NE YAPMALI?
Ayhan SÖNMEZ
Vaziyetin çok kötü ve gelmekte olanın daha da kötü olacağına iknâ ettikten sonra; “tamam ama ne yapalım” sorusu hayat memat meselesidir; ve karşılığı emsâl teşkil edecek tarzda gösterilmedikçe, hayat vaat ederken ölüme davetiye olur. Baştan söyleyeyim, ne yapılması gerektiğine dair -50 yaşına gelmişim, hiç böylesini görmediğim ölü toprağı serpilmiş bir toplum manzarası içinde-, halihazırdaki ve devamı da gelmekte olan kötülük nasıl bertaraf edilir, doğrusu ben de bilmiyorum. Ama ideolojime göre, tarihten okuduğum ve anladığım kadarıyla, sosyal hadiseler hakkında muhtelif teorilerden hareketle, tecrübelerim ve ihtiyar halimle vardığım sonuç şu oldu; sürekli anlatın ve sahtekârlarla dalga geçin.
Gençlik, taşıdığı enerji haletiyle “ne yapacağımızı bilelim de harekete geçelim” diye feveran eder. Ama gençler, yok öyle bir hareket, olmaz da… Âni değişiklikler istiyorsunuz, hiçbir şey âniden değişmez. Kötülük; adını siz koyun ve ne derseniz deyin ona; geçmişten kalan kültürel, sosyal, siyasî, müesseseler vs bütün tertibatları ve onlara verilen bütün isimleri sonlandırmak üzere, yoğun bir şekilde, son 20-30 yılı aşkın bir süredir hazırlanıp geldiler. Elbette bunun da asırlarca süren bir altyapısı vardı. Evet onlar bile bir ânda gelmedi. O yüzden siz de elinizden ne geliyorsa onu yapın. Yorulmadan, sıkılmadan, abartısız; ama dâimî şekilde. İnsanları rahatsız edin sorularınızla. Konuşun, sizi anlamadılar mı, bir daha konuşun, bu arada kendinizi, dilinizi de düzeltin ve tekrar tekrar konuşun, yazın çizin, gündemde tutun bunu sürekli.
Otoritelerle kafa kafaya savaşılmaz ama otoritelerin iktidarı hiçe sayılabilir. Bu nokta mühimdir. Onları ciddiye almadığınızı hissettirin, güçlerini tanımayın ve bu arada sayınızı arttırmayı da ihmâl etmeyin. Elinizde ne medya, ne de propaganda gücü olacak. Şu vadede bundan ötesini yapamazsınız zaten. Bütün bu olumsuzluklara bakıp çaresiz veya yetersiz hissetmeyin, nelerin nelere gebe olacağına hayret edersiniz hayatta. Hayret ettiğiniz zaman bir nevi mucizeye de şahitlik edersiniz. Siz elinizden geleni, üzerinize düşen vazifenizi yapın. Kendi işinizi yapın, geri kalan ve büyük şeylerin sizden gizlenmiş kendi kaderleri vardır.
Otoritelerle kafa kafaya savaşılmaz demiştim. Bunu izâh etmek gerekir. Çatışmaya girdiniz diyelim, az sayıda güçlü adam, her zaman çok sayıda güçsüz adamdan daha güçlüdür, tarihi av-avcı ilişkisinde biliyoruz bunu. Av ve avcı farkı bu. On milyon tane küçük balık, asla 1 tane büyük balığı alt edemez. Bu hayallere girmeyin, kitleler halinde yutulursunuz. Fakat 10 milyon küçük balık doğru tarafa yüzmeyi becerirse, iki büyük balığı bile birbirine düşürebilir. Bu lâzım bize. O büyük balık kavgadan galip çıksa bile yara alır ve onu bir noktada alt edebilirsiniz. Halk hareketi örgütlemekmiş, sosyal aktiviteymiş, böyle ego tatmininden ibaret olguları geçin, sosyal dinamikler öyle hızlı dönüşler yapmaz. Halk hareketlerine inanmayın demiyorum, yok böyle bir şey demek değil maksadım. Halk hareketleri kendi yerini ve kendi zamanını kendi belirler, gizlenmiş bir kaderi var dedim ya, buna benzer. “Hadi yürüyelim” diye değil, evde duramadığınız için çıkarsınız o gün. Sizi evde tutmayan, dışarı sokaklara iten bir şey vardır, siz dahil bir çokları da aynı hissin istilâsı altındadır. Halk bir ruh-geist tarafından kuşatılmıştır. Bugün o gün değil ama… Bir kaç milyon kişilik insan seline otoriteler avuçlarını ovalayarak bakar şu amansız kontrol çağında, istediğine kanalize edebileceği imkanlara sahip olmanın rahatlığı ile, “Oooh güzel, hepsi toplanmış” diye. Çünkü kalabalıklar propaganda ve provokasyona açıktır. Küçük bir örneği, Boğaziçi protestolarında gördük bunu, devlet araya birkaç ibneyi sıkıştırıp mihverinden saptırdı. Aslan sürüsü gibi az kişiyken, sığır sürüsü gibi çok ve homojen olmayan bir yapı da arzedildiğinde kaybedilir o kavga. Bir lâf atarlar, “Bunlar vatan haini!” derler meselâ, sonra biz olay bununla alâkalı değil” falan filân diye bir şeyler söyleyip daha izâh bile edememişken, birileri çıkıp başka başka der. Aşı karşıtı derler, aşı değil derdimiz diyenciye kadar, bu kez düz dünyacılar salça olur sofraya; velhasılı bizim heterojen yapımızı tamamen kutuplaştıracak her türlü propaganda arka arkaya salınır, araya girer ve dağılırız.
Kötülük bütün beşeri olanı kastediyor: Sağcısı, solcusu, Müslümanı, sosyalisti vs. Bunları bir müşterek altında toplamak da ayrı bir dert. Evet zorlama halk hareketleri yaşamaz, yaşayamaz. Otoritenin maşasıdır bu tarz hareketler. Otorite sizi LGBT karşıtlığı diye ortaya çıkartır, halbuki siz LGBT’nin varlığının devamı için bir denge unsuru diye kullanılıyorsunuzdur. Çözüm olmayacağı baştan itibaren belli her halk hareketi birilerinin yönlendirmesiyle başlar, içinde bulunup tecrübe devşirilebilir, o vesileyle kendi sözümüzü de söyleyebilirz ama çare görerek kapılmayın bunlara. Her şeyin yeri ve değeri bilinmeli ve ona göre el atılmalı. Yoksa, böyle şeyler, sadece samimi inançlarla buna kapılanların inancını yitirmesiyle sonuçlanır.
Evet otoriteyle mücadeleye karar verdiğinizde akıllı, belirsiz, mübhem, pragmatik ve ironik omak zorundasınız. Otoritelerin iktidarını alaya almalısınız. Savaşmanın şu şartlarda bildiğimiz tek yolu bu. İnatlaşın, çekişin ve bilhassa sonraki hamleniz yapay zekâya takılıp öngörülebilir olmasın; ve yönetemesinler sizi. Bunu yapıp hedefsiz bir topluluk oluşturmadığınız sürece tökezlemeye başlar otorite. Ortak şiarımız, “Biz bu otoriteyi ve özünde sadece erklere sonsuz çıkar ve kontrol gücü sağlayan bu küresel gücü tanımıyoruz” olsun. Her adımınızı da buna göre ayarlayın. Ne derlerse “evet” demeyin, ne derlerse “hayır” da demeyin. Sakin kalın, okuyun, anlayın, alay edin, dalga geçin.
“Bu çok zor” mu diyeceksiniz, zor tabi lan! Dünyanın gördüğü en büyük iktisadî, sosyal değişime karşı geliyoruz, herhalde zor olacak. Yılanın deri değiştirmesi gibi de değil bu değişim; büyük sıfırlama… Evde oturduğunuz yerden internette bir iki paylaşım yapıp dünyayı kurtarabileceğiniz sanrısı size bunlar öğretir, elinizi taşın altına koymayı öğrenin. Çabalayın biraz, gayret güzel bir şeydir. Zor olsa da umutsuzluk taşımıyor.
Bu, değerlerimiz için ne kadar ileri gidebileceğimizi göstermek adına bir fırsat bile. Keşke olmasaydı elbet, ama oldu işte. Biz de hiçbir bedel ödemeden sahip olduğumuz bu değerlerin ne kadar kıymetli olduğunu tekrar öğreneceğiz şimdi. Tarih budur. Her ne yaşanırsa yaşansın eğer ki bunu yapmaya devam ederseniz, emin olun kaybedecekler. Çok canlar yansa da bu yolda, kaybedecekler. Çünkü kaybedecek çok şeyleri var ve kaybetmekten inanılmaz korkuyor onlar. Güçlerini, başedilemez oldukları algısından alıyorlar tamamen ve güç sarhoşluğuyla davranıyorlar; ama özünde bir avuç habis ruhlu sosyopat bunlar ve bu yüzden kaybetmemek için inanılmaz aceleci davranıyorlar. Her yeri sansürlüyorlar, enformasyon ağında kuklalarını blok hareket ettiriyorlar, en küçük boşluk bırakmamaya çalışıyorlar. Bu yüzden mahremiyet duygunuzu bitirip, izlenilmeyi gayet olağan hale getiriyorlar. Kontrol dışı gelişecek küçük şeylere bile tahammülleri yok. Ama bir yalanı uzun süre finanse etmek onlar için bile pahalı, onlar için bile zor emin olun. O güne kadar da algının oturmasını bekliyorlar. Yani bu köleliğin “self-sustaining” hale gelmesini umuyorlar. Siz direndiğiniz sürece de kazanamazlar, aksine rüzgar yön değiştirir, insanlar sizi gördükçe. Salgında bile olmadı mı bu? Aşı olmayanların ölmediğini, aksine aşı olanların sonrasında hastalandığını görenler olup bitenden şüphelenmediler mi? Önce kendilerini kandırdılar, “Aman onlar daha çok öldü sonuçta” dediler falan ama kesinlikle şüpheleri arttı bu sayede. Bir acaba hissi oluştu toplumda, farkındasınızdır siz de bunun. Onun için insanları bu kadar dışlamayın, suskunluklarından dolayı hor görmeyin, onlara güvenin yani. Aşağılamayın insanları, kavga etmeyin, uzlaşı zeminleri arayın. Dalga geçecekseniz insanlarla değil, otoritelerle ve kuklalarıyla dalga geçin. Kötü bile olsa insanlara değil, şeytanın emrine amade ideolojilere saldırın. Sinek avlamayın, bataklığa oynayın her dakika. “Türküm” diyen ülkesinin egemenliği için, “solcuyum” diyen sermayeye bu gücü tanımamak için, “müslümanım” diyen kula kulluk etmemek için, hatta “bilimseverim” diyen, bilimi kirlettikleri için bunu yapsın. Hiçbir şeye inanmayan da kendisinin ve sevdiklerinin geleceği için yapsın. Hele ki bu ülkede “müslüman”ım diyen ve ölümden sonrasına inananların umutsuzluğa kapılmasının hiçbir açıklaması yok. Zor bir yol olsa da bunun sonunda en fazla canımızı alır bu devran ve sizler inancınızda samimiyseniz en son korkması gerekenlersiniz.
Yanılıyor muyum?
Hak yolunca ölmek gerçek bir şehadettir ve doğrunun safında kaldığınız için ölecekseniz ölürsünüz. Kavgada saf tutmak imânınızın kesin bir gösterisidir. Kendi imânınızı ölçmenin bir fırsatıdır böyle zamanlar. İbrahimî dinler bu yüzden varlar, unutmayın. Ramazan’da 50 çeşit yemekle oruç açıp türlü hazlarda yüzerken ne kadar iyi bir kul olduğu fantezisinde egoyu beslemek değildir bu dinin özü. Dinin özü zulme isyandır; böyle zamanların ahlâksız dayatmalarına karşı kulluğu gayba atıp, insanı insanla eş koşarak borçlanmayı, yani kula kulluğu reddetmektir, biliyorsunuz değil mi? Böyle şerli adamlar yüzünden, böyle zamanlar yüzünden, böyle batıllarla, böyle zulümlere karşı nasıl mücadele edeceğimizi anlayalım diye var bu dinler. Allah’ a güvenin elbette, ama unutmayın ki tedbir olmadan da tevekkül olmaz. Bu dinin özüdür; sorumluluk alıp yeri geldiğinde kızgın demiri tutmak, hatta icap ederse ölmek.
Siz eğer ki bu girdabın sonu yok diyorsanız, ben de size Kur’ân’dan konuşurum; meâlen, “onların bir plânı varsa, şüphesiz Allah’ ın da bir plânı vardır. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır”. Siz tüm hayatınızı üzerine adadığınız söylediğiniz kitaba inanmayacaksanız, kim neye inanacak? Ülkede İslâm’ın ağırlığı ortada, özünde de bu yaşananlara karşı mutlaka bir karşılığı var bu dinin…Meseleyi kendi değer yargılarınız özelinde alın, eşeleyin ve şekillendirin artık her neye inanıyorsanız… Dinin ne olduğunu bile bilmeden dine saldırıyor insanlar. Özellikle 20 senedir aynı merkezler tarafından özellikle kanserli hale getirilen İslamafobi üzerinden; böylece manipüle edilmiş insanları kırmamayı, dışlamamayı öğrenin; hedefiniz kuklalar değil, kuklacılar olsun her zaman.
İbrahimî dinler sağlam varoluş imkânıdır ve binlerce sene bu yüzden hayatta kaldılar. Otoritelerin bunlarla sürekli çıkar veya çatışma ilişkisinde kalmaya çalışması da bundan. Bizi böylesi bir zamandan da yine bu antropolojik öğretiler çıkaracak, hoşunuza gitsin, gitmesin. Farklılıklara odaklanacak zaman değil yani bu; sağcı, solcu, müslüman, ateist, eğitimli, eğitimsiz, kadın, erkek, emekçi demeden ortak değerlerinize odaklanın ve kimden yana olduğunuzu ve kimin karşınızda olduğunu bilin artık. Aslında hepiniz insan olduğunuz için özünüzde çok benzer şeyler istiyorsunuz.