DOĞU-BATI SAVAŞI: “WINTER HAS COME”

Alâaddin Bâki AYTEMİZ

Doğu-Batı savaşından, Batı’nın hedefi bir kez daha Esad… “Kahpe” Fransız yargısı Esed hakkında tutuklama kararı çıkardı.

Fransız yargısı önceki gün, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed hakkında, 2013 yazında Suriye’de düzenlenen kimyasal saldırılardan kaynaklanan ‘insanlığa karşı suçlara ortaklık’ suçlamasıyla uluslararası tutuklama emri çıkardı.

Fransız yargısı malûm, kendilerini en son Gönüldaş Carlos’a yaptıkları kahpelikleri ile biliyoruz. Hukuksuz olarak kaçırılan Carlos’u yetkisiz olarak yargılayıp cezalandırma hakkını kendilerinde bulan sahtekârlar.

Tutuklama kararında, Esed’in yanı sıra, Suriye ordusunun Dördüncü Tümeni Komutanı Mahir Esed ve iki tuğgeneralin de isminin geçtiği belirtildi.

Gazze’de soykırım devam ederken, bu soykırıma destek olan, uluslararası hukukmuş, insan haklarıymış aklına bile gelmeyen Fransa, şimdi de Esed’i insanlığa karşı suç işleme iddiasıyla yargılayacak öyle mi?

Bizce insanlığa karşı işlenen en büyük suç, “medeniyet” denilen Batı Barbarlığının ta kendisidir ve herşeyden önce, dünyanın gerçek bir düzen ve huzura kavuşabilmesi için bu çifte standartlı kahpe Batı barbarlığına bir son vermek gerekmektedir.

Batı’nın bu şefkat, adalet gösterileri, yumuşak yüzü yalan ve tuzaktan başka bir şey değil. Batı’nın adaleti adalet değil, işlerine geldiği yerde hukuk ve insan hakları üzerinden yürütülen siyasî bir operasyon, hukukun siyasete köpek kılınmasının remzidir Batı hukuk düzeni… Berlin’deki hâkimler, en fazla kendileri için.

Bizim medeniyetimizde hukuk adalet içindir. Batı’da ise hukuk siyasî gayelerin gerçekleştirilmesi için bir araçtır. Dolayısıyla hukuk Batı’da siyasetin köpeğidir. Batılının menfaatine kim zarar veriyorsa, köpeğine onu hedef gösterir: Tut oğlum! Hukuk siyasallaşır, araçsallaşır… Bizim gibi ülkelerde hukukun siyasallaşması, özünde Batıcı bir ahlâkın, daha doğrusu Batıcılık ahlâksızlığının tezahürüdür. Batı’ya kafa tutacaksak, her şeyimizle Batılıya benzemek ve Batılı gibi davranmaktan vaz geçmemizi gerektiği gibi hukuku da araçsallaştırmamak durumundayız. Yoksa samimiyetimiz nerede kalır? Kendimize ait yeni ve muhteşem bir hukuk nizamı…

Batı’yı da Batı’nın adaletini de istemiyoruz. Siz ve işbirlikçileriniz, zihinlerini bulandırıp devşirdiklerinizi de alıp topraklarımızdan defolup gidin ve işlerimize burnunuzu sokmayın. Biz iktidarsız değiliz ki kendi aramızdaki meselelerimizi kendimiz çözmeyelim. Bugün Batı silâhlı müdahaleyi en son çare olarak kullanmakta. Artık zihinlerini bulandırdığı ahali arasından devşirdiği işbirlikçileri eliyle hedef ülkeyi kontrol edemediği, işbirlikçileri deşifre ve tasfiye olduğunda silâhla mücadeleye devreye girmekte.

Bu topraklarda yaşayanların temel vazifesi, Batı’yı, Batıcıyı, işbirlikçilerini, kurum ve kuruluşlarını, maddî ve manevî işgâl saldırılarını, tahakküm teşebbüslerini el birlik olarak savuşturmaktır. Her kim bu mücadelenin aleyhine olur veya bu mücadeleye sekte vuracak ilişkiler geliştirirse elbette damgalanacak, ya yanlış yolundan tövbe ederek dönecek veya tasfiye olunacaktır.

Biz kendi aramızda kavga etsek de bu bizim kavgamız, Batı’ya girip çıkan ne ki!

Bunu diyemeyip de Batı’yı iç işlerimize, kendi aramızdaki meselelerimize müdahil kılmak yolunda adımlar atanlar, Batı’nın gölgesinde iktidar arayan yanaşma ruhlu kölelerdir. İşbirlikçi puştlar…

Batı’yı bu topraklarda istemiyoruz. Batı’yı istemediğimiz gibi, “O zalim, bu da zalim, yesinler birbirini!” diyerek, Batı’nın bu topraklara girişine ses etmeyen, yol açan, kendi mücadelesini Batı’nın himayesine, kolaylaştırıcılığına havale ederken diğer yandan da güya Batı’ya da karşı görünürken, Batı zulmünden yana olanları da Batı ile birlikte istemiyoruz elbette. Bunlar ya ahmak, yaptıklarının esasında Batı’nın işine geldiğini farketmiyor veya düpedüz hain olarak işlerini yaptıktan sonra, yaptıklarının Batı adına olduğunu anlamamış ahmak ayaklarına yatıyor, hatta bir de hak sûretinde savunmaya devam ediyorlar ihanetlerini.

Ne demişti Kumandan Mirzabeyoğlu:

“Her şeyden önce Amerika’nın Ortadoğu’da ne işi var?”

Şimdi dikkat edin, Amerika Ortadoğu’ya -veya başka coğrafyalara- uzaydan gelmiyor. Ona üs veren, işbirliği yapanlar sayesinde var olmaya devam ediyor.

Bunların “esas düşman” diye bir kaygıları olmadığı açık. “Küfrün kaynağı – Esas düşman” bilinmeden, “o da düşman bu da düşman, o da zalim bu da zalim” ahmaklığı ile, küfrün boyunduruğundan, esas düşmanın sultasından kurtuluş mümkün olmaz. İslâm dünyasının birlik olamayışı diye bir mesele söz konusuysa, tam da bundan dolayıdır: Kendi aramızdaki ihtilafları Batı desteğini alarak çözebileceğimizi zannedenlerimiz ile bunların işbirlikçiliklerine müsamaha göstererek esas düşmanın bunlar üzerinden iç işlerimize müdahalesine sessiz kalarak da olsa onaylıyor olanlarımız sayesinde. Bunu güyâ kâr belliyor oluşumuz. Aslında şunu demiş oluyoruz: Biz aciziz, sen gel ve aramızdaki meselede bize destek ol. Adam babasının hayrına destek olacak değil ya, bunun bedeli olarak da ister istemez işbirlikçisi olacaksın.

Savaşabilmek için düşmanı doğru ve net tesbit edebilmek, esas düşmanı asla gözden kaçırmamak, O’nun güya hak sûretinde, güya bir zalime hesap soruyor gözükerek de olsa içimize sızmasına müsaade etmemek, gerek. Birbirimize karşı husûmetlerimizin oluşturduğu psikolojik bariyerleri esas düşmana karşı aşarak aramızdaki ihtilâfı tali görmemiz gerekiyor. Biz insanız, düşünerek fikir-ideoloji plânında davranış sergilememiz gerekir, aramızda düşmanlık ve ihtilaflar da olsa. Hayvanlar gibi refleks-psikoloji sınırında kalırsak, düşmana oyuncak oluruz. Düşman, bu psikolojik sınırları aşamayışımızdan yararlanarak çok rahat bizi birbirimize karşı kışkırtabilir veya yalnızlaştırabilir. Şu meşhur “Game of Thrones” dizisine atfen söyleyecek olursak, “Winter is coming!” değil, “winter has come”. (Kış geliyor değil, kış geldi). “Ak Gezen”lere karşı aramızdaki ihtilafları bir kenara bırakarak ya birlik oluruz ya da yok oluruz.

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: