MÜCADELE İRADESİ

Ayhan SÖNMEZ

“Zamanı gelmiş bir fikri engelleyecek hiçbir güç yoktur!” (Kumandan Salih Mirzabeyoğlu)

Istırap “bütün dalların bitiştiği” köktür ve mücadele iradesi ona eşlik eder. Bir düşmana karşı mücadele aynı temel ahlâk yasasına dayalıdır ve teslimiyetin rezalet duygusu da aynı kökene sahiptir. Aslında kimse teslim olmuyor. Biri, önce üstesinden gelir ve resmî teslim olma eylemi, gerçeğin kabulü ve önlenebilir cezadan kaçınmak için bir manevradır.

Her çağın kendi döngüsünü tamamlaması gerektiği söylenir ve bu bir gerçek olarak kabul edilenilir. Kozmik, metafizik bir doğaya sahip olduğu için, bir çağın gerçekleşmesini durdurmak için yapılabilecek hiçbir şey yoktur. Radikal tavsiye, ilk bakışta, kişinin radikal bir hayat yaşaması ve radikal bir aile, hatta “yıkıntılar arasında duran adamlar” tavrıyla radikal bir toplum inşa etmesi gerektiği gibi görünüyor. Radikal, çağ tamamlanıp içtimaî çöküş meydana geldikten sonra dünyayı yeniden inşâ etmeye lâyık olacak kadar ahlâkî karaktere sahip insanları bulmaya çalışır.

Dünyanın yaklaşan çözülmesinin kabulü ilk bakışta bozgunculuk muamelesi görüyor, çünkü tam da hiç kimse bu çözülmeden sağ çıkacağından emin olamaz. Görünüşe göre umut edilebilecek en iyi şey, hayatta kalmaya yetecek kadar insana sahip olmak ve tamamen ilâhî bir muvafakata güvenerek radikal zihniyeti yeni çağa aktarmak. Ancak bu yorum eksik ve kusurludur. Dünyanın çözülüşünü kabullenmek, hayatın kendisine teslim olmaktan başka bir şeydir. Radikal görüş, yenilgi yahut da teslimiyet değil, ezelî ve ebedî değerlere kararlı bir bağlılık ve ne olursa olsun, gelen her şeye kahramanca göğüs germektir. Teslimiyet korkaklıktır ve asil ruh, teslim olmak yerine, insanın uğrunda çabalaması gereken nihai değerlere matuf vazifesini yerine getirmek olduğunu takdir eder.

Ne yazık ki, çağımızda ezelî ve ebedî değerlere yapılan davetiye, kök salacağı herhangi bir verimli toprak bulmakta zorluk çekiyor. Eğer yaygın dünyevî korkaklık ve bozgunculuğa karşı çıkacaksak, farklı bir yol izlemeliyiz. Çağımız için, bozgunculuğun ve teslimiyetin neden ahlâksız olduğuna dair daha pratik bir açıklamaya ihtiyacımız var. Gerçekten yenilgi karşıtı bir tutum bulmak ve desteklemek için, bozgunculuğa karşı çok güçlü ve çürütülemez olan daha doğal argümanlara başvurmalıyız.

Teslimiyet anormaldir. Aslında, doğanın bütününde teslim olma eyleminin kayda değer bir tezahürü yoktur. Tüm hayat, acıdan uzaklaşmak için değişmez bir mücadele iradesi ile donatılmıştır. Hayata teslim olunmaz, aşılır. İnsan, yenilgiyi kabul etmenin ötesinde entrikalar ve planlar yapabildiği ölçüde hayvanlardan farklıdır. Daha güçlü olana yenik düşecek ve hayatını sürdürebilmek için merhamet dileyecek. Bu yaşamak mı?

Cesaret, sebat, dayanıklılık ve benzer faziletler mücadelenin faziletleriyse, teslimiyette örneklendiği gibi, göze çarpan kusur zayıf ruhluluk veya korkaklıktır. Mücadelenin en büyük fazileti mücadele etmektir, en büyük zaaf ise teslim olmaktır. Bu, boyun eğdirmeye karşı savaşan güç durumdaki millettten, kuşatılmış garnizondan, haysiyetini savunan genç kıza, sinir bozucu savaş çekişmelerinde küçük ve büyük finans ve sanayi kaptanlarına, sadık emekçiye kadar tüm varoluş yelpazesi için geçerlidir. Monoton koşuşturmacasına, yaptığı spordaki atlete, ormandaki dövüşçü hayvanlara ve yalnızca kendi türlerinin üstün saldırılarına boyun eğen sözde cansız unsurların karşılıklı direnişine kadar.

İnsanoğlu doğuştan yenilgiyi kabullenmenin korkaklık olduğunu bilir ve tarihî olarak bu her zaman böyle kabul edilmiştir, çünkü hayvanlar âlemini harekete geçiren aynı dürtüler bizi hâlâ büyük ölçüde motive etmektedir. İnsanın değersiz ve sefil bir hayata tutunmasını sağlayan, ölmesi daha iyi olan bu teslim olmama saikidir. Acıdan acil bir kurtuluş ümidi olmasa bile, insanın katlanabileceği sefalet muazzamdır. Yoksulların en yoksulunu ayakta tutan, teslim olma şartlarını kabul etmeye yönelik fıtrî isteksizliktir. İnsanların kelimenin tam anlamıyla kanalizasyonda ve çöplüklerde yaşadığı dünyanın en az gelişmiş yerlerinde bile, mücadele iradesinin doğal ataleti, teslimiyeti uzak tutuyor. Bu şartlarda yaşayan insanlar, yaşamaktansa ölmek daha iyi olsa bile teslim olmazlar.

Doğa mücadele eder ve mücadele etmeyenler yok olur. Bu cihanşümul bir doğa yasasıdır. Bir ceylan kendini leopara vermek için asla durmaz. Bu durumda leoparın vereceği acıdan kaçmak için ciğerleri patlayana kadar koşacaktır. Ya ceylan kaçar yahut da leopara yenik düşer. Teslim olmak yok. Bu saik o kadar güçlüdür ki, bu insanî tezahürde, teslim olan ve mücadeleyi terk edenlere karşı her zaman tiksinti uyandırır ve teslim olanlara ömür boyu utanç eşlik edecektir. Bazen şu denir: “Ben neden hayattayım ve tüm yoldaşlarım öldü?” Bu, yeterince mücadele edememe, yani teslim olma hissinden kaynaklanmaktadır.

Tartışılabilir bir husus: İntihar aynı şekilde mücadele iradesini çürütmez mi, çünkü canına kıymak onun daha fazla çaba sarf etme kapasitesini keser? Ancak durum böyle değil. İntihar, bilindiği şekliyle acil acıdan kaçınmaya yönelik ezici bir arzuyla karşı karşıyadır. İntihar eylemi, onu bu acıdan kurtarmak için bir mücadele eylemidir. Daha düşük bir mücadele düzeyinde olduğu kabul edilse bile, yine de mücadeledir. Bu eylemle, bu mücadeleyle, daha fazla mücadelenin tüm imkânlarını kestiği gerçeği, güçlü bir caydırıcı olabilir, ancak ne kadar doğru olursa olsun, bu yalnızca spekülasyon yoluyla önemlidir. Mücadele iradesine, onu mevcut acısıyla yakın ilişkilendirip itaat eder ki, herhangi bir irade analizinin amaçları doğrultusunda, yapmak zorunda olduğu tek şey budur. Mücadeleden vazgeçmek değil, kendisi de öyle olduğuna inansa da ani acı hissine karşı koymak için daha düşük bir mücadele standardı denilebilir.

Teslim olmaktan bahsediyorsak, intiharı düşünmeliyiz. İntihar yaygın olarak nihai teslimiyet olarak kabul edilir. Ancak, öyle bir şey değil. Daha çok acıdan refleks olarak geri çekilmeye benzer. Elimizi sıcak bir sobanın üzerine koyarsak, sonuçları ne olursa olsun elimizi geri çekeriz. Mesela, bir fincan sıcak çay tutarsak ve yanlışlıkla elimizi sıcak sobanın üzerine koyarsak, sıcak çayı tutmamıza rağmen elimizi geri çekeriz. Çay bizi yakabilir, ancak refleks otomatiktir ve sonuçta ortaya çıkabilecek herhangi bir zarar düşüncesine yer bırakmaz. Vücut söz konusu olduğunda el geri çekilmelidir. İntihar tıpkı elin refleks olarak geri çekilmesi gibidir. Aşırı acıdan refleks olarak geri çekilmedir ve sonuçta ortaya çıkan ölüm, tıpkı çay tarafından yakılmak gibi, geri çekmenin dikkate alınmayan sonucudur.

“Yaşamaya Değer Hayat” için örgütlenme ve mücadeleye yardımcı olan her şey bir fazilet yahut da “iyi”dir; mücadeleyi geciktiren veya bozguna uğratan her şey bir kusur ve “kötü”dür.

Doğa insana tutulmuş bir ayna ve mücadele yasasını doğada seyreden, doğanın tüm tasarımını kendinde görür ve hareket geçer. Kainat planına aykırı olduğu için teslimiyet kısacası ahlâksızlıktır.

Gaspçıya karşı boyun eğen bir hayat için pazarlık yapma umuduyla yenilgiyi kabul edenler, kendilerine atılan artıklar için bir köpek gibi yalvaranlar, son derece tiksintiye lâyıktır.

Kitleler kesinlikle önemli değil; aristokrat kendi ahlâkını, ahlâksız kitlelere empoze etmesi gereken bir dünya tasavvur eder. Bulunduğumuz çağda, kitleler, şu anda metafiziğe kapalı olduklarından, doğası gereği basit ve gözlemlenebilirler. Öyleyse kural: “Mücadeleye elverişli olan her şey iyidir, onu engelleyen her şey kötüdür.”

Yüksek mücadele standartları belirlenmeli ve kitleler mücadelenin doğal düzeninde bulunan ilkelere göre yükseltilmelidir.

Yenilgi teslimiyettir. Diz çöküp basitçe dünyanın kendini yenmesine izin vermek ahlâksızlıktır. Bu doğal; aslında ölene kadar savaşmak kanundur. Bu birey için olduğu kadar halk için de geçerlidir. Bu nedenle halkımıza, Batı emperyalizmine teslim olmalarının ahlâka aykırı olduğu açıklanmalıdır. Aslında, bu mağlup pozisyonun kabulü, mevcut suçları işleyen çürümüş hükümetlerin eylemlerinden daha da kötü ve sadece küçümsenmeye değer.

En yüksek mücadele standartlarına uymanın, uğruna çabaladıkları şeylerle eşit öneme sahip olduğu bir savaşçılar sınıfı vardır. Aslında, yüksek standartlar bu sınıfta önceliklidir. Bu standartlara bağlılıklarını haysiyet kelimesiyle özetliyorlar. Bununla birlikte, bizler mücadeleci yaratıklar olduğumuza göre, çoğu zaman haysiyetin buyruklarına göre yaşamak ve ona teslim olmak çok zordur. Bu zorlukla her sahada karşılıyoruz. Ancak haysiyet adına verilen kararlar zor gelse de, gerçek onun varlığını yalanlamıyor. Demek oluyor ki teslimiyetin kökleri de mücadele iradesiyle aynı köke sahip ve fazilet olarak görünüyor.

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: