BİR DOLANDIRICILIK VAKASI AYNASINDA UMUM VAZİYET

Ahmet ÖLÇÜLÜ

Size bir hikâye anlatayım, bir dolandırıcılık hikâyesi bu ama aslında perde gerisinde öyle bir facia gizli ki… O facia, müslümanlar olarak içinde sürüklendiğimiz içler acısı hâlimizin sebeplerinden olması hasebiyle önemli.

Bir işçi, yıllarca yanında çalıştığı patronunu ve patronu ile iş yapan esnafı milyonlar dolandırıyor.

Ama bu sıradan bir işçi değil, 30 yıldan beri aynı iş yerinde çalışıyor. İşçi de işveren de sofi. Bunların sofi olduğunu bilen biliyor, bilmeyen de 30 yıldan bu yana iş yapmanın verdiği güven duygusu içinde paralarını teslim ediyor.

Ama dükkânda başka çalışanlar da var.

Bu çalışanlar, patronu, güvendiği adamın kendisini tırtıkladığı yönde uyarmaya çalışsa da nafile.

Şimdi bu patron, sofi, namazında niyazında biri ama kapitalist. Kapitalist dediysek, elbette zekât da veriyor, bazı yardımlar da yapıyor… Dükkânı da sofi olan ihvandan adamına emanet etmiş. O kendisini uyarmaya çabalayan çalışanlara da namaz kılmıyorlar diye yüz vermiyor. O çalışanlar patrona gelip, “maaşımız geçimimize yetmiyor” dediklerinde, kapitalist patronun verdiği cevap belli. Ama bu patronun lüks hayatı da gözlerden kaçmıyor. Çalışanlar sürünürken, sofi patron lüks içinde. Dükkânı emanet ettiği sofi arkadaşı da bir maaş alıyor ama, adamın bu maaşla elde edilemeyecek evi, arabası cabası. Yani diğer çalışanlar aldıkları maaşla zar zor geçinmelerine rağmen yine de iyi niyetle patronu ikaz ederken, bu seni tırtıklıyor derken haksız değiller, ortada maddi deliller de var. Ama onlar namaz kılmıyor, bu kılıyor ve sofi ya… Bu çalışanlar zar zor geçiniyor, öbürü evi ve arabasıyla maaşla elde etmesi imkânsız refah tablosu çiziyor. Hem de öyle sıradan bir sofi filân değil, karısı da hocalık yapıyor vs…

Ne oldu, bu namazında niyazında, üstelik sofi, patronun dükkânı emanet ettiği adam yüz milyonluk vurgun yapmış… Yıllarca kendini bu adam seni tırtıklıyor diyenlere kulak asmayan patron şimdi yüz milyonluk vurgun yediği iddiasıyla, “yandım Allah! Malı mülkü, fabrikayı satsam da ödeyemem!” diye derdine çare aramakta.

O çalışan hırsızlık yapmış mı?

Ortada kaybolan bir para var ama bu para nasıl kayboldu bilmiyoruz da, zaten mesele o değil. Mesele bir zihniyette.

Müslümanların kapitalistleşmesinde…

Aldıkları ahlarda…

Tek bir sivilce, mühim bir hastalığın alameti olabilir ya, bu da öyle aslında. Basit gibi görünen bir dolandırıcılık hikâyesinin altında neler saklı, neler…

Bu sistem yıkılacak. İşin kötüsü, sonradan sonraya sistemi sahiplenen, sistemin kendilerine sunduğu üç kuruşluk imkânlara tav olarak sistemin yürütücüsü hâline gelen, kapitalistleşen müslümanların üzerine yıkılacak. Ve fatura, bu satılmışların eliyle İslâm’a kesilmeye çalışılacak.

Şunu diyecekler, demeye başladılar:

Ne oldu, İslâm İslâm diyordunuz, işte iktidara geldiniz de ne oldu? Neymiş, demek ki İslâm çare değilmiş!

Yarım oluşlar böyledir.

Yarım oluşların peşinden koştukça alacağımız netice de bellidir.

Tam oluş sistem-istikamet yoluna girip, yarım oluşları zemmetmeyip, sırtımızı dönmedikçe, bu çöküş faturasından payımıza oldukça kabarık bir miktar düşeceği kesin.

Hani ağzını açan “bütün mesele İslâm’a göre yaşamakta, İslâm’a göre yaşasak bunlar başımıza gelmez!” diyor ya. Yani bu söylediği sözün hakikatini bilerek söylese… Yalan söyleyenleri, yolsuzluk hırsızlık yapanları, sırf namaz kılıyor, oruç tutuyor vs. diye baş tacı etmese. Allah Resûlü, “kişinin namazına orucuna değil parayla olan münasebetine bakın!” demiyor mu? Dini yaşamak, işlerinde bu sözü rehber etmeyi, yalanla imânın bir arada durmayacağı ikâzına teslim olarak yalan söyleyene itimat etmemeyi gerektirmez mi?

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: