri! Çöküşlerinden dolayı da, zamanında karşı oldukları iddia ettikleri düzene, Batı şuur süzgeci içerisinden çıkmış düzene angaje olmuş durumdalar. Bunun adına da işlerine geldiği zaman bazen “İslâm” diyorlar, işte bazen liberalizm diyorlar! Yani bir çorba halinde iş geldi geldi iktidarın devamına dayandı. Bu da artık sınırlarına ulaşmış durumda. Abdullah Gül’ün bu açıklamasını böyle okuyabiliriz.

.

BAĞIMSIZLIK, SİYASÎ OLMAKTAN ÖTE, İDEOLOJİK BİR MESELEDİR

AdımlarTv: Bu sözleriniz bana konuşmanızın başındaKumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun “Şartlar Türkiye’yi tarihî misyonunu icrâetmeye zorluyor!” ifâdesini tekrar hatırlattı. Yani Abdullah Gül ve hattâbugünkü İktidarı katarak söyleyebiliriz; bu “misyon”un üzerine oynadılar, terstarafından bunu temsil etme iddiasında oldular. “İtibar”ları da buradan geldisanırım…

Tabiî, en iyi niyetle söylüyorum ben; bunu yaparken de BOP Stratejisi içerisinde “Neo-Osmanlıcılık” stratejisini yerleştirmeye kalktılar, yanıldılar!.. Çünkü karşıdaki güçler çocuk değil! Buna izin vermezler. Bu da, onlardan bağımsız yürütemeyeceğin bir şey olduğu için, hâliyle de –iyi niyetli söylüyorum yine- sen, samimi olarak bir takım şeylere inanmış durumda bunu yapsan bile, ortaya çıkacak “şartlar” buna engel… Dolayısıyla da bağımsızlık, siyasî olmaktan öte ideolojik bir meseledir!.. Fikrî bir meseledir… Yani “siyaset”, “üretilen düşünce” üzerine var olan bir pratiktir. dolayısıyla da düşünce bağımlı olduktan sonra, siyasetin “bağımsız” olmasından söz edilemez!.. Burada bağımsızlık sorunu, temel olarak zaten ideolojik bir problemdir!.. Ve fert hürriyetinden bağımsız da düşünülemez bu problem!..  Haliyle de siyasette, bir ülkenin, bir hareketin bağımsız olup olmadığının anlaşılacağı nokta da burasıdır zaten. Bu nokta halledilmeden, yani işin ideolojisi hâlledilmeden “siyaseti” üzerinde at koşturmaya çalışmak –hele hele bir esnaf zihniyetiyle at koşturmaya çalışmak- orta vadede sana bir takım başarılar getirse bile, nihâyetinde Büyük Zararı yüklenmene sebebiyet verecektir!..

.

BÜTÜN MESELE ŞU: BATI’YA NEYİNLE KARŞISIN?

İşte “ideolojiler devri geçmiştir!” (Erdoğan’ın sürekli tekrarladığı lâf –AdımlarTv) şeyinden, şimdi aynı koro neye devam ediyor –en küçüğü de, herkesbirbirini taklit ediyor- “Amerika Irak’a gelirken demokrasi getiriyor”du, şimdibiz oraya (Suriye – AdımlarTv) giderken “demokrasi getiriyoruz” falân, filân… Neticeşu, en temel şey: Bugün “Batı şuur süzgeci” dediğimiz anlayıştan süzülmeanlayış, ideolojiler var. Bu ideolojiye neyinle karşısın?!. Bütün mesele burada!.. Şimdi buideolojiye, ortaya koyduğun bir fikir veideolojiyle karşı değilsen eğer, ortayakoyduğun siyasetlerin tamamı, karşı tarafın stratejisinin dışında olamaz! Çünküsınırları belirleyen o! Yani o mânâda bütün dünyanın sınırlarını belirleyen birBatı gücünün sınırları dışına çıkıp, onunla nasıl hesaplaşacaksın?.. Şimdi Buaçıdan bakıldığında, evet, biz, şu ân Batı saldırganlığını temsil Amerika’nın ve İsrail’in bütünpolitikalarına karşıyız!.. Değil mi?.. Ve bu mânâda da Amerika ve İsrail lehineolacak, Kumandan Mirzabeyoğlu’nuntabiriyle “Amerika ve İsrail kokan her şeye karşıyız!”

Siyaseten baktığında Amerika ve İsrail kuyrukçuluğu içeren, muhtevası o olan siyasetleri desteklemek mümkün mü?.. Şimdi bu yetmiyor!.. “Neyinle karşısın”?!. Tabiî ki biz, Büyük Doğu – İBDA İdeolojisi ve onun bu yüzyıldaki görünümü olan Başyücelik Devleti siyasetimizle karşıyız!.. Şimdi bu ortaya konulmadan, böyle bir şey ortaya konulmadan, yapılacak her türlü davranış –aynı, bir kavgada senin uyguladığın tazyikin karşı tarafın işine yaraması gibi-, bu politikaları devam ettiren güçlerin işine yarayacak. Burada mesele -istediğin kadar “bağımsız” ol!- “hayat tarzı” olarak teklif ettiğin bir şey yoksa; “nasıl yaşayacağız?”, “bu dünyamıza, öbür dünyamıza ait ölçüler nelerdir?” bunlara dair bir şey yoksa, bütün dünya senin olsa ne olur?..

.

İNSAN NEDEN İNTİHAR EDER?

Bugün insanımız açısından baktığında inandığı değerler ve ilkelerle yaşadığı düzen arasındaki uçurum arttıkça, gerilim artıyor. Bu gerilimin neticesinde artık bu şekilde yaşayamayacağını anlayan, yaşamaması gerektiğini düşünen insan canına kıyıyor veya cinnet getiriyor. O mânâda intiharlara sırıtarak bakan adam da, benim nazarımda dünyanın en adi insanlarından biridir! Bunu da bu vesileyle söylemiş olayım… Bir kere sen, onu anlamak zorundasın! İnsan neden intihar eder?!. İntihar felsefesinde yer alan hususlardır bunlar. İnsan neden intihar eder? O ânki üzerinde hissettiği yükü taşımak istemediğinden dolayı intihar eder! Bugün, bizim insanımızın, işte “o sebep”, “bu sebep” sen onları öyle izah ediyorsun, intihar eden adamın ruh hâli farklı! İşte “ne derdi vardı?”, “ekonomik sebeb vardı!”, “o sebeb vardı…” E, Öğretim Üyesi intihar ediyor?!. Onun da mı ekonomik sebebi vardı?!. İşte öğretmenler intihar ediyor! Meselâ bir öğretmen kayıt yapmış “güvenilecek insan kalmadı!” diyor. “Eğer ki kimseye güvenemeyeceksek yaşamanın ne anlamı var!” diye… “Güven” neydi? “Güven”le “inanmak” aynı köktentir. Yani “inanacak bir şey kalmadıysa niye intihar etmeyeyim?” diyor. Bu mânâda sen buna sırıtıyorsan eğer, Kumandan’ın Kartal cezaevinde gerçekleştirdiği “fedâ eylemi”ni zırnık anlamamışsın demektir! O gün o şartlarda, saldırının (Telegram İşkencesi – AdımlarTv) başladığı ilk dönemde gerçekleştirdiği o eylemi hiç anlamamışsın demektir. Bugün, insanımızın düştüğü durum budur!.. Bu cendereden ya bir çıkış olacak; yeni bir dengeye, yeni bir hayat tarzına geçişle -bağımsızlık, hürriyet, siyaset, hepsi buralardadır- ya bir geçiş olacak ya da tarihte yok olan bir sürü toplum var. Anadolu coğrafyasında işgal ettiğimiz zamanın sonuna geldik demektir. Yani o mânâda doğrudan “pratik siyaset”e geçersek eğer; biz “İdlip sorunu” filân derken, birdenbire “Hatay sorunu”yla karşılaşabiliriz. Bugün konuşulan bölgeler, “bereketli hilâl” denilen, dünyanın en bereketli toprakları!.. Çukurova ve Amik ovası yan yana olmak üzere, hem bizim ülkemizi, hem bölgemizi besleyen topraklar. Bir kısmı bizim bu tarafta olurken o toprakların, bir kısmı da o tarafta. Yani bugün verilen mücadelede “bu niye ölüyor, bu niye öldürüyor?!.” kimsenin izahı yok! Dolayısıyla da orada mesleği ölmek ve öldürmek olan insanların bunu izah edemedikleri noktada yaşadıkları gerilim neticesinde farklı tepkiler verebilirler. Anlatabildim mi?!. Hâliyle de burada hayat tarzı; “nasıl bir hayat?”, “yaşanmaya değer hayat nedir?” sorularının en can alıcı, can yakıcı şekilde yaşandığı bir dönemdeyiz biz. Fakat maalesef ki fikir hayatımız açısından, entelektüel hayatımız açısından da bu mevzuların hiç konuşulmadığı bir dönem.

.

TEK ÇÖZÜM: 1919İRADESİNİ, 2020 ŞARTLARINA BAĞLAMAK

AdımlarTv: O zaman son olarak şunu sorayım tekrar;gerçi ben birçok cevabını aldım da birçok yönüyle; Suriye politikası üzerineyaptığınız eleştirilerden sonra, Suriye başta olmak üzere bölgemizde nasıl birpolitika izlenmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?

Yine tekrar ediyorum, biz ADIMLAR olarak Kumandan Mirzabeyoğlu’nun ifâdesiyle; “hiç bir zaman Amerika ve İsrail kuyrukçusu hiçbir politikayı desteklemiyoruz! Amerika ve İsrail kokan bütün politikalara karşıyız, Büyük Doğu – İBDA İdeolojimiz ve Başyücelik Devleti siyasetimizle. Teklifimiz budur.” Türkiye açısından baktığımızda, Türkiye’nin ilk önce birlik ve beraberliğini sağlayıcı merkez bir fikir etrafında uzlaştırıcı bir siyasete ihtiyacı var. Bu uzlaştırıcı siyaset sağlanmadan bölgeye huzur ve güvenin gelmesi mümkün değil!.. Bu uzlaştırıcı siyaseti sağlayabilen Türkiye aynı yöntemi, aynı siyaseti zaten bölgesinde de tatbik etmek zorunda; bunu tatbik ettiği ânda da bölgede varlığını devam ettiren -ayrım yapmadan- bütün yabancı güçlere “sizin artık gitmeniz gerekiyor! Biz sorunlarımızı kendi içimizde hâlledeceğiz!” deme rahatlığını, deme hakkını elde eder. Bugün İslâm dünyası zaten yaşadığı sorunlar, problemler, işgaller neticesinde buna hazır bir dönemde, ama “Türkiye’de bunu yapacak iktidar, güvenilir bir siyaset var mı, yok mu?” Bence yok! Mevcut siyasî aktörler bu fırsatı kaçırdılar. Bu da bizim hangi noktada olduğumuzu gösteriyor. İBDA tarihi 1919’la başlar. 1919 tarihi ister İslâmcı olsun, ister Sol olsun, ister Kemalist olsun aslında bütün hareketlerin ortak tarihidir. “1919 Kurtuluş İradesi”nde bir konsensus vardır. Nedir bu Kurtuluş İradesi? Batı işgaline uğramış İslâm coğrafyasını bu işgalden kurtarma iradesidir. Bugün yaşadığımız süreç de aynıdır. Bütün mesele, 1919 iradesini 2020 şartlarına getirip bağlamaktır. Yani bir daire hikmetiyle; 1919’da başlayan süreç 2020’ye tekrar devretmiştir. Burada tabii ki 100 yıllık süreç içerisinde 1919 iradesine aykırı uygulamalar olmuştur, 1919 iradesinden sapmalar olmuştur. İşte Sol oraya gitmiştir, Kemalizm, milliyetçiler buraya gitmiştir, İslâmcılar buraya gitmiştir… Ama yaşadığımız fiilî durum pratik zorunluluk olarak zaten bizi, insanımızı, bu anlayışa doğru sürüklüyor. Yani 1919 iradesi -bütün siyasetler için söylüyorum bunu!- 2020’ye bağlanarak güncellenmiş, yeni bir Kurtuluş iradesi ortaya konması lazım. Bu Kurtuluş İradesi, merkez bir fikir etrafında olmalı. Bu Merkez fikir etrafında ortaya konulan Kurtuluş İradesi, zaten adı üstünde uzlaştırıcı. “Uzlaştırıcı” demek şu demek değil yanlış anlaşılmasın; “o da doğru”, “bu da doğru” filân. Bu demek değil! Altını çizerek söylüyorum: Merkez bir fikir etrafında bir uzlaşma. Çünkü bugün eksik olan şey budur. Herkes bir şey yapmak istiyor ama kimse ne yapılacağını bilmiyor. İster iktidar kanadından bakın, ister muhalefetten bakın. Bizim teklifimiz büyük Doğu – İBDA fikridir. Bizim teklifimiz Kurtuluş iradesine, 1919 iradesine de uygun olarak bağımsız, hür, komşularıyla ittifak içerisinde olan, dış düşmana, Batı gücüne kapıları kapatmış Başyücelik Devleti idealidir. Rejimin ismi de “Yüceler Kurultayı”dır.

.

BÜYÜK SORUNLAR, BÜYÜKMECLİSLERDE HALLEDİLİR!

Siz, bu yaşadığımız sorunları çözebilmek için ister ismine “Yücelerkurultayı” deyin, ister “Büyük Millet Meclisi” deyin -adına ne derseniz deyinfark etmez!- bu sorunların oturupkonuşulduğu, bu sorunlara çözüm üretildiği BÜYÜK BİR MECLİS lazım, MilletMeclisi lazım! Bugün siyaset yapan herkesin buna odaklanması gerekir. Merkezbir fikir, bu fikir etrafında herkesin “en gizli ajanda”sına kadarkonuşabileceği bir meclis. Çünkü büyüksorunlar büyük meclislerde halledilir! Bizim tarihimiz bunun örnekleriyledoludur. O büyük meclisten daha sonra ne olacağı da çıkar. Ve herkesin -yine diyorum- en gizli ajandasına kadar ortaya koyacağı,tartışacağı ve kimsenin kimsenin “İlâh”ına – kutsalına sövmediği, yanlışlarınkabul edildiği; Kumandanızın ifâdesi ile “yanlışların da tecrübemize dahiledildiği” ve “ileride artık yapmamak kaydı şartıyla kabul edip, geçişlerisağladığımız” büyük bir organizasyon. Bu organizasyon bizim için, şu ânbakıyoruz etrafımıza; hem Türkiye’de hem dünyada bu Merkez Fikir noktasında İBDAAnlayışı dışında ortaya koymak mümkün değil. Çünkü herkese tek tek ifâdeedebilecek, herkese tek tek kendini anlatabilecek bir “fikir sistemi”ninolmadığına inanıyoruz. Şimdi bu noktada samimi olanlar meselâ bizim busöylediğimize de bakabilirler, bunu da eleştirebilirler, varsa eleştirilebilecekbir şey. Ama toplumu geren, toplumiçerisinde çatışmacı bir dille bir söylemle yürütülen siyasetin bencesonuna gelinmiştir. Bu artık yürümez. Hem de, burada savaşa giriyorsun, savaşagirerken samimiyet adına bu dilden vazgeçmen lazım, ama vazgeçilmiyor! Demek kiortada, savaşla elde edilmek istenen şey başka bir şey. Anlatabildim mi?

Türkiye’nin bu, ne diyelim, “iç çatışma” diyelim, “iç hesaplaşma”. Her ülkenin kendi iç hesaplaması farklıdır. Türkiye’de de tabii ki olabilir iç hesaplaşma, ama, bizim bahsettiğimiz bir anlayış çerçevesinde bu gelişirse, başka ülkelerdeki hasar kadar hasar vermez bize. Bizim diğer ülkelerden farkımız veya avantajım bu. Biz bu konsensusu sağlayabilirsek eğer, yani 1919 İradesi’ni getirip  1920’ye bağlayıp güncelleyebilirsek, bu şartlar altında geleceğimize daha hasarsız yürüyebiliriz. Aksi takdirde Türkiye’de hepimizin yaşadığı bir gerçeklik olarak, işler çok da iyiye gitmiyor.

.

TARAFIMIZ İBDA’DIR!

AdımlarTv: Son olarak, yaşadığımız şartlarda AdımlarFikir – Kültür – Siyaset Platformu etrafında yer alan ya da takip edeninsanlara, gönüldaşlarımıza, dostlarımıza neler tavsiye edersiniz?

Şimdi yani bahsettiğiniz “gönüldaşlarımıza tavsiye”denziyâde söyleyeceğim şeyler, birinci dereceden kendimle alâkalı. Kendimin de dikkatetmesi gereken hususlar:

Az önce ifâde ettim; “bağımsızlık” bir ideoloji meselesidir,fikir meselesidir, “siyasî” mesele olmaktan önce… Demek ki burada İBDA’nın muradı hâlinde bizimbağımsız, hür bir çaba içerisinde olmamız gerekiyor. Bu da ne ile mümkün? Murad, iradenin ortaya konulduğu yerdetecelli eder. Meselâ “muradı kestirmek” diyoruz değil mi? “Muradıkestirmek” oturduğun yerden mümkün olmaz!.. “Muradı kestirmek”, o “murad”a uygun bir irade ortaya koyduğunda ortayaçıkar. Şimdi aynı bunun gibi, bizim gönüldaşlarımızın, dostlarımızın birkere hiçbir yalandan, hamasettenetkilenmemesi lazım. Etkileyici bütün unsurları bertaraf edici, onlarakarşı direnç noktalarını sağlayıcı ideolojikformasyonda olmaları lazım. Bu mümkün olmazsa eğer “siyaset” dediğimiz şey dedikodudanöteye geçmez. Şimdi meselâ bir takım tahminler oluyor değil mi, medyada filânda görüyoruz; “yok öyle olursa böyle olur”, “şöyle olursa bilmem ne olur” filângibi… Şimdi, yine İBDA Mimarı’nınifâdesiyle; “tahmin de bir nisbet işidir!..”Siyasette tahmin de bir nisbetişidir!..” Burada “tahmin sahibi”, tahmin ettiği şeye hazırlık yapıyor mu,yapmıyor mu? Bu da onun samimiyetinin göstergesidir. Şimdi mesela “yarın savaşçıkabilir” diyor adam, oturduğu yerden kalkmıyor! E, “savaş çıkabilir” diyorsan, neden hazırlık yapmıyorsun?!. Demek kikendi söylediğine inanmıyorsun!.. Şimdi burada bizim arkadaşların, bizimgönüldaşlarımızın dikkat etmesi gereken şey, Kumandan’ın hepimize söylediği üzere;“hislerini akıllarının emrineversinler!” demişti ya. Yani, hislerimizi aklımızın emrine verirken,aklımızı da İBDA’ya bağlamamız gerekir. İBDA’yabağlamak nedir? İBDA’ya bağlamak bağımsız düşünmek demektir, hür bir çabaiçerisinde hareket etmektir. En önemli husus da budur zaten. Bu sağlandığızaman, görülecektir ki biz, hadiseler karşısında bir “seyirci” olmaktan ziyâde, yavaş yavaş aktif bir “oyuncu” olmaya doğru gidiyoruz. İBDAMimarı ne söylemişti bize 90’lı şartlarda? “Hadiselerarkasından gevezelik etmekten ziyâde, seyirci olmaktan ziyâde –meâlensöylüyorum!- tuttuğunuz tarafın oyuncusu olun!” Bugün bu durum aynıylageçerlidir! Tarafımız İBDA’dır! Tarafımızve tarafımızın İBDA olduğunu, İBDA’dananladıklarımızı siyasî tutum ve tavır hâlinde ortaya koyduklarımızla göstermekzorundayız. Gösterirken de nispet noktamızı, nisbetimizi, her dâim “çek etmek”zorundayız, güncellemek zorundayız, geliştirmek zorundayız. Çünkü şartların herdeğişiminde durum tespiti yapmak lazım: “Hâlin nedir?”, “ne durumdasın?”, “hedefeolan yakınlığın, uzaklığın nedir?” vesaire vesaire… Bu da ideolojik formlamümkün. Yani ideoloji – fikir olmadansiyasetin kendisi yapıcı – erdirici olmaktan ziyâde, yıkıcı ve dondurucu olur.Bunu, hepimizin anlaması lazım. Bu mânâda da hür bir çaba içerisinde olan,hürriyetini idrak etmiş, bağımsızlık – hakimiyet mücadelesi verilmesi gerektiğininşuuruna varmış insanlar, Türkiye için –başından beri bahsetmeye çalıştığımız-, gerekliolan siyaseti üretebilirler, örgütleyebilirler, bunun zemininioluşturabilirler, bu siyasete katılabilirler. Bizim, kendimiz başta olmak üzerebütün arkadaşlarımızdan istediğimiz budur. Bunun haricinde zaten sohbet ettikçe,konuştukça, hadiseleri takip ettikçe, herkes kendi açısından yapılması gerekenedair bir fikir sahibi olabilir.

AdımlarTv: Teşekkür ederiz açıklamalarınız için.

Ben teşekkür ederim.

Röportaj: Aydın Alkan – AdımlarTv

İNŞAAT ÇETESİ – YAĞMA DÜZENİ – İNTİHARLAR ve SURİYE GÜNDEMİ / ALİ OSMAN ZOR İle Röportaj – 1. Bölüm

SİYASETTE “KANDIRILMAK” SUÇTUR! / ALİ OSMAN ZOR İle Röportaj – 2. Bölüm

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: