“TİLKİ GÜNLÜĞÜ”NÜN İZİNDE: BİT

Faik IŞIK

Paris’te tahtakurusu alarmı: ‘Kimse güvende değil’

Haberi veren Sputnik, haber fotoğrafı olarak Fransa’da Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un emeklilik reformuna karşı Paris’te çöp toplayıcıların 6 Mart’ta başlayan grevinde sokaklarda biriken binlerce ton çöpten bir kısmını gösteren şu fotoğrafı kullanmış…

Haber şöyle:

Fransa’nın başkenti Paris’te birçok sosyal alanda tahtakurusu görüldü. Vatandaşların sosyal medya şikayetleri Paris Belediye’sini harekete geçirdi.

Paris’te toplu taşıma, sinema ve diğer kamu alanlarında yoğun bir şekilde tahtakurusu görülmesi üzerine halk sosyal medyada toplu taşımadaki tahtakurularının videolarını paylaşmaya başladı.

Paris Belediye Başkanı Yardımcısı Emmanuel Gregoire, yaptığı basın açıklamasında “Gerçekte hiç kimsenin güvende olmadığını anlamalısınız, tabii ki risk faktörleri var ve tahtakuruları bulaşabilir. Kamusal alanlardan eve getirmek de mümkün” dedi.

2024’de yapılacak Paris Olimpiyatları için hiçbir tehdit olmadığını belirten Gregoire’den sonra Fransa Ulaştırma Bakanı Clement Beanue de “Önümüzdeki hafta ulaştırma operatörlerini bir araya getirerek alınan tedbirler hakkında bilgi vereceğim. Yolculara hizmet etmek, güven vermek ve korumak için daha fazla çaba sarf edeceğim” ifadelerini kaydetti.

Haberin tedaisi, elbette “bit” oldu. Malûm, tahta kurusu da pire gibi bit nev’inden bir hayvan…

Hemen Tilki Günlüğü’ne müracaat…

26 Aralık bölümünden…

Ufuk: Bit ve Pire

• Konakta, “Matmazel” diye anılan tatlısu frengi… Annem bir gün onun üzerinde bit görmüş ve ihtarına şu cevabı almıştı:

—”Bende pire bulunabilir; fakat bit, asla!” Matmazel’in yıkandığını hiç görmeyen hizmetçiler arasında bu hikâye destanlaşmıştı.

6 Kasım bölümünden:

Ufuk: Bedri

Çocukluğum… Bir gün konağı müthiş bir çığlık sarstı. Koşanlar Matmazeli, karşısında zenci uşak, haykırırken buldular.

«Ne var Matmazel, ne oldu?»

«Bedri bana saldırdı, sarılmak, beni öpmek istedi.»

Zenci uşak Bedri’nin cevabı kısa ve emin:

«Bu kadın rüya görüyor. Benimle şakalaşmaya kalktı. Kahkahayla güldüğümü görünce de hiç yoktan bastı çığlığı… Bu bitli gâvura ben el uzatabilir miyim ki?»

Bitli gâvura el uzatmaya tenezzül etmeyen Bedri’den bu yana bitli gâvura her istediğini verenlerle doldu ortalık. Hem de güyâ karşı çıkıyor görüntüsü altında… Evet, İmânsız İslâmcılık rejimini kastediyoruz… Ulvî mücadelenin üzerine gelip kurulan, parsacılar, sahte kahramanlardan…

Parsacılar, sahte kahramanlar…

25 Nisan’dan…

Vâridât: El ve Dua

• Kamel: Bitli kişi. Karanın büyük olması… Tedâisi:

Üstadım’ın annesi Mediha Hanım, konaktaki hizmet kadrosundan tatlısu frengi “Matmazel”in üzerinde bit görmüş ve ihtarına şu karşılığı almış:

—”Bende pire bulunabilir; fakat bit, asla!”

Bitli kişi… Mergub olan, ibne… Tedaisi, sahte kahramanlardan… Birbirlerinden nefret ediyor gözükseler ve birbirine ters-düşman istikametlerde tecelli etseler de sahte kahramanlar birbirine benzer… İbnelik, illâ maddede olması gerekmez; ibnelik son tecritte bir ölçüye uymama durumunun adıdır.

Tilki Günlüğü’nden devam:

26 Aralık, Levha: … Aralık 1984

• Bir bit veya pire… Küçüklüğüne nisbetle misilsiz büyük birşeyi altediyor… Bit veya pire mânâ imiş ve altettiği de mânâda!..

Mânânın maddeye tezahürü hâlinde, bugün dünya hâkimi Batı İmparatorluğunun artık duraklama da değil, gerileme devrine girdiğine dair yorumlara da şahit olmuyor muyuz? Madde cihetinden minnacık şeyler bir devi yere sermiyor mu? O devle birlikte, onunla iş tutanların da sonu yakındır!

Sahte kahramanların…

8 Haziran, Vâridât: Gemici Belgesinden

•Hürr: Serbest. Esir veya köle olmayan… Hürr: Aslan… Hürre: Esir veya câriye olmayan hür kadın… Hür’: Fâsid kelâm, çirkin söz… Hürî: Bit… Hürer: Dişi kediler… Hürâr: Devede olan bir zahmet… Hur: Güneş… Hür: Eksik, noksan… Hur’: Kuş tersi… Hür: Güneş. Yiyecek… Hür: Ahû gözlüler. Cennet kızları, hûrîler. Gözleri iri ve siyah kısmı pek siyah; beyaz kısmı pek beyaz olan kızlar… Hurâ’: Devenin delirmesi.

Bit ve güneş…

Güneş deyince de Doğu… Güneşin doğduğu yer… Güneşin Batı’ya doğuşu… İstilâ altındaki Paris ki Doğu’ya karşı Batı’yı temsil eden remzlerden… Fransa deyince de kendisini beşer zekâsının sekreteri addeden… Doğu’ya teslim oluşa da remz mi oluyor?.. Bit ve aslan, aslan ve hürriyet…

26 Aralık, Tablo: Bit

• Lügat… Deniz… Kabir… Hayr… Yabanî hıyar… Hafiye, casus… Kâmil, olgun adam… Bir şeyi şundan bundan toplamak… Karanın büyük olması… Karınca… Hasret… Kültür… Acele ve ansızın gelmek… İfrat, çok aşın olmak… Işık… İkinci derecede olan… Teferruat… Şube, kol, dal… Yüksek yer… Kazancı mukayyed mal… Bir cemaatin şerefli ve daha meşhuru… Şair… Devenin ilk doğurduğu yavru… Muş…

24 Ocak, Varidat: Marcel Proust

• “Yürüyen el” ile ilgili bir “Levha”… 15 Eylül 1992 tarihli… Şöyle:

Osman Kısakürek bizde misafir… Aynı yatakta yatıyoruz… Bana, vücudundaki kaşıntıyı, “ya bit, ya pire” diye izah ediyor… Ben de ona, kaşıntının, otlardaki küçük dikenlerden olabileceğini söylüyorum… Sonra, Osman’a, Üstadım’ın ne yaptığını, nasıl olduğunu soruyorum… Ziyaret edip edemeyeceğimi… Osman, “ne yapsın; işte bazen, gel hanımım diye annemi çağırıyor, onunla sohbet ediyorlar!” diyor… Üstadım’ın yalnızlığını anlıyorum… Sonra, akşam vakti Üstadım’ı ziyarete gidiyorum… Bir odada iki masa; birine ben yerleşmeye çalışıyorum… Eğer gece orada kalmamı isterse, sabah ev halkıyla birlikte kahvaltı etme sıkıntısından kurtulmak bakımından, gitme bahanesi düşünüyorum… Üstadım, dolapta sigara arıyor; sigarası kalmamış… Ona, benim yarım paket “Tokat” sigarasını uzatıyorum ama, bütün gece yetmeyeceği için o yine hayıflanıyor… Sonra, “hah; Üstadım, yanımda sigara varmış!” diye, naylon torbada bir sürü yabancı sigara gösteriyorum… Birkaç paket de “Bafra” sigarası var… Ama bunlar onun içtiği sigara değil… Üstadım, “Hay Allah!” diye gülüyor… Zaten geldiğimden beri neşeli ve huzurlu bir hâli var… Sonra, sigara bulmak için dışarı çıkacakken, ara yerde kızım Neslihan’a benzeyen 1-2 yaşında bir çocuk; Üstadım’ın torunu imiş… “Üstadım, benim çocuk da bu kadar!” diyorum… O çıkınca, ben de bahçe-balkon benzeri bir yere çıkıyorum… Bulunduğum kayalığın birkaç metre aşağısında, büyük bir dere… Kızım Neslihan, kafası kertenkele ve gövde ve ayaklan el şeklinde yere yapışık, el büyüklüğünde bir hayvana elleyecek; hayvan ısırır diye, “elleme” diyorum… O hayvan, orada oturan bir kedinin kıçını ısıracakken, onu sopayla aşağı attırıyorum; hızla kayaların içine kaçıyor… Ayaklan, elin parmaklan ne kadar hareketli… Sonra, yine kedinin yanında avuç içi kadar bir pars; kedinin kıçını ısırıp bir parça et koparıyor… Kedide acı ses… Isıran hayvanı kovalamaya çalışıyorum!..

Bir gün sonrası 25 Ocak: İhtilâlci Çıkış

Son bir hatırlatma daha: “1400 Gergini” devrini yaşamaya devam ediyoruz… Allah’a savaş açan emperyalistlerin gücüne ram olmuş, emperyalistlerin saldırılarında onların yardımına koşarak kendi nefsini, koltuğunu kurtarmaya çalışmış sahte kahramanlar ve onların şakşakçılığına soyunarak Müslüman Anadolu’yu İmânsız İslâmcılık üzerinden emperyalizmaya payanda yapanlar… Emperyalizmanın, küfür eliyle yaptıramayacaklarını İmânsız İslâmcılık rejimi eliyle hayata geçirmesine yardım ve yataklık edenler. Dünya üzerinde kurulu terör organizasyonunun işbirlikçisi AKP ve AKP üzerinden işbirlikçiliğine eklenenler… Aralarında kimi zaman anlaşmazlık, kavga ve çekişme olsa da, maddî-ruhî menfaat dünyasında İmânsız İslâmcılık rejimi etrafında birliktirler…

Bitler, pireler, tahta kuruları…

Adları olmaz… Yavşak sürüsü…

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: