GENÇLİK, AHLÂK VE OLUŞ DÂVÂMIZ
Ahmet ÖLÇÜLÜ
Sûretler olmadan mânâlar ebediyyen tecelliye gelmez.
Yani öyle süslü cümlelere filân gerek yok, meselenin özü çok basit. Adam orada her türlü ahlâksızlığı icra ediyor, hırsızlık, yolsuzluk, çetecilik, pudra şekerleri gırla gidiyor; sûret bu işte. Sûret, form, zarf, madde, kemmiyet, mekân, diyalektik; artık yerine göre hangisini kullanırsanız.
Ağzını açan herkesin bildiği doğruyu tekrarlıyor: “ahlâk gerek, güzel ahlâk lâzım” filân… Bunlar güzel lâflar. Her güzel lâf gibi içi boşaltılıyorsa, doğrunun değil de yanlışın vesilesi olur, oluyor.
“Güzel”e aykırı ne varsa onu yapanlara destek oluyorsun, sonra da süslü cümlelerle ahlâktan bahstmektesin.
Gençlik, senin o süslü cümlelerine değil, “bak bu adamdır, arkasından gidin!” dediklerinin yaptıklarına bakıyor.
Ne yapıyor bu adamlar?
Çalıyor, çırpıyor, tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyor, torpilsiz iş yapmıyor, karı kız, pudra şekeri, her türlü mafyöz faaliyet bunların etrafında dönüyor. Kabadayılık değil, güçlünün zayıfı ezdiği mafyözlükten bahsediyorum. Tecavüzler, cinayetler, uyşturucu, çökme, yolsuzluk…
Sonra çıkıyor “ahlâk” dersi vermeye, ahlâktan bahsetmeye başlıyorlar. Ahlâkın ırzına geçilirken destek verenler, seyredenler, dilsiz şeytanlar, kuru kuruya ahlâktan bahsedince, ahlâkı da kendi hasırlarına almış olacaklarını zannediyorlar. Ha, bir CHP’leri var, o da hamamın namusunu kurtarmaları için bunlara malzeme olmada gayet elverişli olduğunu ispat etmek için elinden geleni yapıyor zaten… Bunlar da CHP içinden birileri ahlâksızlık yaptığında “vurun lan şu ahlâksıza, CHP zaten böyle!” diye ne kadar ahlâklı ve namuslu olduklarını üzerinden gösterebiliyorlar… Yani, varlıklarını bile CHP’ye karşı olmaya borçlular… “Biz şu kadar ahlâklıyız, bizde leke bulamazsınız” diyemedikleri için, “Bu CHP çok fena!” diyerek, CHP üzerinden ahlâk satmaya kalkmaktalar… O siyah, biz griyiz… Siyah kandıramaz ama gri kandırır. Ama hibirşey durduğu yerde durmaz; gri de… Bu grinin, gittikçe kararan sûreti ve en koyu karanlıktan daha karaya meyleden sîretine rağmen buna ak demeye devam edip gençliğe bunu idealize edersen, bunlara destek olmayı, peşlerine takılmayı salık verirsen, o gençlik nihayetinde en hafifinden senin yüzüne tükürür. Hadi iş senle kalsa, dâvâna da kıymış olursun.
Ahlâk havada değildir.
Fertlerin taşıyıcılığında tecellî eder.
Gençlik ve kitleler de bu taşıyıcıların yaptıkları müspet veya menfi ne varsa onu örnek alır…
At sahibine göre kişner…
Toplumlar, liderlerin aynasıdır…
Allah Resûlü, “Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim!” buyurdu. Çünkü fikir, ruh ve ahlâk fert ile hayat bulur veya ölür. Allah sadece “ahlâklı olun!” demedi. Ahlâklı olmanın nasılını görerek kendisinden öğrenebileceğimiz “Remz Şahsiyet”i de gönderdi. Dolayısıyla kişilerin sözlerinden öte, ferdin hayatıdır ölçü olan. O fert, hayatında fikre, ruha uygun bir ahlâk mı tüttürüyor; buna bakılır.
Şahsı ve kadrosu gündeme gelir; fertte toplu olan hakikat, lâfta ne iddia edilirse edilsin, bu iddianın gerçekte ne olup olmadığı ferdin etrafına topladıklarında, kadrosunda tafsile gelir.
Biz güzel ahlâkı Kumandan’dan gördük, öğrendik.
“Zalim olmaktansa, mazlum olmayı tercih ederim!” diyecek kadar, dünya saltanatını eliyle itebilecek derecede bir ahlâk abidesiydi Kumandan. Bu işin kıvırarak ve kıvıranlarla olmayacağını söyledi ve yaşadı da. Yani sadece söylemedi, fırsatlar elinde olduğu, bugün kıvırarak makam işgâl edenlerin makamında olabileceği hâlde, bunları, o yollara girmeyi daha en başından reddetti.
Gençliğe sözümüz şudur: Siz ahlâkı Kumandan’ın şahsından öğrenin. Şahsı da kitaplarında saklı. Yaşamayı fikir bilen adam, kitaplarında ne yazmışsa onu yaşadı. O’nu kitaplarından farklı tanıtmak isteyenlere aldanmayın. Nasıl ki Üstad’ı da güya Büyük Doğu’cular kitaplarından farklı tanıtmaya ve onu da kendileri gibi biri diye takdim etmeye çalıştılarsa, ve nasıl ki Kumandan bu tuzağa düşmeyip Üstad’ın gerçek yüzünü, fikirle çizilmiş sûretini ortaya koyduysa, siz de Kumandan’ın kendine çizmiş olduğu fikir sûretine bakın. Kendi hırsına kapılıp hırsıza, ahlâksıza meyledenlere Kumandan’ın meyli varmış gibi göstermeye kalkanlara karşılık, Kumandan’ın yazdıkları ile cevap verin. Tanımak için, anlamak için Kumandan’ı okuyun. Kumandan’dan birtakım cümleler, anektodlar, hatıralar aktardığı hâlde -tıpkı Üstad’ın etrafındaki sözde Büyük Doğucuların yaptıkları gibi-, sonra da mânâya ihanet edenleri okuyarak anlayabilirsiniz ancak.
Evet, Kumandan ahlâktan hem bahsetti ve hem de yaşadı. Ahlâktan bahsederken de, “bunu şu yaparsa sayılır, bu yaparsa sayılmaz, o yaparsa sövüp saymak serbest, bu yaparsa ses etmemek gerek, tamamen sessiz kalmak da olmuyorsa bir iki mırın kırın ederek geçiştirmek gerek” mi dedi? Yoksa, “herkes eşittir deyip bazı şeyleri diğerleri için yasaklarken, ama bazıları biraz daha eşittir diyerek o yasakları tepelemeyi kendileri için haklı görenler domuzlara benzer” mi dedi? Ahlâkın teorisinden dem vurup pratiğinde ırzına geçenleri mi alkışladı?
Fikrin pıhtılaşması demek olan ahlâk, fikri temsil etme makamında olan liderin yaptıkları veya yapmadıkları ile tecessüm eder. Yani cisimleşir, ifadeye gelir, hayat bulur; yapıp etme, yani form olmadan ahlâk olmaz. Ahlâkın hayat bulması, kuru lâf olmaması yapmayla mümkün. Sen istediğin kadar ahlâk edebiyatı yap, toplumu lider ve çevresinin yapıp ettikleri şekillendirir. Gençlik de bu yapılanları sezer. Yapılanları fikirleştiremese de körelmemiş ruhuyla sezer ve tepki verir. Dolayısıyla gençliğin deizme, ateizme kayması ahlâksızlığa verilmiş bir tepkidir aslında. Fikirleştiremediği sahteliğe gayri iradi olarak verilmiş bir tepki ve gençlik mazur, onu bu tepkiye sevkedenler mesul ve mücrim. Ve gençlik verdiği bu tepki ile, yani hâl diliyle, kurtarıcısına -bu sahte müslümanlardan kendisini kurtaracak derin ve gerçek müminlere- olan ihtiyacının her zamankinden çok daha fazla olduğunu haykırmaktadır.
Daha dün, gençliğin İslâm’a olan meylinin sebeplerini öğrenmek adına Kumandan’dan gelen cereyanı gençliğe aktarıcı fonksiyonu ile gençlik liderleri olarak kapısı çalınanlardan iken, bugün gençliğin sözde müslüman siyastçi tipine bakarak deizme, ateizme kayışında, -bu sözde müslüman siyasetçileri empoze etmek suretiyle- pay sahibi olma noktasına gelindiyse, durup düşünmek gerekilmez mi? Bu nasıl bir cinayet, nasıl bir kıvrılıştır?
Gençlik kuru kuru, “dinimiz böyle emreder, ahlâkımız şunu yapmayı uygun görür, Kur’ân’da böyle geçer!” denmesini değil, yaşayan Kur’ân görmek istiyor. Kur’ân’a ihanet edenlerin idealize edildiği, lider olarak arzı endam ettiği yerde de tepkisini en dehşet verici şekilde ortaya koyuyor işte.
Bunlarsa gençliğe “dinimiz böyle emreder, ahlâkımız şunu yapmayı uygun görür, Kur’ân’da böyle geçer!” demek üzere şu kadar imam hatip filân açtık diye, gençliğin ahlâkını kurtardıklarını, kurtaracaklarını zannediyorlar.
Evet, dünden farklı olarak bugün sadece camilerin değil, diğer İslâmî mekânların kapısı da açık ve her geçen gün kemmiyet olarak daha çok kapı açılıyor ama bu kapılar ne kadar çok açılırsa mânâmızın da o kadar daha fazla kilit altına alındığına şahit oluyoruz. Zira bu mekânlar, gelişin, oluşun yolunu açmaya değil, o yolu tıkamaya alet ediliyorlar. Keyfiyeti ezen br kemmiyet cümbüşü… Suçlar mekânlarda değil, onlara ruhunu veremeyenlerde. Nasıl verebilsinler? İnsan kendinde olmayanı başkasına veremez ki? Ancak işte böyle konuşur durur. Sonra bununla övünür. Hastayı, en son teknoloji ile donatılmış hastaneye yatırır ve sonra yanlış tedavi ile öldürür. Hasta ölüm çığlıkları atarken de yaptığı hastanenin ne kadar modern olduğu ile, böylece insanlığa ne kadar büyük değer verip, bu verdiği değer neticesi ortaya koyduğu eserlerin büyüklüğü ile övünür. Kendinde olan madde, onu gereğini yapıyor gözükmekte ama o maddeyi ortaya koymakla mânâda da söz sahibi olacağını zannediyor. Nizamımülk’ün İmam Gazalî’ye ruhla doldurulmak üzere maddeyi teslim gibi bir anlayış yerine, ne kadar hödük ve yalaka varsa, mânâ kıyıcısı sahtekâr varsa işler bunların ellerinde.
Biz Kumandan’dan öyle gördük ve bu görüşümüz üzere bu anlayışsızlık devam ettiği müddetçe meyletmedik, etmeyeceğiz. Ta ki ‘tam oluş’un yolu açılana kadar. Ya tam olmak, ya hiç. Bu işin ortası yok!
Allah Resûlü’nün varisliği makamına kim lâyık görülüyor, dikkat!
Not: Kişilerin büyüklerde gördükleri kendileridir. Herkes büyüklerden bahsederken, onda kendi gördüğünü anlatır. Biz nasıl ki kendi anlayışımızla gördüğümüzden bahsediyorsak, herkes için bu böyle. Dolayısıyla mesele, görüş ve anlayışlar içinde hangisinin doğru olduğunda. “Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak” söz konusu olduğu yerde, bunun “azîm ahlâk” demek oluşuna nazaran herkes kendi aynasında aksettirdiği ışıkla görünüyor elbette. Bu açıdan, Kumandan, “vehmettirdiği ile mühim!” diyerek malûm şahıs hakkında mücerret bir söz söylediğinde, onda büyük mânâlar vehmedenler, Kumandan’ın bu sözünü kendi vehimlerine uygun olarak, “Kumandan bu adamda acayip şeyler vehmediyor!” diye yorumlayarak, Kumandan’la bu şahsın isimlerinin birlikte anılması için ellerinden gelen çabayı göstermişler, Büyük Doğu’nun kuruculuğundan, beklenen Başyüce olduğuna kadar neler atfetmemişlerdi ki… Biz ise, “Kumandan ‘vehmettirdiği ile mühim’ derken, bakalım kim bunda ne vehmedecek, kime ne vehmettiriyor görelim, yani bir turnusol kağıdı gibi, kimin aslında ne olduğu bundan vehmettiği ile ortaya çıkacak!” şeklinde yorumlamıştık bu sözü. Kumandan’a yıllarca işkence edip sonra da katleden Telegramcılardan vehmedilenler…