KONUŞMALAR – 14

Nihan ÖZTÜRK

Murat: “Avrupa tarihi bakımından belki de gerçek anlamda hiç bahsedilmeyen Endülüs Medeniyeti dönemi var. Yaklaşık 300 yıl İspanya’nın tamamına hâkim kalınmış. İlmî ve fennî olarak coğrafyanın diğer bölgelerine müthiş bir üstünlük. Asıl olarak bakıldığında Avrupa’nın ciddi boyutta bugüne kadar gelişmesini ve şekilenmesini tetikleyen büyük bir faktör diyebilir miyiz?”

Orhan: “Sadece bunlarla kalsa iyi. Ahlâk, hayat kalitesi hatta edebiyat ve musikî de öyle bir üstünlük ki, neticede cihad şuurunun azalması ve taht kavgası ile sefası içerisinde boğulup, dağılıp gidiyor. Dikkate şayan tarafı Abbasîlerin iktidara gelmesiyle Emevîler Batı’ya doğru hareketle oraya gidip 700’lerin başında fethediyor. Yanlış hatırlamıyorsam 754’de devletleşiyor, tarihi kaynaklara göre hemen ardından 756’da Papalık Devleti ilan ediliyor. Yani yükselen ve genişlemesi korkusuyla İslâm Medeniyeti’ne karşı kurulması zaruri oluyor. Fakat 900’lerin başında Endülüslü Emevîler Halifelik ünvanını da kullanmaya başlayınca işler karışmaya başlıyor. Bu yıllarda İslâm coğrafyasında Abbasîler, Fatimîler derken üçüncü bir Halife otoritesi ortaya çıkmış oluyor.”

Murat: “Derken Htrıstiyan birlikleri fırsat kollayıp buraya çullanmaya başlıyorlar.”

Orhan: “Aynen. Papa’nın kutsadığı Krallar ve Kraliçeler ordularını birleştirince, siyasî otorite olarak 1000’lerin başında yıkıma uğramış oluyor. Anlıyoruz ki her ne yüksek bir durumda olursan ol, askerî güç ve siyasî otorite bazında aynı kalitede kalınmalı. Kalmayınca geriye kalan Endülüs müslüman ahali kıyıma uğramaya başlıyor. Hırıstiyanlar ellerine geçirdikleri değerli bilgileri de anladıkları kadarıyla gelişimlerinde kullanmak üzere alıyorlar. O topraklarda Müslümanların hâkimiyeti altında rahat yaşayan Yahudiler de nasibini alıyor bu Hıristiyan katliamlarından. Gerisini biliyorsun işte 1400 yıllarına kadar zar zor bir yaşam ve Kilisenin Engizisyon mahkeme ve yasalarını İspanyolların kabulu sonrası etnik temizliğe geliniyor.”

Murat: “O tarihlerde Osmanlı Donanması sayesinde bazı müslümanlar katliamdan ve Hırıstiyanlaşmaktan kurtuluyor…”

Orhan: “Kurtarılanlar sadece Müslümanlar değil, Yahudiler de. Öyle bir kaç bin değil 200 bin civarında. Geriye kalan Yahudilerin Hırıstiyanlaşmış kripto Yahudiler olduğu biliniyor.”

Murat: “Kripto falan demişken, İspanya ile bağlantılı 1900’lerde Madrid’de kurulan Opus Dei geldi aklıma. Biliyorsun sıradan bir papazın kurduğu söylenen ama gizli olduğu belirtilen bir örgüt. Bir ara siyasî durumuna bir göz atmıştım ordan biliyorum; yapı olarak kiliseye değil ama Papalığa tam bağlı “laik” bir kuruluş. Yani diledikleri gibi at koşturabiliyorlar. Neticede varlıklı katolikler sayesinde müthiş bir para kaynağı sağladıkları için papalık mutlu ve nasıl çalıştıklarına karışamıyor. Ahtapot misali Avrupa’da belirli köşe başlarını tutmuş olmaları ve faaliyetlerini gizli yürüttükleri dolayısıyla pekte sevilmiyorlar. Aşırı sağcı oldukları söyleniyor.”

Orhan: “Onlar olsun, farklı isimler altında başka örgütler olsun, bir sürü böyle. Kripto’da zaten siyasî ve imânî kimliğini saklayana denir. Bir yerde yuvalanmışlardır ve orada hayatta kalıp, çaktırmadan güçlenmeye çalışıp, hükmetmeye hevesli oldukları için de daima fırsat kollarlar. Para mevzusunu açtığın iyi oldu. Hepsinin birbirleriyle münasebeti açısından söylememe müsade et. Neredeyse her yeri ağıyla saran ve dünyadaki bütün para birimlerini yönetenleri biliyor musun?”

Murat: “BlackRock diye bir şey duymuştum. Hatta daha yeni Fransa eylemlerinde ismi geçmişti.”

Orhan: “Evet, Fransızlar merkez binasına akın etmişlerdi. Müthiş bir hadise! Yani Kapitalist sistemine karşı artık halkın doğrudan kapitalizmin merkezlerine yönelmeleri açısından elbette tarihe geçecek bir olay olarak görüyorum. Soros ve Rothschild derken, 1988 yılında, arkasında Yahudi kökenli ve “Larry” lakaplı Laurence Douglas Fink’in olduğu Black Rock kuruluyor. Özel yatırımcıların parasına ek olarak, devlet varlık fonlarının, emeklilik fonlarının, sigorta ve diğer şirketlerin varlıklarını yöneten bir yapı. Kendi parasıyla yatırım yapmadığı, bunun yerine “kayyum” olarak hareket ettiği ve dolayısıyla müşterilerin çıkarları doğrultusunda çalıştığı söyleniyor. Yaklaşık 8,84 Bio. Euro gibi bir sermayeye hâkimler. Fakat bu kulvarda yalnız da değiller. Vanguard 6,45 Bio. Euro’ya hâkimken, Fidelity adlı kuruluşun hâkim olduğu sermaye ise 3,97 Bio. Euro civarında. Görülüyor ki bazen milyar rakamları dahi burda oynanan oyunlar için pek büyük rakamlar olmuyor. Bu sistemde diledikleri ülkeye hâkim olmaları bile çok rahat bir mesele. Bunu da küçük küçük kuruluşlara dağılıp hepsini bir merkezde topladıkları hiyerarşi sistemiyle gerçekleştiriyorlar.”

Murat: “Bunların arkasında da bir güç var mı demek istiyorsun.”

Orhan: “Bunların, normal insanların devasa gördüğü devlet, şirket, örgüt gibi oluşumların arkasında daha da devasa şeyler olduğunu görünce insan düşünmüyor değil.”

Murat: “Aslında insanların veya halkların arasında durup dururken birbirini boğazlamayı istemek gibi bir psikoloji yok. Bu politik işler çok dandik. Onlar da bunun farkında. Yine de meselelere baykuş gibi değil de profesyonelce bakmak gerekiyor. Mesele tamamen sistem ile alâkalı. Hiç eskimeyen ve pörsümeyen mesele. Bazı Osmanlı meraklılarının kafası buna hiç basmaz meselâ. Ama bugün şu hâle bakmayıp sanki imparatorluk vatandaşı tavırları takınmıyorlar mı, bu da politik propagandanın tamamıyla etkisi altında kaldıklarının vesikalık resmidir. Hani Yunanistan, Sırbistan, Almanya vesaire gibi, oraların halkının küçük kesimlerinde görüldüğü gibi. İş faşizme kadar, ırkçılığa ve katliama kadar gidiyor. Bugün bunca oyuncağına rağmen buhranı devam eden ve kısır döngüde debelenen Batı’nın karşı karşıya olduğu en büyük tehlike, bu yüzden bizzat kendi kendisidir. Sistemidir!”

Orhan: “Olay burada zaten. Her köşeyi kapmışlar. Bu yüzden siyasî anlamda bazı sol veya sağ fraksiyonların da neden garip hareket ettiğini gösterebiliyor. Kaostan beslenen, adaleti hiç düşünmeyen, mazlumdan intikam alan, sömüren, ezen, emperyalist, kapitalist, liberal faşist sağcı veya solcu zombi sistemi bunlarınki.”

Murat: “Hiç de yanlış demem. İçi boşalan kavramların insanları getirdiği nokta ortada. Kafalar karışmış ve gitmiş. Keferenin “Apokalipse” dediği zaman. Doğru yok, güzel yok, iyi yok. İstedikleri bu!”

Orhan: “Anlaşılan bu mevcut gidişatın bize yaşattığı bütün bu gerginliğin, sömürülmemizin ve ömrümüzü kendi elimizle heba etmeye mecbur bırakılışımızın sebebi hep bu para babaları. Topyekûn hâkim olmak istiyorlar. Bütün Batılı politikacıların sistemin birer oyuncuları olduklarını düşünürsek son zamanlarda, “illede hemen olsun” diye dayattıkları yeni paradigmanın hayata geçirilmesi plânına hizmet ediyor olduklarını gösteriyor. Pandemi sürecinde nereye kadar ulaşabildiklerini de görmüş olduk. Yani şu yapay zekâdan tut bağlısı olduğumuz daha nice şeyler var. Yarın yaklaşan ortam tam bir robotlaşmış ve hayat akışını tamamıyla yapay zekâya kaptırmış ve kendisini hükmetmesine razı olmuş sahte bir hayata akıyor. Her türlü senaryoya açık olmak gerekiyor. Başka şansımız yok. İstersek çilehâneye çekilelim, istersek sokakta kavgada olalım, bazı şeyler gelir, bizi bulur ve buna engel olamayız. Her daim şuuru zinde tutabilecek egzersiz gerek. Çilenin ortasında da, kavganın ortasında da. Hep tefekkür etmek, hep düşünce içinde, yani fikir içinde. Tasavvuf da bu zaten. Fikrin neyse zikrinde odur misali. Asıl çetin iş bu düzen içerisinde makam sahibi olup hain olmamakta. Yoksa günâhsız kişi mi var?”

Murat: “Güzel bir espri mi yoksa tespit mi?”

Orhan: “Her ikisi de dostum. Olacaklara tepkiyle şaşıracaklara pek az rastlanabilecek bir dönemdeyiz ya, o bakımdan. Bu Musk yapay zekâ için “insanlığın sonunu getirebilir” diye bir şey dememiş miydi en son?”

Murat: “Evet dostum. İyi mi yoksa kötü anlamda mı dedi, o daha muallakta. Bugün öyle bir bilgi ulaşım ağına sahibiz ki, sanki bu kolaylık sayesinde daha çok tembel ve hantallaşıyoruz. Fikrimizi kendi düşüncemiz ile değil tamamen elimizdeki oyuncaklarla şekillendiriyoruz. Yat diyor yatıyor, kalk diyor gidiyor, yap diyor yapıyoruz. Ruhu öldürmek, şuuru bitirmek, bir tane hür insan bırakmamak. Ne verirlerse ona göre yaşamayı kabullenmek. Dehşet bir şey bu! Özellikle insanlık tarihinin bu en aşağılık kölelik sistemine uşaklık edenler büyük bir sorun. Arkadakiler fil dişi kulelerinde huzurda olduklarını düşünüyorlarsa da, ön planda insanlara, yani halklara yakın olanlar daha çok hedef halinde. İşler kızıştıkça ve sanırım dananın kuyruğuda işte tam burada kopmaya başlayacak. İnsanın onuru, izzeti ve gerçek hür ruhu kendisini aksiyona sürükleyecek.”

Orhan: “Bunca bilginin kısa zamanda beynimize doldurulması mücadelesi boşuna değil. Öncelikle şunu belirtmiş olalım; gerçek kavga, sırf haz üstüne mekanik kontrollü mü yoksa daha insanca ve ruh kontrollü bir hayatı mı yaşama ve yaşatma meselesidir. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu esaretten kurtulduğu gün antik Yunan’da teknolojiye oyuncak denildiğini ifade etmişti. Demek ki getirilmek istenilen dijital oyuncak düzenle de bir savaşımız olacak. Geliyoruz zurnanın zırt dediği yere yine. Siyasî seçim palavralarını bir kenara bırakalım, asıl sorulması gerek sorular sorulmalı. Biz ne olacağız? Bizi kim idare edecek veya etmeli? “Kim” derken, bu “kim”, bizi neyle idare etmeli? Türkü madde ve ruh plânında geleceğe kim hazırlayabilecek? Kim neyle maddemizi de, ruhumuzu da dizayn edebilir? Gerçek birlik nasıl sağlanabilir? İsteyerek, birleşerek, düşmanı aşmak ve daha fazla gecikmiş olmamak için bunların siyasîler ve aydınlarca tartışılması yanında, bu tartışmalara halkın da dahil edilmesi gerekiyor.”

8 Nisan 2023

Devam edecek…

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: