DÜNYA ÇAPINDA OLMANIN YOLU…

Âlâaddin Bâki AYTEMİZ

Dünyanın her bir köşesinden Batı’ya itiraz sesleri yükseliyor.

Batı’ya karşı yükselen bu itirazların ortak özelliği, madde plânında, yani siyasî olarak işlerine karışmamaları noktasında. Liderler, ülkeler artık Batı’nın işlerine karışmamasını söylüyorlar ama eksikleri, ruh plânında, fikir plânında neyi nasıl yapacaklarını bilmemeleri, Batı medeniyetine bir alternatif ortaya koyamamaları.

Batı’ya karşı gelmek lâzım elbette ama bunu fikir-ruh plânında bir istinat noktasına dayandıramadığınızda, maddede, siyaseten Batı’dan bağımsızlık kazanılabilinirse de ruh ve fikir plânında bir alternatif ortaya konulamadığında, nihayetinde Batı medeniyetinin çizdiği çerçevenin dışında iyi, doğru ve güzeli hayata hâkim kılacak bir düzen tesis edilemez.

AKP rejiminin de içine dahil olduğu bu ülkeler Batı’nın işlerine karışmamasını istiyor ama son merhalede borç istemek için yine Batı’nın kapısını çalmaktan geri durmuyorlar. İşte o zaman da adamlar şunu diyor: Borç vermesine verelim de bunu geri nasıl tahsil edeceğiz. Senin bu borcu geri ödeyebilmen için ekonomide şu düzenlemeleri yapman, sosyal hayatta şöyle kanunlar çıkartmak gerek.

Zaten fikrî-ruhî bir kopuş sözkonusu değil, fiilî-siyasî hegemonya da kendisini dayatıveriyor.

“Dünya beşten büyüktür” demenin, Batı’ya, “bize karışmayın” demenin pratik bir faydası yok. Bir ıstırabın yankısı olabilir bu ifadeler ama fikir ve ruh plânında karşılığı olmadıktan sonra, böyle karşılıksız söylenmeler, o karşılık olduğu ruh ıstırabının da akamete uğramasına yol açar.

AKP’yi görüyoruz, onca atıp tutmalara rağmen Batı kapılarında borç dilenmeye çıkıyorlar…

Burkina Faso, IMF’den borç alacakmış…

Batı’ya muhtaç olmadan yaşamayı bilmediklerinin göstergesi… Esas muhtaçlık da ruh ve fikir yokluğundan kaynaklanıyor; Batıya muhtaç olmadan yaşamanın ruh ve fikri yok. O Batı’nın maddî desteği olmadan nasıl yaşayabileceğine, işleri nasıl düzeltebileceği, idare edebileceğine dair fikir yok… Ondan dolayı da Batı’nın maddesine muhtaç durumda kalınıyor görüntüsü ortaya çıkıyor. Hem de güyâ Batı’ya karşı koyuyor atarlanmaları altında… Büyük Doğu lâfına da bakmayın, nasıl ki bal bal demekle ağız tadlanmazsa, Büyük Doğu demekle Büyük Doğu, nas demekle nas, İslâm demekle de İslâm gerçekleşmez… Gerçekleştiricilik bilgisi, fikri, ruhu lâzım… Ezbere tekrarlamak değil, nefsine mâletmiş olarak şahsında o fikrin taşıyıcısı olmakla mümkün olur gerçekleştiricilik. Bu da samimiyetle bağlılık ve inanış demektir. Sahici imân… Hani Efendi Hazretleri’nin “inan da istersen bir oduna inan” diyerek evvelâ her meselenin başındaki samimiyet şartına dikkat çekmesinde olduğu gibi; samimiyet olmadan hiçbir müspet oluşa imkân yok. Bu da malediş çetinliğini yaşıyor, fikri bünyeleştiriyor, şuurlaştırıyor olmada kendini gösterir. Malediş çetinliğini yaşamayanda, samimiyet de yoktur. Ahlâk yoktur kısacası… Ahlâk’ın temel sütûnlarından biridir samimiyet… Sütûnu olmayan bina ayakta duramaz. Sahte tarafından duruyor gösterilebilir, o ayrı. Dolayısıyla biz gerçek samimiyeti, atarlanmalarda değil, fikri nefsine malediş çetinliğinde ararız… Herşeyin taklidi olur, fikrin olmaz. Ezberciyi, taklitçiyi, istismarcıyı, parsacıyı, kuru sıkı pohpohçuyu fikirden nasipdar zanneden zaten fikirden anlamıyor demektir.

Bir şeyin tam olmazsa, hiç olmamaktan kötü neticeye varacağını, yarım oluşların tam oluşları da engelleyeceğini iddia ederiz. Evet, hiçbirşey bir ânda tam olmaz, tam olmak da zamana yayılması gereken bir oluş sürecine tekabül eder. Burada tam oluştan kasıt, ne olunması gerektiği hedefinin tam olarak ortaya konulmasıdır. Bu ortaya konulduktan, ne aranacağı bilindikten sonradır ki bu aranan bulunabilir. Doğru düşünce olduktan sonra, doğru düşünceyi gerçekleştirici doğru düşünce faaliyetine girişilebilir.

Bütün dünyadan Batı’ya karşı isyan bayrağı yükseliyor olsa da bu madde plânında öteye geçemeyen şeyler. Nihayetinde işin ruh ve fikir kısmı Büyük Doğu İBDA’dan başka alternatif de yok. Dünya, isyanını Büyük Doğu İBDA ruh ve fikri ile gayesine erdirebilir. Bunun da yolu öncelikle Türkiye’nin, merkez Anadolu’nun bağrına üç hilâl tek yıldızlı bayrağın dikilmesi ile…

Bizim açımızdan esas ödevimiz de burası: Bu iş nasıl olacak, kimle olacak?

Yukarıda ifade ettik, bu iş bu fikri nefsine maletme çetinliğini yaşayanlarla olacak… Kumandan Mirzabeyoğlu’nun Adalet Mutlak’a konferansında ifade ettiği üzere, bu, cebimde para var, şu kadar imkânım var, hadi kapının önüne son model bir araba çekeyim denilebilecek, maddî imkânlarla, sırf iktidar olmakla halledilecek bir şey değil. Ondan dolayı da, yani bu ruh ve fikri malediş çetinliği yaşamış olmaktan dolayı da, “bizsiz olmaz” demedi mi?

“Bizsiz olmaz!”ın mefhumu muhalifi, “sizle olmaz!” demektir.

Mesele İbdacıların kendi memuriyet ve mesuliyetlerinin idrakında olarak, meseleleri mesellerin istediği şuur ve ciddiyet seviyesinde ele almalarına kalmış bulunuyor. Kendi mesuliyet ve memuriyetlerini başkasına devreder, falan yapacak, filan edecek diyenlerle de olmaz. Ben varsam dava var, ben yapacağım diyen irade, karar ve samimiyet gerekli.

Dış oluşu gerçekleştirmenin yolu iç oluştan geçer. İnsan kendisinde olmayanı başkasına veremez. Bir şeyi başkasından beklemek, kendini o hâlde, onu gerçekleştirmenin çapında görmemek demektir. Dış oluş, iç oluşun tamimi olarak tabiî bünye ifrazatı şeklinde tecellî edecektir. Yeter ki biz olalım. Dolayısıyla dünya çapında bir oluştan bahsetmek için, öncelikle burada, dünya çapında fikri taşıyacak kadrolar olmak ve bunun mesuliyetini idrak etmek gerekmektedir.

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: