İDEOLOJİK EĞİTİM
Selim GÜRSELGİL
Bizim eski koğuşlarda eğitim seminerleri olurdu. 1992’den itibaren bu seminerler programlı bir şekilde uygulandı. Aklınıza gelebilecek her konuyu getirir, konuşur, tartışırdık. Özellikle meselelerin Külliyatta nasıl geçtiği, Büyük Doğu-İbda tarafından nasıl ölçülendirildiği dikkat konumuzdu. Dolayısıyla Külliyatı çalışırdık, bundan ötürü de aramızda bir anlayış birliği oluşurdu.
Sonra tabiî o ortam dağıldı. Külliyat daha az okunmaya başladı. Eskiler bildikleri bazı şeyleri unuttu, yeniler hiç öğrenmedi; buna ihtiyaç da duymadılar. Çünkü zaten bildikleri şeyler onlara yetiyordu. Önceden öğrendiklerini ideolojinin önüne koydular, yahut yeni meseleler karşısında yeni tavırlar geliştirmek için ideolojiyi önemsemediler. Böylece anlayış birliği diye bir şey kalmadı. Herkes her konuda ideoloji dişi kampların görüşlerine yaslanmaya başladı. Dolayısıyla pek çok ayrı yön ortaya çıktı.
Şimdi yakınımızdakilere bile meram anlatmakta zorlanıyoruz. Çünkü o tarih görüşünü, Büyük Doğu-İbda tarih tezi yerine, piyasadaki birkaç şovmenin çıkıntılıklarından almış. Estetik görüşünü, Büyük Doğu-İbda sanat anlayışı yerine, piyasadaki birkaç kaba saba vaizin bastırılmış egosuna yaslamış. Dünya politikasında pek çoğu Selefilerin izinden gidiyor (farkında olmadan oradan alıyor), rejime bakışta mevcut kampların birbirine kısır salvolarına dayanıyor.
Külliyatta derinleşmek, onu çeşitli alanlarda takip ederek (“dışta, içi dışta takip”) zenginleştirmek yerine, küçük popülizm yararına gerilemişiz. Çeşitli alanların verimini bir malediş çetinliğiyle külliyata taşımak (“dışta, dışa bakan iç”) yerine, böyle bir hasleti bile kaybetmişiz. Tabiî olarak, “Ali” denince karşındaki “Veli” anlıyor. “Veli” diyeceksin, acaba karşındaki “Ali” mi anlar korkusuyla dilemiyorsun. “Selami”ye bir türlü geçemiyorsun.
Koğuş ortamını yeniden inşa etme şansımız yok. Fakat Külliyatı her zaman açıp okuyabilir, üstünde çalışabilir, hayatımızın merkezine alabiliriz. Kafamıza göre “falanca adama ben gıcık oluyorum yea” gibi şeyler yapmayı bırakıp, ideolojiyi bir lüks ve fantezi olmaktan çıkarıcı, en küçük ölçekler içine taşıyıcı bir tutumu benimseyebiliriz.
Bizim keskinlik gösterilerine ihtiyacımız yok. Biz kavga etmeyi bilen, edebilen bir hareketiz. Belki tam aksine nezakete ihtiyacımız vardır. Keskinlik gösterişine muhtaç olan tiplerin zaten yumrukları yoktur; olmadığı için “havlayan it ısırmaz” hesabı atıp tutuyorlar. Onlar kavga etmeyi bilmedikleri, buna niyetleri de olmadığı için, nezaketi de bilmezler. Her dakika kendine ve çevresine aslında sert olduğunu ispatlamak zorunda olan tiplere mi özeneceğiz yani?
Hayır, biz sadece, elimizde Külliyat, düz yolumuzda yürüyeceğiz. Ne olduğumuzun delili de bu düz yürüyüşümüz olacak.