KONUŞMALAR – 16
Nihan ÖZTÜRK
Murat: “Mevzu, Anadolu’dan Ortadoğu’ya ve Türkistan topraklarına kadar uzanan kocaman bir coğrafyanın, ne tip bir sistemle yönetilmesi gerektiği aslında. Mevcut durum itibariyle Türkiye’de “muhafazakâr” cumhuriyeti tipi, İran’da “molla” cumhuriyeti tipi, Suud veya Katar gibi ülkelerde “hanedan” rejimi tipi gibi şıklar var önümüzde. Pekte birleştirici, geliştirici, kaliteli ve öncü değiller. Hep bir karabasan ve karmakarışık ilişkiler ağı. Batıyla arası nasılsa, kendi coğrafyasına da soğuk. Bu Altay dağlarından Kafkaslara, oradan Arap yarımadası ile Afrika’ya hep böyle. Sözde biriz ama görünen o ki, bayağı bir farklıyız.”
Orhan: “Öyle dostum. Filistin bombalanıyor da kim ne yapıyor? Sudan’mış, Libya’ymış, Suriye’ymiş, Irak’mış. Bunlar hep lâf. Coğrafyanın durumuna bir bak! Üstelik bombalayana, parçalayana lojistik destek. Sadece bizde değil, gördüğümüz kadarıyla Rusya’nın bir tarafta olduğu ve Avrupa ile Amerika’nın sıkıntılı ittifakı etrafında devam eden bir savaş var değil mi? Batı’da kimin ne yaptığı zaten belli değil artık. Anlayacağın Batı kopmuş. Fakat bu kopuşu değerlendirebilecek, muhasebesini yapacak, programıyla, ittifaklarıyla istişare edip bazı noktalarda müdahil olabilecek ciddi bir varlık gösterisi yok Doğu’da. Tamam ekonomik, stratejik hatta bölgesel ittifaklar her daim olmuştur ve olabilir. Fakat fikir birliği, sistem birliği, gönül birliği gibi meseleler nasıl gelişir, nasıl teklif edilir, hiç bir aydın çıkıp bundan bahsetmez. Merkezi işaret etmez?”
Murat: “Uzun hikâye. Herif çıkmış adamlık taslıyor, konuştuğu mesele demir yığını. Kalk şimdi mesele konuş, konuşabilirsen. Bak aklıma ne geldi! Mesela “Kürdistan Devleti” hayal edenlerin bu devleti neye göre idare edeceklerini bir çok kişi düşünmüştür. Hadi diyelim allem oldu kallem oldu derken, Türkiye’de olduğu gibi daha geniş bir siyasî ortama erişip kafaya oynamaya başladılar ve belirli sınırları dahil ederek devletleştiler. Olmaz demeyelim. Neticede zar zor da olsa az mı destek alıyorlar? Gel gelelim Batı ve geri kalan dünyanın literatüründe hâlâ devlet olarak değil de bir “bölge” olarak geçiyor. Anladığımız kadarıyla, şu ân zaten Irak ve yavaş yavaş Suriye’nin kuzeyi bir şekil “Kürdistan Bölgesel Yönetimi” adı altına geçiyor. Yani emperyalizmanın himayesinde ama sözde sol bir rejim ile Türkiye, İran ve Suud’un arasında kalan ama sanırız epey bir curcunaya sebep verici garip bir uçuk senaryoyaya varır iş.”
Orhan: “Senaryo çok. Hayâl edelim. Peki Filistin acaba ne olur? İsrail tökezledi ve bu imkân dahilinde ittifaklar eliyle veya bağımsızlık şuuruyla “Gazze” dahil, yep yeni bir devletin adımları atıldı diye hesap edelim. Hayal ediyoruz ya, bir bakıyoruz Filistin Başyücelik Devleti’nin kuruluşu ilân ediliyor. Memnuniyet ile karşılarız değil mi? Peki Türkiye Devleti buna nasıl mukabele eder? Suudistan? Yoksa, merkez olmanın niyetiyle ve diğer rakiplerin gücüyle karşılaştırılınca Başyücelik Sistemi Filistine biraz büyük mü gelir?”
Murat: “Suudîler, “hanedanlık” olduğu için meseleye sıcak bakmayabilir. Yoksa ilerleyen zaman içinde İslâm estetik anlayışında ve sistem şuuruyla hareket etmeye başlar mı? İslâm’da ilerleme katetmek adına düşünmeye başlarlar mı? Öyle ya, şu işleri sistematik ve olgun bir medeniyet anlayışla bir düzene koymak gerek artık. Daha trafik kurallarını hayata geçirememek gibi cemiyet âleminde sosyal davranış bozukluklarımız var. Coğrafyamız kaba hatlardan oluşuyor. İçimiz dağınık ama dışarıya karşı hep bir poz hâlindeyiz.”
Orhan: “Öyle. Dubai ve Abu Dhabi falan güzel de, meseleyi Mekke ve Medine etrafında ele alabilecek ciddi bir ruh muhasebesi yok ortada. Kâbe’nin etrafı binalardan geçilmiyor. Özellikle İngiliz saatinden. Bugün, dünya üzerinde gelişen hadiseleri Başyücelik Sistemi eksenli izlemeye çalıştığımızda, bu işin nereye gideceğini kestirmekte zorlanmıyoruz. Fakat hayâllerimizin bir sınırının olmaması gerektiğinin farkındayız. Gayri ihtiyari veya düpedüz işlenen reel politikaların da! Acaba Türkiye ne der bu işe? Önümüzdeki seçimlerin tam olarak neye yönelik olduğunu ortaya koyabilecek bir açıklama mevcut mu? Bir taraf Ortaçağ’a geri dönüyoruz havasını estiriyor, diğer taraf dünya egemenliği geliyor havasını. Bu iki tarafın estirdikleriyle arada halk üşütüyor ve nezle oluyor. Böyle ortamlarda değil de ne zaman sistem değişikliği üzerine konuşulmalı? Bu seçimlerden sonra, kim iktidara gelirse gelsin “Lütfen artık halka Komünizm, Kemalizm, Turanizm, Başyücelik Sistemi şıkları olan -Hangi sitem ile yönetilmek istiyorsunuz?- bir seçim yapın.” demek mi lâzım bilmiyorum ama ne gelirse gelsin kimsenin boş laflara tahammülü kalmamış vaziyette. En son bir sokak röportajında farkettim, kararsız ve küstürülmüş ayrıca bir kitle mevcut bugün. Ne yapacağını bilmeyen, güvenmeyen. Ortada kalmış, şaşkın ve boş bir kitle.”
Murat: “Aslında dediğin olmalı. Şahıslar değil sistemler yarışmalı. Yarışmalı derken tercihe sunulmalı. Ondan sonra bu işin ehilleri toplanıp, gerekli sistemi üç yıl içinde hazırlayıp sunmalı. Aristokrat bir mecliste bunun tartışmasını izlemek ne müthiş olurdu. Efendilerin meclisi!”
Orhan: “Bizimkilere bakınca bir temel fıkrasındaki olaya benzetiyorum. Çanta denize düşmüş ama “Anahtaru pendedur!” cakasındalar. Tamam anahtar, mühür, makam veya taht her neyse, hepsi sizde ama çantalarınız denize düşmüş. Hiç bir hükmünüz şu ân itibariyle geçerli değil. Ne zaman geçerli olur? Orasını zaman ve icraat, yani fikir ile işin ruhu gösterecek.”
Murat: “Su akıp yatağını mı bulacak yoksa boşuna mı akıp duracak demek istiyorsun herhalde.”
Orhan: “Artık ne halde olursa olsun. Halkı geliştirmeyen idareciler makamlarını teslim etsin. Sırf kendini düşünmeyenler o makamlara kurulsun. Bizde saygıda, hürmette kusur etmeyelim.”
Murat: “Hiç kendisini düşünmesin!”
Orhan: “Olmaz. Her an muhasebe içinde olması ve attığı her adıma dikkat etmesi gerektiği için kendini düşünecek ve kollayacak. Malûm bizde yanlış anlaşılma oranı epey bir yüksek. Bu iş, o sırf kendini düşünmekten, halktan kopuk yaşayan ve halka dair hiç bir şey bilmeden idareci koltuğunda keyif çatan lord bozuntuların meselesine benzemez. Sistem sağlamsa, bu gibi bozuntuların öyle mercilerde hayat bulma şansı yok! Eğer sistem bozuksa, mercilerde bozulma kaçınılmaz.”
Murat: “Bu makam sahibi fakat halk düşmanı tiplerden oldum olası iğrenmişimdir.”
Orhan: “İğrenilmeyecek şey değil ki. Sıkıntılar, sorunlar bunlar yüzünden çıkmıyor mu? Halk düşmanı dediğin aynı zamanda hak ve hukuk düşmanıdır. Adaleti kendi tekelinde sanan kişilerin adaletli olabileceği her daim şüphelidir. Her daim şüpheli olan şeye güven duyulmaz. Güvenin olmadığı yerde huzur da olmaz, bereket de.”
Murat: “Değişim şart diyorsun!”
Orhan: “Ben, sen, şu veya bu demiyoruz. Tarihî bir vaka olarak zaman bunu söylüyor. Zamanı gelmiş ve “Ben burdayım! Ya benimle yükselir ya bensiz alçalırsınız!” diyen mukaddes fikir söylüyor.”
Devam edecek…
26 Nisan 2023